İçinden iyilik geçen kafe

BUGÜN ruhum serseri. Evden çıkıyorum. Sokaklarda dolaşıyorum, sonra da kendimi dünyanın en güzel kafesine atıyorum. “Yazımı da buradan yazarım” diyorum çünkü bir köşesinde bilgisayarlar da var.

Haberin Devamı

Çok şeker bir yer. Ev gibi. 35-40 kişiye hizmet verebilen minicik bir kafe. Mecidiyeköy’ün arka sokaklarında. Evet kabul ediyorum, yeri biraz sapa. Ama yapılacak bir şey yok. Önemli olan, içinde kendini nasıl hissettiğin...
*/images/100/0x0/55eb5055f018fbb8f8b9423a
Uzun uzun personeli izliyorum. Nasıl güleryüzlüler, nasıl tatlılar, işlerini nasıl iyi ve özenli yapıyorlar. Onlarla sohbet ediyorum. Burada, herkes birbirine takılıyor.
“İyilik” var burada. Evet, evet, aradığım sözcük bu. Deminden beri kafamın içinde dolaşan, “Nedir, nedir?” diye kendi kendime sorguladığım. Buldum sonunda: İyilik. İçinden iyilik geçen kahve burası. Bu havayı soluyunca sen de iyi oluyorsun. O minicik serpiştirilmiş kötülükler var ya içimizde, dağılıveriyor. İyi insana dönüşüyorsun.
Çaylar geliyor, kahveler gidiyor, sonra poğaçalar çıkıyor, peynirli şahane sandviçler. Güzel kokular, kahkahalar. Ben uzun kaldım tabii. Şimdi öğle yemeği servisi başladı. Rejimi kim takar, dalyan köfte ve püre var. “Bir tane de ben alabilir /images/100/0x0/55eb5055f018fbb8f8b9423cmiyim?” diyorum. Niloş getiriyor. “Çok güzel ye hemen” diyor, “Soğuyunca bir şeye benzemez!”
Sonra içeriden Hale geliyor, Allah Allah kıkırdıyorlar, “Ne var? Ne oldu?” diyorum. Parmağımdaki yüzüğe bakıyorlar, “Âşığın mı var?” diye soruyorlar. “Var” diyorum, “Bu yüzük de onun hediyesi...”
Meğer bu anı beklerlermiş, parmaklarını gösteriyorlar, demesinler mi, “Bizim de âşığımız var! Bak, onlar da bize bu yüzükleri aldı...”
“Ne kadar şanslıyız!” diyorum, “Bizi seven adamlar” var.
Hep birlikte kahkaha patlatıyoruz. “Birlikte en çok ne yapmayı seviyorsunuz?” diyorum, “Fotoğraf çekmeyi” diyorlar, o arada kızlardan birinin annesi sesleniyor, “E söylesenize bir şeyi daha seviyorsunuz...”
“Şşşşşt olmaz!” diyorlar./images/100/0x0/55eb5055f018fbb8f8b9423e
“Ayşe yabancı değil, söyleyin, söyleyin...” Utanıyorlar, işaretparmaklarıyla dudaklarını gösteriyorlar, bir kahkaha daha. Öpüşmeyi seviyorlarmış sevgilileriyle...
*
Burası, down sendromluların çalıştığı bir kafe.
Yanlış okumadınız, bu kafe onlardan soruluyor. Onlar çalışıyor, onlar hizmet ediyor, ayda belli bir miktar para da kazanıyorlar. Büyük bir gururla garsonluk yapıyorlar, temizlik yapıyorlar, aklınıza ne gelirse.
Zihinsel engelli pırıl pırıl gençler. Hayata kazandırılmış gençler. İnsan onlara bakınca üzülmüyor, acımıyor, aksine seviniyor, mutlu oluyor.
Kimi down sendromlu, kimi gen rahatsızlığı yüzünden zihinsel engelli, kimine doğumda kordon dolanmış oksijensiz kalmış./images/100/0x0/55eb5055f018fbb8f8b94240
Hepsi de, İstanbul Zihinsel Engelliler için Eğitim ve Dayanışma Vakfı, yani İZEV’in yapıp devlete bağışladığı okulda eğitim almış. İçlerinden bazıları -eğitilebilir düzeyde olanlar- Turizm ve Otelcilik Okulu’nda 8 ay kurs görmüşler (kapı gibi sertifikaları var yani) sonra da kafede çalışmaya başlamışlar.
*
Down Cafe gerçekten müthiş bir proje. Öncelikle zihinsel engelli çocukların annelerine, babalarına şapka çıkarıyorum. İZEV’i kurdukları için, okul yaptırıp devlete bağışladıkları için, çocuklarına bambaşka imkânlar, şartlar sundukları için.
Tabii ki çocuklarını çok seviyorlar ama hepsinin aklında aslında “Biz öldükten sonra onlara ne olacak?” var. İZEV’in varlık sebebi de bu zaten, o yüzden kurmuşlar vakfı. İnci bir vakıf. İZEV sayesinde bu çocuklar ayakları üzerinde durmayı, kendilerine yetmeyi öğrenebiliyorlar. 0-18 yaş arası zihinsel engelli çocuklar için kurdukları okul bir yana, 18 yaş üzeri çocuklar için de Sarıyer’de bir “Yaşam Evi” açmışlar, en kısa zamanda orayı da ziyaret etmek istiyorum. Yetmemiş, down’lu Sezin’in babası Saruhan Singen, böyle bir kafe fikriyle çıkmış, Mustafa Sarıgül’e bu fikrini açmış. Sarıgül de hiç sektirmemiş, hemen belediyeye ait bu yeri onlara tahsis etmiş, Sarıgül’e de şapka çıkarıyorum. Kira filan almıyor. Elektriği, suyu ve gazı da belediye olarak ücretsiz karşılıyor.
Ve 20 çocuk da, haftanın değişik günleri geliyor, burada çalışıyor. Sabahları çok müşteri olmuyor, bizimkiler pek çalışkan, mekânı önce bir güzel temizliyorlar, öğleye doğru dolmaya başlıyor, çünkü şahane bir aşçıları var, güzel ev yemekleri çıkarıyor ve civardaki pek çok insan buraya öğle yemeğine geliyor. Sonra kırmızı önlüklerini takıp servise başlıyorlar.
Benzer bir kafe önce Ankara’da açılmış, sonra Kadıköy’de ama en gelişmiş olanı burası. O kadar ki, en iyi proje seçilmiş, Hollanda’dan ve Almanya’dan insanlar ziyarete geliyor, üniversite öğrencilerinin tez konusu oluyor. Aylık masrafları 10 bin lira, 5-6 bini kazanabiliyorlar, bazı aylar 3 bin lira gibi bir açıkları oluyor. O açık nasıl kapatılabilir diye konuştuk. Orada mesela doğum günleri kutlanabiliyor, sadece 250 liraya pasta ile doğum günü kutlayabiliyorsunuz, aklınızda olsun.

Haberin Devamı

Oradayken hem çok mutlu oldum hem de şu notları aldım.../images/100/0x0/55eb5055f018fbb8f8b94242

Haberin Devamı

1- Belki daha iyi bir yere taşınabilir bu kafe. Daha popüler bir ortamda olabilir. O zaman daha fazla insan gelebilir. Farkındalık artabilir.
2- Belki dekorasyonu daha iyi olabilir. Bunun için bir sponsor gerekiyor. Dekorasyon malzemeleri satan birkaç firmayla bu iş halledilebilir. Minik değişikliklerle orası tam anlamıyla bir cennete dönüşebilir.
3- Belki bir pastane eklenebilir. Böylelikle daha çok zihinsel engelli çocuğa iş imkânı sağlanabilir.
Güzel olan da şu, mekânda bu gençlerin anneleri de var, yani onların gözetimindeler. Çünkü başka bir yerde çalışırken, alay konusu oluyorlarmış, içlerinden 13’ü farklı işyerlerinde çalışmış ama biri iki ay sonra ya kapıya konmuş ya da onlar ayrılmış.
Burada çok mutlular.
Giden herkes de...
Çünkü bu gençler çok çalışkanlar, çok sevecenler, birbirlerine çok bağlılar ve “frenleri” yok. O an akıllarından ne geçiyorsa söyleyiveriyorlar. Mesela orta yaşlı bir hanıma çay servisi yaparken, “Oooo cami yıkılmış ama mihrap yerinde!” diyebiliyorlar.
İçlerinde kötülük olmadığı için kimse alınmıyor, herkes gülüyor...

Haberin Devamı

HAMİŞ

Oradaki annelerle sohbet ederken şunu öğrendim. Önce ortak tepki şu: “Neden ben?” “Neden benim böyle bir çocuğum oldu?” Ama sonra hepsi şunu itiraf ediyor, “İyi ki ben!” diyorlarmış. Çünkü “saf iyilik” onlar. Hamile bir arkadaşları, hamileliğini sonlandırabileceği aylarda, çocuğunun down sendromlu olacağını öğreniyor. Onu bu kafeye getiriyorlar, bakıyor bakıyor ve kürtaj olmaktan vazgeçiyor. Bir başkası ise “Niye sağlıklı bir çocuk evlat edineyim ki?” diyor, down sendromlu bir çocuk evlat ediniyor...

Yazarın Tüm Yazıları