Hadi Uluengin: Reyting ilişkiler

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Hasan Cemal, dünkü makalesinde Yunanistan ve Kıbrıs yazılarının artık ‘reyting’ yapmadığını vurguluyordu. Doğru ki, ne doğru!

Ben de Cemal gibi meslek icabı yıllarca Türk - Yunan ilişkilerini izlemiş ve bilgisayar hafızasının ‘byte’larını bu sorunlarda tüketmiş olsam bile, işte hanidir konu hakkında tek satır karalamıyorum.

Geçtim ‘reyting’i, dön baba dönelim hacılara gidelim, eninde sonunda yine aynı çıkmaza varıyoruz. Ne Ege'nin iki yakasında, ne de Akdeniz'in doğu adasında bir milim gelişme kaydediliyor. Her şey eski hamam, eski tas gidiyor.

Ama şimdi Dışişleri Bakanı İsmail Cem'le Helen meslektaşı Yorgo Papandreu uzun aradan sonra New York'ta buluşarak iki saat görüştüler ya; üstelik malum, önce ‘G - 8’ zirvesi, hemen ardından da BM Güvenlik Konseyi Kıbrıs'ta müzakere çağrısı yaptı, eh artık gelişmeler hakkında biraz kalem oynatmak farz oldu.

Dış politikadaki bu hayati sorunsalı, ilanihaye es geçmek mümkün değil.

* * *

İÇERİK ve sonuç şu an önem taşımıyor, New York görüşmesi özünde olumludur.

Çünkü, Türkiye ve Yunanistan'ın dostlar alış verişte görsün kabilinden bile olsa, aynı masaya oturması, hiç oturmamalarından bin defa daha hayırlıdır.

İki bakanın esas ‘çıbanbaşı’ Kıbrıs ve Ege'ye değinmeden nispeten ikincil sayılabilecek konuları tartışmakla yetinmesi de yukarıdaki olguyu değiştirmez.

AB'deki geleneksel Atina barajına ek olarak Apo'nun Kenya vukuatıyla zirveye tırmanan Türk - Yunan gerginliğinin ilk aşamada ‘mektup diplomasisi’yle tedricen yumuşamaya başlaması; sonra da bu izafi yumuşamanın dışişleri randevusuyla bir üst düzeye tahvil edilmesi, velev ki temas ‘sathi’ kalmış olsun, en azından ‘tansiyon düşürmek’ açısından dikkate değer bir gelişmedir.

Ama mucize ummanın alemi yoktur. Helen komşumuzla olan ilişkilerimiz seyrini bundan böyle de inişli çıkışlı ve krizli flörtlü sürdürecektir.

Ancak Yunanistan'dan gelen küçük sinyallere bakılırsa, New York ertesinde Simitis hükümeti itidalli davranmak iradesini arttıracağı ve teröre ilişkin Ankara hassasiyetine daha çok dikkat edeceği izlenimi uyanmaktadır.

Buna karşılık, bilhassa Kıbrıs'ta ilerleme kaydedilmediği takdirde, Atina Ortak Pazar bünyesinde izlediği anti - Türkiye politikayı değiştirmeyecektir.

Ege'den de öte, Ada sorunu ilişkilerdeki belirleyiciliğini koruyacaktır.

* * *

‘G - 8’ Zirvesi'nin ve BM Güvenlik Konseyi'nin müzakere çağrısı, Kıbrıs bu aşamada yine diplomasi gündemine oturuyor gözükmektedir.

Metin Toker'in dün yazdığı gibi, bunda Beyaz Saray seçimleri arifesinde olunmasının payı varsa da, başta Balkanlar'daki gelişmeler, uluslarası dinamiğin şu anki seyri çözülmemiş sorunların çözümlenmesi iradesini öne itmektedir.

Aslında söz konusu gelişmeler, Türkiye tezlerini güçlendirici mahiyettedir.

Hırvatistan'da, Bosna'da, Kosova'da etnik ve teritoryal ayrışım fiilen gerçekleşmişken, Ada'da zaten çeyrek yüzyıldır mevcut olan aynı durumu, gerisin geri değiştirerek tekrar çok etnisiteli ve grift yapılı bir Kıbrıs yaratmaya çalışmak; dolayısıyla Akdeniz'de yeniden ‘Balkanlaşma’ süreci başlatarak, içinden Türk - Yunan savaşının dahi çıkabileceği bir Pandora'nın kutusunu açmak, ne ABD'nin, ne AB'nin, hatta ne de Rusya'nın istediği şey değildir.

Böyle bir formül, onlar tarafından dayatılamaz. Dayatılmak da istenmez.

Kıbrıs'ın çözümü, son tahlilde bir toprak pazarlığından geçmektedir.

Dolayısıyla, müzakere çağrısını reddetmek yerine Maraş bölgesini masaya sürerek hal-i hazırdaki statükoyu resmileştirecek bir sonuca ulaşmak, bugün dünkünden de daha yakın bir ihtimaldir. Gerçekleşme şansı daha yüksektir.

Ve, hiç mi hiç ‘reyting’ getirmeyecek olsa dahi şunu yine vurgulamak gerekmektedir ki, Türkiye, Ada'daki ‘de facto’ fiili durumunu ‘de jure’ bi hukukiliğe kavuşturmadığı müddetçe, dış politikasının ufkunu açamayacaktır.



Yazarın Tüm Yazıları