Huysuz ihtiyar

Haberin Devamı

Oğlum askerden döndü

Geçen gün, çalışma evimde inleye oflaya günlük karikatürümü bitirip gazeteye tam postalamıştım ki, telefon çaldı. Bir türlü akıl fikir yetiremediğim bu bilgisayar denen mel'anetle karikatürümü yollarken mutlaka yine bir hata yapmıştım. Tele-foto servisinden Bülent'in her zamanki kibarlığıyla suçu üstlenip,

‘‘Bizim alıcı makine herhalde bir arıza yaptı. Karikatürü lütfen bir daha gönderir misiniz?’’

demesini bekleyip telefonu açtım. Oğlum Seyit Ali,

‘‘Merhaba baba, nasılsın?’’

dedi.

‘‘Çok iyiyim oğlum, yolunu gözlüyoruz.’’

‘‘Artık fazla gözlemenize gerek yok, ben terhis oldum.’’

‘‘Amanın demee!.. Yaşşa oğlum!.. Eee, ne zaman geliyorsun?’’

‘‘Geldim bile.’’

‘‘Geldin mi, nereye geldin, şimdi neredesin?’’

‘‘Senin daire kapısının önündeyim.’’

‘‘Nee!.. Hay Allah!.. Ben de bu telefonun sesi niye ekolu geliyor diyordum.’’

Koşup kapıyı açtım. Oğlan, gerçekten kapının önünde kapı gibi duruyordu. Herifin eni de boyu da benden yarım karış fazla. Sarılıp sarmaştık... Bu devirde asker yolu gözleyen bilir, diken üstünde oturup tilki kulağında yatıp uyumayı... Her şehit haberiyle beraber vurulup gömülmeyi... Bu derin duygular içinde,

‘‘Adam gibi kapıyı niye çalmıyorsun da, telefon ediyorsun hıyar herif!..’’

dedim.

‘‘Sen espri ve şakayı seversin diye babacığım.’’

‘‘Ben, espriyi ve şakayı başkasına yaptığım zaman severim. Bana yapıldığı zaman hiç sevmem!.. Hem o elindeki ne?’’

‘‘Cep telefonu.’’

‘‘Artık orduda postal dağıtır gibi asker başına birer cep telefonu da mı dağıtıyorlar?’’

‘‘Hayır canım, ordudan vermediler.’’

‘‘Sen, benim cep telefonundan ne kadar nefret ettiğimi bile bile bunu kendin mi aldın?’’

‘‘Vallahi ben almadım. Annemin getirdiği çamaşırların içinden çıktı. Senden gizli almış.’’

‘‘Askerde telefonla konuşmak yasak değil mi?’’

‘‘Talim ve çalışma sırasında tabii yasak. Ama annem bizim mola saatlerini komutanımızdan daha iyi biliyor. Komutan mola verdikten 3 dakika sonra annem beni arıyor.’’

‘‘Niye arıyor?’’

‘‘Mutlaka terlemişimdir, hemen içime kazak giymeli ve soğuk su içmemeliymişim. Çavuş olduğum için her gün iki tekmil birden veriyordum. Biri komutanıma, biri de telefonla anneme...’’

‘‘Ah şu kadın milleti!.. Haa, kadın milleti dedim de aklıma geldi, ne zaman evleniyorsun?’’

‘‘Evlenmeyi de nereden çıkardın komutanım?’’

‘‘Neredeni var mı? Okul bitti, askerlik bitti, geriye ne kaldı? Hem, annenle sana birkaç kız beğendik ki, bu devirde mumla arasan bulamazsın. Hele, bir sarışın var ki bu yıl Tıp Fakültesi'ni bitiriyor. Temiz pak, soylu bir aile kızı. Babası da....’’

‘‘Babacığım gözünü seveyim, daha dün akşam üstü teskere aldım... Otobüsten ineli 2 saat bile olmadı... Kıtada mıyım, evde miyim hâlâ farkında bile değilim... Dalgaya düşüp deminden beri hazırolda durup sana komutanım deyip durmaktayım. Evliliği boşver de biraz senden konuşalım.’’

‘‘Ben bildiğin gibi yeni yemekler öğrenip, hükümetlere yeni akıllar öğretmeyi sürdürüyorum. Ama ne yiyen var ne de dinleyen... Bak sana Vellington filenin yapılışını anlatayım; mantarı kızartıp tavuk ciğerini haşlayacaksın. Sonra ikisini ezip....’’

‘‘Yemeği bırakalım istersen.’’

‘‘İşsiz güçsüz 30-40 bin kişi toplayacaksın. Sendekiler yetişmezse, Bangladeş, Afrika, Irak'tan filan getirteceksin. Hepsine 'Biji Apo!..' diye bağırmayı öğretip gemilere bindireceksin. Tabii yanlarına kumanya ve 3-5 kuruş yolluk da vereceksin. Sonra yallah İtalya'ya göndereceksin. Eğer, İtalyanlar üçüncü mülteci çıkarması sonunda amana gelip Apo'yu tepsi içinde bize vermezlerse namerdim. Ama, bizimkilerde bu bendeki akıllar neredee!..’’

‘‘Sen yine yemekten bahset daha iyi...’’

‘‘Aklın fikrin yemekte değil mi? Seni de askerde iyi beslemişler maaşallah. Asker karavanası, Halil İbrahim sofrasıdır oğlum. Adam çöp gibi gider, boğa gibi döner. Hey bee!.. Şunlara bak!..’’

‘‘Babacığım memelerimi mıncıklama gıdıklanıyorum.’’

‘‘Ben senin adalelerini yokluyorum lan. Taş gibi olmuşlar nazar değmesin. Hele şuraya bak!.. Şap!.. Şap!.. Şap!..’’

‘‘Ensemi niye tokatlıyorsun yahu?’’

‘‘Tokatlamıyorum be, sana elense çekiyorum. Ensen seren direğine dönmüş. Hoyda bre pelvaan!..’’

‘‘Ne olur beni itip kakma... 2 gündür uykusuzum.’’

‘‘Hehhee!.. Gözün yemedi değil mi? Biz moruklasak da eski toprağızdır. Sen, bir de beni gençliğimde görecektin. Kaçma diyorum be!..’’

‘‘Ah, gitti annemin en sevdiği vazo. Babacığım ne olur dur... Hiç olmazsa kristal şarap kadehlerini kurtaralım!..’’

‘‘İşte buna çapraz girmek derler.’’

‘‘Dur yahu, biz sakatlık çıkacak.’’

‘‘Çaprazdan böyle sürüp bir de iç çengel yerleştirdin mi, Koca Yusuf olsa göbeği yıldız görür... Dur lan, ne yapıyorsun?.. Kolumu kıracaksın ayı!.. Ahh, belimm!..’’

‘‘Kusura bakma, kadehler gitti hiç olmazsa müzik setini kurtarayım dedim. Bir yerin acımadı değil mi babacığım?.. Elini ver de seni kaldırayım.’’

‘‘Bizim kuşağın yüreğinden başka bir yeri acımaz!.. Bırak ben kendim kalkarım. Ayağım halıya takılmasaydı, sen beni nah düşürürdün!.. Zaten bu gençlerde büyüğe saygı diye bir şey kalmamış.’’

‘‘İzin verirsen ben şimdi gideyim, akşam eve gelince daha uzun konuşuruz.’’

‘‘Dur be, geleli daha yarım saat olmadı. Biraz hasret giderelim. Otur da bana geleceğe dönük planlarını anlat. Ben de sana biraz akıl vereyim.’’

‘‘Vallahi ilk planım eve gidip biraz uyumak.’’

‘‘Onu sormuyorum evladım. Bak okul bitmiş, askerlik de bitmiş, hayata sıfır kilometreden başlıyorsun. Şimdi ben senin yerinde olsam, bir gemide işe girip bütün dünyayı gezerdim. Her liman bir macera... Üstelik yabancı dilin de var.’’

‘‘Bir gemide miço olayım diye mi bana 12 yıl konservatuvar okuttunuz? Ben öğretmenliği düşünüyorum.’’

‘‘Nee!.. Deden, ninen öğretmen oldu da ne oldu? Borçla harçla kümes gibi bir daireye sahip olabilmek için emekli olana kadar ırgat gibi çalıştılar!..’’

‘‘Pekii, sen niye yıllarca öğretmenlik yaptın?’’

‘‘Ben başka...’’

‘‘Niye başka?’’

‘‘Ben senin yerinde olsaydım, bu müzik bilgimle 2 pop şarkısı besteleyip 1 de klip attırır parayı kürekle toplardım. Sonra da ayda 2 ekstra işe gidip 30'undan önce trilyoner olurdum!’’

‘‘Ben pop müzik sevmiyorum.’’

‘‘Sana pop'u sev mi diyoruz be!.. Ekmek parası uğruna millet nefret ettiği ne işleri yapıyor da gıkı çıkmıyor. Ama sizin kuşak rahata ve her şeyi kolay elde etmeye alışmış bir kere!.. Bu sizin yaptığınız el bebek, gül bebek, cep telefonlu askerlik de askerlik mi yani? Eskiden tam 3 yıl dağda bayırda sıcaktan pişip soğuktan donar, karavananın içinden kemik çıkınca bayram ederdi asker milleti!.. Senin bu yaşta fındık aklın daha ermez. Hıyarlığı bırak da görmüş geçirmiş babanın sözünü dinle. O sana doğru yolu gösterir, ne yapacağını her zamanki gibi söyler... Ben senin yerinde olsam....’’

diye evde bağıra çağıra dolaşırken dönüp baktım. Oğlan eyvallah demeden, hatta daire kapısını bile kapatmadan çekip gitmiş. Gençlikte saygı mı kaldı!..

*

Akşam eve gittiğimde Tolga'nın gözleri kıpkırmızıydı.

‘‘Seyit uyudu mu?’’

diye sordum.

‘‘Seyit gitti. Teskere bırakacakmış... Teskere bırakmak ne demek?’’

‘‘Orduda kalıp askerliğe devam etmek demek.’’

‘‘Askerde daha rahat olduğu için, o da öyle yapacakmış. Komutanları bile kendisine böyle karışmıyormuş. Üstelik giderken kazakları, yün çorapları ve cep telefonunu bile yanına almadı.’’

Yazarın Tüm Yazıları