Hadi Uluengin: AB: İpe kim ne seriyor

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

İktisadi Kalkınma Vakfı Başkanı Meral Gezgin Eriş AB organlarıyla Brüksel'de yaptığı temasların sonuçlarını değerlendirirken, ‘öyle anlaşılıyor ki, ipe un sermiyorlar’ ifadesini kullandı.

Eriş'e göre, ‘Katılım Ortaklığı’ denilen ve Türkiye'nin Topluluk'la müzakere sürecinde ilk belirleyiciliği taşıyacak olan belgenin hazırlanması ya da mali yardım ve kredilerin belirli bir takvim ve prosedür uyarınca Ankara'ya aktarılması konularında Avrupa Birliği sistematik bir çalışma yürütüyor.

İşleri yokuşa sürmek eğilimi yok. En azından, böyle bir izlenim uyanmıyor.

Siyasi - diplomatik açıdan ise, geçmişe kıyasla Kürt ve demokratikleşme sorunlarından hemen hiç söz edilmemesini neredeyse hayretle karşılayan İKV yöneticisi, Belçika başkentinde ısrarla altı çizilen noktanın, Türkiye'yle Yunanistan arasındaki yakınlaşmanın Ortak Pazar cephesine yaptığı olumlu etki olduğunu kaydetti. İkisi arasında kesin bir paralelizmden söz etmek gerekiyor.

Her halükarda, tekrar özel sektör temsilcinin değerlendirmesine dönersek, Helsinki kararından şimdiye dek geçen dört aylık zaman diliminde Brüksel ‘ipe un sermemiş’ ve kendi yükümlüklerini yerine getirmeyi sürdürüyor.

Ya biz ?

* * *

BİZ ki ‘talepkar’ tarafız ve Finlandiya başkentindeki 12 Aralık zirvesinin Türkiye'ye ‘aday üye’ statüsünü tanımasından sonra yeri göğü inleten bayram şenliğimiz bir yana, hatırlayın, sanki yarın Topluluk'a girecekmişiz gibi, bir de bundan böyle kokoreç yiyip yiyemeyeceğimizin derdine düşmüştük...

Peki hakikaten, AB parkurunda biz şu ana kadar ne kadar mesafe katettik ?

Daha doğrusu, bırakın depar çizgisinde yarış pozisyonu almayı, acaba adale ısıtma hareketlerine başladık mı ?

Gündem bab'ında bakarsak, Helsinki ertesinde kısa bir süre medyanın baş köşesine oturan bu hayati konu, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ‘heyecanıyla’ (!) birlikte şıppadak üçüncü, dördüncü, beşinci plana düştü. Ara ki bulasın !

Siyasi açıdan irdelersek, ‘Kopenhag kriterlerini yakalamak’ lafları bir iki defa gevelendikten sonra ‘biz, bize benzeriz’ ideolojisi tekrar bütün löklüğüyle üzerimize çöktü ve ‘dikkat et, ağzına biber sürerim’ zaptiyeleri yine büyük fütursuzlukla değneklerini sallamaya devam ettiler.

Diplomatik bağlamda göz atarsak, çalışma gruplarının kurulması kararı dışında, Nisan ayında Lüksemburg'da toplanan Türkiye - AB Ortaklık Konseyi esas olarak sembolik bir anlam taşıdı ve yasak savmaktan çok öteye kitmedi.

Ve nihayet pratik çerçevede değerlendirirsek, Büyükelçi Volkan Vural'ın ‘süper AB’ müsteşarlığına getirilmesine rağmen, basından öğrendiğimize göre, kendisine yeterli bütçe ve kadro hala ve hala tahsis edilmedi.

* * *

BİRAZ ciddiyet !.. Daha önce de belirttim, politik, sosyolojik, ekonomik ve kültürel sorunlar bir yana, aidiyeti talep eden taraf biz olduğumuz için, çok doğal olarak baştan itibaren biz depar çizgisine de handikapla giriyoruz.

Dolayısıyla, bırakın alargalığı, tam tersine, söz konusu handikapı aşmak için Türkiye'nin AB'den çok daha fazla seferber olması gerekir.

Yukarıdaki stratejik sorunları bir an için yok saysak bile ülkemiz hiç olmassa AB muktesebatı uyarlamasından kredi projesi hazırlanmasına; simültane tercüman eğitiminden stajyer kadro yetiştirilmesine tüm somut konularda sonsuz atik ve yoğun davranabilmelidir ki, hem muhatabımız bize gözünün üstüne kaşın var diyemesin, hem de bilhassa biz onu ‘sıkıştırabilmek’ marjına sahip olalım.

Başka bir deyişle, biz ipe pırıl pırıl çitilenmiş çamaşır sermeliyiz ki, ne kadar hamarat ve becerikli zevce olacağımız anlaşılıp talipler kapıyı aşındıracağından, evde kalmış kız kurusu olmak tehlikesini bertaraf edelim.

Helsinki'den bu yana dört ay bitti, hani bizim ipe serilmiş çamaşırlar ?

Yazarın Tüm Yazıları