Hayatın içinden

Tuğrul ŞAVKAY
Haberin Devamı

Gülçin artık yazmıyor

Gülçin Telci’nin aramızdan ayrıldığı haberi ortalığa bir bomba gibi düştü.

Televizyonları seyrettim. Hemen herkes onun dürüstlüğünden, usta gazeteciliğinden sevgiyle söz etti.

Ben Gülçin‘in bir başka yanından en az gazeteciliği kadar etkilenmiştim. Gülçin sevincin, neşenin, dostluğun, çocuksu bir kalbin sahibiydi. O hayatın ta kendisiydi. Uzun süredir hasta olmasına rağmen, ölümünün acısının içimize böyle otumasına neden olan da bence Gülçin‘in bu yanı oldu. Ölüm her zaman trajik bir olay. Ama hayatla ölümün bu korkunç buluşması alışılagelmişin dışında bir trajik öğe taşıyordu.

Gazeteyi açtığımda Gülçin’in gülen yüzünü bir daha göremeyeceğimi bilmek çok acı. Gülçin artık yazmıyacak. O bundan sonra kendisini tanıma şansını bulmuş olanların, arkadaşlarının, dostlarının, yakınlarının, okurlarının yüreğinde sonsuza kadar hep güzellikleri hatırlatmaya devam edecek.

Mekanın cennet olsun.

Seçim otobüsleri

Seçimler dolayısıyla bir derdi dile getireyim.

Genel seçimler ile yerel seçimler birbiriyle içiçe girince ortada bir siyasi trafik görülmeye başlandı. Bize özgü bir garabet saydığım seçim otobüsleri ortalıkta dolanıp durmakta.

Geçen gün bir tanesi yanımdan geçti. Gözüm, yandaki açık bir kapaktan görünen bir yazıya takıldı: 'Silent generator' yazıyor. Türkçesi 'sessiz güç üretici'.

Jeneratörü yapan her kimse, sessiz olmasına, gürültü çıkartarak çevreye zarar vermemesine özen göstermiş. Bunu da nal gibi harflerle aletin üzerine yazmış.

Bizde ise bu sessiz aleti taktığımız otobüs, pervasızca bangır bangır bağırarak sözüm ona propaganda yapıyor. Etrafta hasta, çocuk, uyuyan var mı sorusu büsbütün zait sayılmakta besbelli. Ses kirliliği diye bir şeyi bizim politikacılar duymamış herhalde.

Gününü göreceksin

Geçenlerde Hürriyet İstanbul’da seçim afişleriyle diğer afişlerin billboard’larda yanyana gelişlerinin gülünç sonuçları sergilenmişti.

Benzer bir birliktelik, her gün yolda gülmeme yol açıyor. Bakmasam olmuyor. Bakınca da gülmekten trafikte abuk sabuk işler yapıyorum.

Sözkonusu yanyana billboard’larda bir siyasi parti liderinin atıp tutan sloganlarının hemen yanında son günlerde vizyona giren bir filmin afişi yer alıyor. Afişin üzerinde de nal gibi filmin adı yazılı: 'Gününü göreceksin'!

Cuma günü Ahmet Tan’la ilgili bir yazı yazmıştım.

Sabah’taki yazısına bakılırsa, Ahmet Tan, Türk yemeklerinin yabancı isimlerle vaftiz edilmesine ifrit olmakta. Pidenin niçin 'Turkish pizza' diye satıldığını anlamadığını söylüyor. Daha başka örnekler de veriyordu.

Bir arkadaşım benim yazımı okur okumaz telefona sarılmış.

'Yahu bizde hafıza yok galiba' dedi. Yıllarca güzelim kıyılarımızı 'Turkish Riviera' diye pazarlayan bizim turizmciler değil miydi?'

Düşündüm, doğru. Ayrıca kurala da uygun.

Kural şöyle: İkinci kalite birinci kaliteye referans verilerek tanımlanıyor. Malınız kötüyse size yarayan bir yöntem.

Ama bu bizim için çok yanlış bir tanıtımdı.

Ben bizim kıyılarımızı asla İtalyan kıyılarına değişmem. Hele şimdiki tesislerden sonra hiç değişmem.

Arkadaşım, 'Turkish pizza' söyleminin de farklı olmadığını söyledi.

Ahmet Tan kötü bir yaraya parmak basmış anlaşılan.

Velvet Goldmine

Pazartesi akşamı müthiş bir film seyrettim. Velvet Goldmine, 'tüm zamanların en ihtişamlı filmi' olarak tanımlanıyordu basın bülteninde. (Dayanamadım düzelteyim, doğrusu 'bütün zamanların en muhteşem filmi' olmalıydı). İhtişam konusu tartışmalı ama, çarpıcılık diyorsanız işte o alanda gerçekten rekabeti zor bir film.

Çarpıcılık biraz da galaya gelenlerdeydi. Adının açıklanmasını istemeyen bir arkadaşım, Tuğrul Eryılmaz’ın çevresindeki genç kızlara işaret etti. Yıldırım Türker de bu ilgiden payını alanlar arasındaydı. Aynı kaynak kişi, genç kızların asıl sevgilisinin şarkıcı Teoman ve yönetmen Mustafa Altıoklar olduğunu söyledi. Durum bu sonuncu ikilinin daha başarılı olduğunu gösteriyordu zaten.

Ben asıl 'rocker dansöz' Sibel Gökçe’ye takıldım. Adının gizli tutulmasını isteyen haber kaynağım, bu 'rocker dansöz' hikayesinin bir palavra olduğunu düşünüyor. Ona göre Sibel Gökçe 'rock' dinlediğini göstererek kendisine entellektüel bir hava vermek istiyormuş.

Deniz Pulaş için 'eski manken' deyimini bile o akşam fazla buldum. Halbuki uzaktan ilk farkettiğimde, kendisinden 'podyumların deneyimli mankeni' olarak sözetmeyi düşünmüştüm. Ancak o kadar rüküşlük bütün sıfatları aldı götürdü.

Buna karşılık yeni mankenlerden Şenay Akay, ince uzun topuklu ayakkabıları, siklamen rengi elbisesiyle gerçekten göz alıcıydı.

İkram edilen patlamış mısırı yiyip Efes Pisen’in 'dark' birasını içerken fuayede görebildiklerim bunlar.

Madem yeri geldi, biraz da filmden söz edelim.

Önce bir tespit: Ben kendi hesabıma filmi çok beğendim. Bunun için başta Levi’s olmak üzere - niye 'başta Levi’s' derseniz, çünkü basın bülteninde aynen böyle yazıyordu- Number One TV ve Number One FM, Universal Polygram Music ve Pera Filmcilik’e davetten ötürü teşekkür ediyorum.

Şimdi de bir uyarı. Bu filme giderken aristokrat, burjuva, proleter ve daha aklınıza ne kadar sıfat geliyorsa herhangi birini başa yerleştirebileceğiniz cinsel ahlak değerlerinizi yan cebinize koyun. Hatta bence aslında bu da yeterli bir önlem sayılmaz. Çünkü filmi seyrederken yan cebinizdeki ahlaki değerleriniz yine de sizi rahatsız edebilir. Akla gelen ilk çözüm bunları paltonuzun cebine koyup, paltoyu da vestiyere bırakmak. Ya da en iyisi hepsini bir kesekağıdına doldurup sinemaya en yakın çöplüğe atmak.

Filmin konusuna gelince... Film iki ünlü erkek rock şarkıcısının -aslında bilenler bunların kim olduklarını hemen keşfediyor- arasındaki müthiş aşkı anlatıyor. Müzik dünyasını 1970’li yıllarda sarmış 'glam rock' akımının temsilcileri bu konuda hiçbir sınır tanımıyorlar.

Gala davetinde karşılaştığım bir arkadaşım, filmin gerçekte 'uzun bir video klip' olduğunu söyledi. Doğrusu da bu. Film, müziğin altında yamyassı ezilmiş.

Basın bülteninde filmin müziklerinde Roxy Music, Bryan Ferry, Brian Eno, T-Rex, Lou Reed gibi dünyaca ünlü grup ve müzisyenlerin parçalarının bulunduğu yazılı. Ayrıca 'Venus in Furs' grubu bu film için biraraya gelmiş.

Bütün bu isimler size bir şey ifade ediyorsa, filmi sakın kaçırmayın. Müzik dinlemek yerine film seyredeceğini zannedenler ise sakın yanılmasınlar.

İngiliz sansürü, filmi on sekiz yaşından küçükler için yasaklamış. Bence yetmez. On sekiz yaşından büyük milliyetçi, enternasyonalist ve sair her türlü muhafazakarlar da bu filmi seyretmeden önce en az on kere düşünmeliler.

Cesaret sahibi ve müziksever izleyiciler ise sinema çıkışında, elbette dilerlerse, terk edilmiş cinsel ahlaki yargılarını çöplükteki kesekağından alıp tekrar ceplerine koyabilirler.

Yazarın Tüm Yazıları