Hayatı da sanatı da yüksek gerilimde yaşadı

Oğuz Aral arkadaşımdı, dostumdu. Hal böyle olunca onun hakkında yazılan biyografiyi çok değişik duygular içinde okudum.

Korhan Atay ile Figen Kumru Akşit’in yazdığı Mizahın Abisi Oğuz Aral kitabı, benim için geçmişteki bazı anıların, güzel günlerin ve acıların da tekrarlanmasıydı.

Kitabı okuduktan sonra onu şahsen tanıyanlar, iyi bir karikatüristin, müzikten sözsüz oyuna kadar her yaptığını iyi yapan komple bir sanatçının ancak Oğuz Aral’ın kişiliğinde buluşabildiğini anımsayacaklardır.

Onun karikatürlerini, yazılarını bilenler de yüksek gerilimde yaşayan bir yaratıcının kimliği konusunda ipuçları edineceklerdir. Yaptığını severek yapan bir insandı.

Oğuz Aral kitabı elbette her biyografi kitabı gibi eksiktir, hele bu Oğuz Aral’ın biyografisiyse bu eksiklik oranı mutlaka artacaktır.

Her sayfada soluk soluğa yaşayan, dostlarıyla her şeyini bölüşen, hangi alanda olursa olsun yetenekli insanları bulup, onları yetiştiren bir sanat hocasını göreceksiniz.

Kitabın iki yazarı da, onunla tek bir gün konuşmamışlar. Bir dostlukları yok, bir açıdan belki daha nesnel kalmalarını sağlıyor bu durum, bir açıdan da anlatılanların süzgeçten geçirilmesini imkánsız kılıyor.

Oğuz Aral biyografisi, Bodrum’da 26 Temmuz 2004 tarihindeki ölümüyle başlıyor.

"Oğuz Aral’ın çizgileri daha 14 yaşındayken dergi ve kitaplarda yayımlanmaya başladı. 17 yaşında Türkiye’nin en uzun ömürlü mizah dergisi Akbaba’nın karikatüristleri arasına katıldı. 19 yaşında ilk çizgi romanı yayımlandı" cümlelerini takip eden sayfalarda, onun tüm hayatından önemli detayları okuyacaksınız.

PARANIN ESİRİ OLMADI

İyi, varlıklı bir aile, daha sonraki zor günler. Ailenin, başta annesi olmak üzere bütün kimyasını bozan bir çöküş. Oğuz Aral’ın yaşamını da, yaptıklarını da etkileyen bir şok.

Okurun bu duruma göre de yazılanları değerlendirmesini isterim.

Bütün davranışlarında, iyi bir insan diyeceğinizden kuşkum yok. Parayı harcamak için kazanan bir sanatçı. İnsanın paranın esiri olmadan, yaşamın, dostluğun, sevecenliğin eşliğinde yaşamasını gösteriyor. Evi dostlarına her zaman açık.

Oğuz Aral kitabı, sadece bir kişinin değil, bir sanatçı kuşağının da ortak biyografisinden kesitlerdir.

Eşine bir pırlanta yüzük alıp, gecenin geç saatinde getiren, ona sahici bütün vitrinleri çizdim, denedim diyen.

Bir gazeteye iş müracaatı için gittiğinde, "çiz" diyen patrona, hemen yanına oturup oracıkta patronun ömründe görmediği şeyleri çizen ve hemen gazeteye kabul edilen bir yaratıcı.

Lütfi Akad’ın çekeceği filminin senaryosunu okurken, eksik bulduğu yerleri tamamlamak için bahçenin bir köşesine çekilip, çok kısa bir sürede onu yeniden yazan bir sanatçı.

Oğuz Aral’ın geçinebilmek, yaşayabilmek için çalışmalarını, verdiği mücadeleyi okuyunca, bir sanatçının zirve yolculuğunun dikenli görüntüsüne bir kez daha tanıklık edersiniz.

Pantomim sanatçısı iken başına gelenler ne kadar bizden bir sahnedir.

Sözsüz oyun için, komünizm propagandası soruşturması açıldığında kendilerini şöyle savunur:

"Bizde söz yok ki nasıl suç olur." Hem bu soruşturma, hem de savunması gerçek bir mizah örneği değil midir?

GIRGIR GÜNLERİ

Tiyatro onun yaşamında her zaman olmuştur, Hababam Sınıfı’nın başarısından sonra Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı ile tiyatro yaptı, arkadaşı Müjdat Gezen’di, daha sonra oyunda başrol oynadı.

Oğuz Aral’la ilgili bir kitabın içinde elbette sayfaların çoğunu Gırgır serüveninin kaplayacağını herkes bilir. Nasıl kuruldu, ne kadar sattı, kimler bu dergide çizdi, yetenekleri Oğuz dergiye nasıl kazandırdı? Karikatür tarihimizin bu olgusuna burada epeyce yer veriliyor.

Gırgır’ın siyasi bir tavrı da vardı, mizah aracılığıyla bunu özellikle darbe zamanlarında yaptı, dergi bu yüzden defalarca kapatıldı.

12 Eylül darbeci yönetimi, Gırgır’ın kapağında Kenan Evren’i ve Her Devrin Adamı yazısını görünce 500 bin satan dergiyi kapattı.

Yüksek gerilimde geçen bir hayat.

Yaptığı her şeyin en mükemmelini başaran bir yaratıcı.

Karikatür dünyasında olay yaratan bir derginin yöneticisi.

Oğuz Aral kitabını okurken, onun soyutlanmış biyografisini okumadığınız gerçeğini aklınızdan çıkarmayın.

Siz de kendi bilgilerinize ilave edeceğiniz bu bilgilerden kafanızda kapsamlı bir Oğuz Aral portresi yaratacaksınız. Huysuz ama sevimli.

Şimdi, dostlarının özellikle bu kitabı okumalarını arzu ediyorum. İtiraz edecekleri, benimseyecekleri yerleri merak ediyorum.

Kitap için konuşan pek çok kişinin, söylediklerini yazılı olarak görünce, ben bunu mu söyledim, yok böyle söylemedim diyeceklerini de tahmin ediyorum.

Ailesinin de biyografi için birçok eleştirel yargıları olduğunu biliyorum.

Baştaki sözümüzü tekrarlayayım: Her biyografi eksiktir ve yazanın öznel görüşünü yansıtır.

KİTAPTAN OĞUZ ARAL’IN ÖZEL YAŞAMI

Huysuz İhtiyar’dan önce Yakışıklı Delikanlı

Oğuz Aral, Kurtuluş Savaşı’nın önemli subaylarından Kafkas kökenli bir generalin özgüvenli ve başına buyruk yetişen kızı olan ilk eşi Sevil’le 1957’de evlendi. Sevil, Güzel Sanatlar Akademisi’nin resim bölümünde okuyordu. Aral, evlenme teklifini Sevil’in perspektif dersine girerek, bütün sınıfın ve hoca Nazmi Bey’in önünde yapmıştı. Oğuz Aral 20, Sevil 21 yaşındaydı.

Babasını 9 yaşında kaybeden Oğuz Aral, aile yuvası diyebileceği koruyucu bir çatıya hiç sahip olamadı. Bu boşluğu önemsediği arkadaşlarıyla doldurmaya çalışmıştı. Sevil’le birlikte ilk kez sahip olduğu ortak çatısını dostlarıyla paylaştı. Oğuz ve Sevil’in Kazancı Yokuşu’ndaki yoksul evi, çizerlerin ve yazarların ortak mekanlarından biriydi. Bir akşam bu arkadaş grubuna 19 yaşında bir balerin olan Tolga Tiğin ve tiyatrocu nişanlısı Yılmaz Gruda da katıldı. Bu tanışmadan yedi sekiz yıl sonra Tolga Tiğin, Oğuz Aral’ın ikinci aşkı ve son eşi olacaktı.

Parasal sıkıntılar atlatılsa da Aral ve Sevil’in 9 yıllık evlilikleri sarsılıyordu. Sevgilerinde bir eksilme olmamasına rağmen geçmişte olağan karşıladıkları kimi kişisel davranışlar artık göze batıyordu. Sevil, Ankara’daki babaevine taşındı. Aral da Tolga’yı daha sık görmek için bahaneler uydurmaya başladı. Kulüp 12’de dans etmeye gittikleri bir gece Tolga’yı dudaklarından öptü. Sevil, boşanmayı isteyen taraf olmasına rağmen Tolga ve Aral’ın ilişkisini öğrendikten sonra çok öfkelendi. Ama Tolga-Aral aşkı geri dönülmez bir noktadaydı. Parasızlığa, işsizliğe, bakkala kasaba veresiye yazdırmaların utancına rağmen devam ediyordu. Aral "Kız evlenelim bari, baksana otellerde bile aynı odada kalamıyoruz" diye ikna etti onu. Nikah kıydılar.

Tolga 1970’te Bilge Olgaç’ın yazıp yönettiği İki Aşk Arasında adlı filmde rol alıyordu. Antalya’daki film setinden döndüğünde hamile olduğunu fark etti. Bu sevinçli olduğu kadar endişe verici bir haberdi çünkü Oğuz’la beraber olduğu süre içinde altı kez hamile kalmış ama hepsi de düşükle sonuçlanmıştı. Bu yedinci hamileliğiydi. Neyse ki doğum başarılı geçti. Seyit Ali adı verilen bebek koca kafalı ve kapkara saçlıydı. Aral, koluyla aynı boydaki upuzun oğlu Seyit Ali’yi kaldırıp kalbinin üstüne yerleştirdi. Bebek, Aral’ın göğsüne konmuş bir kelebek gibi duruyordu.

DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ

Don Delillo Kozmopolis Everest

İsmail Güleç Türk Edebiyatında Mesnevi Tercüme ve Şerhleri Pan

Morris Rossabi Kubilay Han’ın Seyyahıİş Bankası Kültür Yayınları

Güney Dinç Kartpostallarla Balkan Savaşı (1912-1913)YKY

Vefa Taşdelen Hermeneutiğin EvrimiHece
Yazarın Tüm Yazıları