Hurafe ve batıl inançlar

DİNİN özünde bulunmayan, birtakım yollarla sonradan dine sokulan ve dini inançmış gibi telakki olunan söz, fiil ve davranışların tümü bidat ve hurafe kapsamına girmektedir.

Dinler tarihi incelendiği zaman görülecektir ki; hemen hemen her devirde bidat, hurafe ve batıl inanışlar, toplumların ortak problemi olmuş, daima gündemdeki yerini ve önemini muhafaza etmiştir. Bu, dün olduğu gibi bugün de böyledir.

İslam dini ile bağdaşmayan, akla ve mantığa uymayan, farkına varmadan insanı yüce dinin özünden uzaklaştıran bidat ve hurafeleri, bazı farklılıklarla hemen her kesimde ve bölgede görmek mümkündür.

* * *

Dinimizin temel inanç, ibadet ve ahlak esaslarıyla bağdaştırılması asla mümkün olmayan, halkımızı yanlışlıklara sevk eden öyle hurafeler var ki, bazıları bunu din adına samimi bir şekilde savunmakta ve hatta bu davranışı ‘hakiki dindarlık’, bunlara karşı çıkmayı ise ‘dinden uzaklaşma’, ‘itaatsizlik’ ve ‘inançsızlık’ olarak kabul etmektedir. Halbuki dinin kabul etmediği anlayış, inanış ve uygulamalarla dindarlık olamaz.

Tam tersine hurafe ve batıl inanışlar, farkına varmadan kişileri, inandıkları, söyledikleri dinin gerçeklerinden ve özünden uzaklaştırır. Gerçek dindarlık, ancak dinimizin ana kaynaklarında bulunan itikat, ibadet ve ahlak esaslarını kabul etmek ve yaşantımızı bu prensipler çerçevesinde düzenlemekle mümkündür.

Toplumların ortak kültürel ve sosyal derdi olan bu tür inanışların neşv-ü nema bulmasına (gelişmesine), kök salmasına zemin hazırlayan birçok sebep vardır. Cehalet, ádet, gelenek, görenek, menfi propaganda, çıkar hesapları, kişisel zaaflar, insanların saf ve temiz inançlarını istismar gibi sebepler, hurafe ve batıl anlayışların zuhuruna ve yayılmasına neden olan faktörlerden bazılarıdır.

* * *

İnsan fıtraten bir şeye inanmak zorundadır ve telkine müsait bir varlıktır. Bir bela, musibet, felaket, hastalık ve sıkıntı halinde sığınacak bir merci ve başvuracak bir çare arar. İnsanın yaradılışında bu acziyetini ve zaafını iyi değerlendiren bazı istismarcılar, din ve merhamet simsarları, kötü niyetli kişiler, insanlarımızın cehaletinden de istifade ederek onların saf duygu ve düşüncelerini istismar etmekte, ‘çare diye’ dinin özüne tamamen zıt olan şeylere teşvik etmekte, bu yolla menfaat sağlamaktadır.

Dertlerine deva aramak maksadıyla kendilerine başvurulan bu çıkarcılar eliyle pek çok insanımızın çeşitli felaketlere maruz kaldığını, büyük bunalımlara, ümitsizliklere ve çaresizliklere sürüklendiğini, basın yayın kuruluşları vasıtasıyla hemen her gün üzülerek müşahede etmekteyiz.

Bu çıkarcıların zararları sadece kendi şahısları veya muhatapları ile de sınırlı değildir. Bunlar, din dışı uygulamalarını din kılıfı altında sergiledikleri için insanların saf itikatlarını bozmakta ve böylece hem yüce dinimize, hem de halkımıza çok büyük zararlar vermektedirler. Öyleyse, İslam’ın ulviyetini ve kudsiyetini gölgeleyen, onun dinamizmini ve hamleci ruhunu menfi yönde etkileyen bu asılsız inanç ve uygulamalara karşı mücadele etmek ve yüce dinimizi bidat ve hurafelerden arındırmaya çalışmak, her olgun müminin asli vazifesi olmalıdır.

Bidatlerden ve batıl inançlardan korunabilmenin en emin yolu, Kuran ve sahih sünneti esas almaktır.

SORALIM ÖĞRENELİM

Kuran’da ‘Yahudileri ve Hıristiyanları gönül dostu edinmeyiniz’ denilmektedir. Bunu açıklar mısınız?

İsa ORHAN/ARDAHAN

Fazlı BAY/ANKARA

İslam, gayrimüslimlerle onurlu ve kişilikli bir ilişki zemini oluşturmakta asla sakınca görmez. Nitekim saadet döneminde de bunun örnekleri çoktur. Ancak ayet, kişiliksiz, tavizkár ve teslimiyetçi bir tutum sergileyerek kimlik erimesine, dolayısıyla iman kaybına veya zaafa uğramasına yol açacak dostane ilişkiler kurmayı yasaklamaktadır.

İslam’da çilecilik var mıdır?

Safiye EMRE/İSTANBUL

Kişinin ahlaki bakımdan gelişmesi ve olgunlaşması için, iradeyi sıkı bir disiplin altına alması gerekir. Ancak insanın bedensel isteklerini, fiziki arzularını aşırı bir şekilde bastırması dinimizce makbul sayılmamıştır. Peygamberimiz, ‘Nefsin senin bineğindir, ona şefkatli davran’ buyurmuştur.

Ehli sünnet ne demektir? Açıklar mısınız?

Mustafa UĞUR/İZMİR

Ehli sünnet, inancın esaslarını İslam’ın temel kaynağı olan Kuran ile Hz. Peygamber’in söylediği ve yaptığı şeylerin ruhuna ve anlamına sadık kalan kelam ekolünü nitelemek için kullanılan bir terimdir. Eşariye, Maturidiye ve Selefiye mezheplerinden oluşmaktadır. Yaratıcının sıfatları, ruhun ölümsüzlüğü gibi konularda İslam’a aykırı görüşler ileri süren filozofları ve irade, kader, günah ve şefaat vb. konularda farklı görüşler ileri süren Mutezile, Cebriye gibi mezhepleri eleştirmiş ve onları bidat ehli saymışlardır.

Bir eski bakanımız, Hz. Peygamber’in Türk olduğunu iddia ediyor. Ne dersiniz?

Mustafa ŞALLI/BURSA

Tarihi kaynaklarda peygamberimizin soyunun Hz. İsmail’e dayandığı, dolayısıyla Sami Kavmi’nden ve Arap olduğu kaydedilmektedir. Nitekim kendisi de Arap olduğunu söylemektedir. Aslında bu iddia yeni değildir. Atatürk’ün de katıldığı bir Tarih Kongresi’nde bu tez ortaya atılmış, ancak tasvip görmemiştir.

DÜZELTME: 28.01.2005 tarihli Cuma Sohbetleri ‘Soralım Öğrenelim’ bölümünde ‘Uyandığımda yaş izine rastlamıyorum’ ifadesi bir yazım hatası olarak ‘rastlıyorum’ olarak çıkmıştır. Özür dileriz.
Yazarın Tüm Yazıları