Golf sahasından harekat yönetilmez paşam

OLMADI Paşam. Lamı cimi yok.

Haberin Devamı

Orada şehit cenazeleri gelirken, Antalya’da golf oynamaya devam etmeyi kimseye anlatamazsınız.

Sanmayın ki, bu sadece marjinal gazetelerin tepkisidir.

Bize de anlatamazsınız.

Üstelik golf.

Sporların en papyonlusu.

En monşeri.

Sanmayın ki futbol oynamaya devam etseydiniz anlatabilirdiniz.

Elbette Türkiye’de hayat durmaz, devam eder.

Ama siz Hava Kuvvetleri Komutanısınız ve uçaklarınız orada operasyon yapıyor.

Golf sahasından hava harekátı yönetilmez.

Bombaladığınız o mağaralar da, 18’inci delik değil.

ZAFER BENİM, HEZİMET SENİN

Yanılmıyorsam 1992 yılıydı.Bazı gazeteci arkadaşlarımız Güneydoğu’da askerler tarafından düzenlenen bir geziden dönmüşlerdi.

Daha sonraları PKK vicdansızlığını bütün dünyanın vicdanına kazıyacak olan, göğsünden vurulmuş bebek fotoğrafı o köyden çıkmıştı.

Gazeteci arkadaşlarımızın çoğu umutsuzdu.

Büyük bir moral bozukluğu içindelerdi.

PKK’nın, bilmem ne dağına bayrak çektiği, bizim için buraların artık "kaybedilmiş topraklar" olduğunu anlatıyorlardı.

Neredeyse bir Balkan bozgunu havası yayılıyordu.

* * *

Bakın ondan sonra ne oldu?

Katil sürüsü sınırın öte yanında da bu yanında da dünyaya geldiğine pişman edildi.

Elebaşısı Kenya’da yakalanıp, süklüm püklüm Türkiye’ye getirildi.

Ömrünün geri kalan kısmını, 25 metrekare delikte, tek başına tamamlıyor.

Terör çetesinin dünyada, kendine benzeyen marjinal üç beş çeteciden başka destekçisi kalmadı.

Dağlıca’dan sonra yazmıştım, bugün yine aynısını yazıyorum.

Kimse üzülmesin.

Bir karakol basıldı diye, terörle mücadele kaybedilmez.

Bir karakol basılır, 17 şehit verilir.

Ama kimsenin şüphesi olmasın, karşıdaki sürünün de bir kısmı telef olur.

Madem ölmüş beden üzerinden bilanço yapıyoruz.

Geriye bakın.

13 bin aslan şehit var.

Ama çeteci, arkasında 42 bin ceset bırakmış.

Evet doğru; artık karın nahiyesi iyice yağ bağlamış çete elebaşıları hálá dağa çıkartacak, ölüme gönderecek saf çocuk bulabiliyor.

Evet, arada bir hálá oradan buradan toplanan sürü, gelip bir karakolu tarumar edebiliyor.

Evet, hálá oralarda barınmaya çalışan 6 bin eşkıyası var.

Bir de şöyle bakalım.

24 yılın sonunda, dağda "hálá" 6 bin kişi bulabilmek çete için başarı mıdır mıdır, yoksa hezimet mi?

Bağımsız devlet megalo ideasından, etnik kimlik talebine gelmek, siyasi başarı mıdır, yoksa bir aczin, bitmişliğin ifadesi mi?

15 yıl önce kendisine sempati ile bakan üç beş devlet bulabilirken, bugün, Birleşmiş Milletler ve ona üye bütün ülkeler nezdinde "adi bir terör çetesine" indirgenmiş olmak, siyasi açıdan neyi ifade eder?

Zaferi mi, yoksa tükenmişliği mi...

Geride bıraktığımız 24 yıl bize şunu gösterdi: Baskın basanın, o hesap da katilin yanında kalmıyor.

Kimsenin, dağdaki göbekli kumandan bozuntusunun, şehirdeki yatakçısının, cinayetlerde hafifletici neden arayıcısının, hiçbirinin şüphesi olmasın.

Bir gün onları da, İmralı’daki elebaşıları gibi süklüm püklüm göreceğiz.

O inatçıysa, bu millet de en az onun kadar inatçı.

* * *

Tabii bir de kendimize bakalım.

Dağ başında 24 yıl sonra, bunca askeri imkána, bunca harcanan paraya rağmen hálá 6 bin çeteci dolaşıyorsa, bu Türkiye için bir başarı mıdır yoksa hezimet mi?

"O çaputu, vatan toprağının bir santimetrekaresine bile diktirip, bayrak haline getirtmedik" demek, işi çözüyor mu?

Sınır boylarında hálá karakollar basılıyor, güpegündüz çocuklarımız katlediliyorsa, bu ağır bir bilanço değil midir?

Bu hesap için de mutlaka bir fatura çıkarılmalı.

Bu faturayı kime göndereceğiz?

Eski usul sadece askere mi?

Yoksa, yeni usul, "Milli İrade’nin tecelli yeri Meclis’tir" deyip, askere "Paşam iki adım geri" diyenlere mi?

Veya, Alman usulü mü?

Yani askerinki askere, siyasetçininki siyasetçiye mi...

Bir çaresini bulmalıyız.

Çünkü artık "Zafer benim, hezimet senin" oportünizmini kimse yutmuyor.

Yazarın Tüm Yazıları