Futbolumuzu uzaylılar yönetiyor

FUTBOL Federasyonu’nun, Türkiye’deki futbolu yönetecek çapta olmadığının bir göstergesi önümüzdeki sezonun maç programıdır.

Bu sezon biliyorsunuz Gençlerbirliği, iki ayrı takım halinde Süper Lig’de mücadele edecek.

Dünyanın hiçbir futbol liginde benzerine rastlanamayacak bir durum. Bizde de aynı şey vaktiyle Bursaspor’un başına gelmişti ve Bursa’nın iki takım ile ligde yer almasına izin verilmemişti.

Ama bu kez böyle bir uygulamaya gerek görülmedi.

Federasyon, kendince uyanıklık yaparak bu iki Gençlerbirliği’nin ligin ilk haftası oynamasını sağladı.

Belli ki Federasyon, açıkça söylemese bile bu iki takımın maçlarının pek de "dürüst oyun" kuralları çerçevesinde geçmeyeceğini düşünüyor.

Zaten bu iki takımın aynı ligde oynamasının doğru olmadığını savunanlarla aynı şeyi düşünüyor yani. (Altay’ın Süper Lig’de oynama hakkının yendiği bir sezon olarak tarihe geçecek bu sezon.)

Öte yandan Fenerbahçe-Galatasaray maçı da 15. haftada yer alıyor.

Yani tıpkı geçen sezonda olduğu gibi ligin bitimine 3 hafta kala bu maç oynanacak.

Ligin en gerilimli maçını getirip sezonun sonuna koymak, futbol terbiyesi gelişmiş ülkeler için belki cazip olabilir. Ligin bir final maçı ile neticelenmesinin yaratacağı heyecanın önemini de kabul ediyorum.

Ama ne yazık ki ülkemizin futbol terbiyesi bu gerilimi taşıyamıyor.

Bunu bile göremiyor olmasına bakarak şunu soruyorum: Futbol Federasyonu, uzayda mı yaşıyor?


Lider gitse, çevresi bırakmaz ki

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, dün gazetelerde yayımlanan "seçimlerde yüzde 34,4’ün altında oy alırsa durumunu gözden geçireceğine" ilişkin sözlerine Isparta’daki konuşmasında açıklık getirdi.

Erdoğan’ın bu kez yaptığı tarif daha açık: "Tek başımıza iktidar olamazsak ben siyasetten çekiliyorum."

Ve Deniz Baykal ile Devlet Bahçeli’ye de bir soru soruyor: "Siz tek başınıza iktidar olamazsanız siyasetten çekilecek misiniz?"

Erdoğan’ın bu sözleri siyaset gereği rakiplerini sıkıştırmak için söylediğine kuşku yok.

Bu nedenle beklediği yanıtı alacağından kuşkuluyum.

Gerçi Erdoğan’ın bu söylediklerini kendisinin de tutacağından o kadar emin olmamak gerek.

Çünkü bizde siyasal gelenek, başarısızlığını öne sürerek istifa eden liderin sonradan bin bir rica ile siyasete yeniden döndürülmesidir!

Yakın geçmişte barajın altında kaldıktan sonra ayrılan Deniz Baykal’ın "istekleri kıramayarak" nasıl döndüğünü hatırlıyoruz.

Geçen seçimlerden sonra aynı yoldan Devlet Bahçeli de geçmişti.

Tansu Çiller’i yeniden döndürmek isteyenlerin de Mehmet Ağar’ın olası yenilgisi nedeniyle pusuya yattıkları bir sır değil.

Bizdeki siyasi partilerin oligarşik yapıları, "başarısız oldum" diye gitmek isteyenleri bile kolayca bırakmaz.

Parti içindeki varlıklarını ve önemlerini bir liderin askerleri oldukları için kazanmış siyasetçiler, lideri devirecek rüzgárın kendilerini de önüne katıp savurabileceğini gayet iyi bilirler.

Onlar parti içi siyasette sivrilmelerini partinin tabanından aldıkları güce değil, liderin iki dudağına borçlu oldukları için eğer lider giderse açıkta kalırlar.

Ve sonrası çok basittir zaten: "Partim bana baskı yapıyor, ben görevden kaçacak adam değilim, partimin neferiyim, filan falan!"

Bakalım bu seçimden sonra da aynı filmi bir kez daha izleyecek miyiz, gerçekten çok merak ediyorum.

Hoşgörü mü dediniz?

SON yıllarda okuduğum en ilginç röportajlardan biri geçtiğimiz gün Hürriyet Pazar’da yayımlandı.

Gülden Aydın’ın röportajından öğreniyoruz ki Türkiye’de toplam Yezidi nüfusu 377 kişiye inmiş.

Türkiye Yezidilerinin göçünün 12 Eylül sonrasında başladığı ve 1996 yılına kadar sürdüğü anlatılıyor haberde.

Almanya’da 40 bin, diğer Avrupa ülkelerinde ise 20 bin Türkiye’den gitme Yezidi varmış.

Aynı dönemde yoğun bir Süryani göçünün yaşandığı da bilinen bir başka gerçek!

12 Eylül yönetiminin, din eğitimini zorunlu hale getirmesinin tetiklediği bir göç bu.

Ve elbette ki kendi ülkelerinde huzurları kaçırılan insanların zorunlu kaldıkları bir durum!

Röportajdan öğrendiğimize göre özellikle Batman’daki göçün nedeni dini hoşgörü noksanlığı.

Batman’da kaymakamlığın izin vermesine rağmen, tarihi bir Yezidi tapınağının onarılıp, hizmete açılamıyor olmasının nedeni Müslüman aşiretlerin baskısı olarak açıklanıyor.

Her fırsatta Türkiye’nin "dini hoşgörü cenneti" olduğunu söylüyoruz ama eylemlerimiz ile sözlerimiz birbirini tutmuyor.

Toplumsal zenginliklerimiz yaygın bir hoşgörüsüzlüğün baskısı altında eriyip gidiyor.
Yazarın Tüm Yazıları