Fakirleşme dengesine doğru

TÜRKİYE'nin girmiş olduğu yolun sonunda nelerin bizi beklediğini anlayabilmek için Cumhuriyet'in iktisadi tarihine kısaca bir göz atmak gerekiyor.

Ülkemiz her zaman dıştan gelen etkilere, belirlemelere, yönlendirmelere göre kendisine bir rota çizmiştir. Merkez-çevre ülkeler arasındaki ilişki türünün doğal bir sonucudur bu.

1929 krizi patladığı anda Türkiye buna son derece hızlı bir tepki verebilmiş ve bir anda kriz nedeniyle her ülkede yaşanan içe zorunlu kapanma olgusunu kendi avantajı haline getirmiştir. Savaşa kadarki dönem hızla sanayileşme dönemidir, bu başarılmıştır çünkü demokrasi yoktur. Tarım sektörü bu dönemde ezilmiş, yaratılan değerler sanayileşme hamlesine aktarılmış, halk daha da fakirleşmiş ama ülke de büyük altyapı yatırımlarına kavuşmuştur.

Denilebilir ki savaş dönemi koşullarına dünyada en hazırlıklı ülke Türkiye'ydi, çünkü 1929'dan sonra girilen sürecin doğal sonucu bir tür savaş ekonomisiydi zaten ve savaş gerçekten başlayınca da tek değişen şey artan kıtlık oldu, o da demokratik olmayan ortamda sorun çıkmadan halledildi.

***

Türkiye'nin kaderi savaş sonrasında, 1945 yılında belirlendi.

1945 yılı bence Cumhuriyet tarihinin en önemli yılıdır, bir dönüm noktasıdır o yıl ülkemiz için.

Eğer Cumhuriyet kadroları istediklerini yapabilseler, 1930 dönemindeki sanayileşme modelini aynen devam ettirebilselerdi, Türkiye'de 2001 yılında kriz çıkmayacaktı, bir kriz olsaydı bile bu toplumsal çöküşe yol açmadan birkaç ciddi tedbirle atlatılabilecekti.

Cumhuriyet kadroları bunu gördüler ve hızlı sanayileşmeyi sürdürmeyi hedefleyen ‘‘İvedili Sanayi Planı’’nı hazırladılar.

Bu plan ABD'nin onayına sunuldu. Avrupa'nın yeniden imarı için dağıtılmaya başlanan dış yardımdan pay alabilmenin önkoşuluydu bu onayın alınması.

Ve ABD bu planı reddetti,

Avrupa'daki Amerikan yardımını sürdürmekle görevli, Amerikan hükümetine bağlı İktisadi İşbirliği İdaresi yatırım programını reddetme gerekçesinde, programın ‘‘şumullü ve muhteris’’ bir gelişme stratejisini yansıttığını söylemekte ve ‘‘Türkiye planının yalnız Avrupa kalkınmasına doğrudan doğruya yardımı dokunacak kısımlarını dikkate alınmasını’’ istemekteydi.

Avrupa'nın savaşta yıkılmış sanayisini hızla kurabilmesinin koşulu bu ülkelerin tarımsal ürünler ve hammaddelerden oluşan ihtiyacının düzenli karşılanmasıydı.

Dolayısıyla Türkiye'nin hazırladığı planın sadece Avrupa'nın kalkınmasına doğrudan doğruya yardımı dokunacak kısımlarının uygulanmasına izin verilmesinin sonucu Türkiye'nin sanayileşme hedefinden vazgeçip tarıma ve dış ticarete ağırlık veren bir strateji benimsemek zorunda kalmasıydı.

Bu da oldu. Merkez ülkeler bir taşla iki kuş vurdular. Hem kendi ihtiyaçlarına uygun bir sürece soktular ülke ekonomisini hem de Türkiye ekonomisinin dışa bağımlılığını kronik hale getirdiler. 1946 yılına kadar hiç dış açık vermeyen ülke 1946-60 döneminde her yıl istikrarlı ve büyüyen bir dış açık verdi. Bugünkü döviz krizlerinin temeli o dönemde atıldı ve o kritik dönem nedeniyle denilebilir ki Türkiye belini bir daha hiç doğrultamadı. O dönemden itibaren Türkiye'de dış açık her zaman iktisadi politikaları ve tabii ki siyasetin biçimini de belirlemeye başladı.

***

Cumhuriyet kadroları son derece birikimli, bilgili, kaliteli insanlardan oluşuyordu.

Onların bile son analizde direnemediği, teslim olduğu bir dünya sisteminin taleplerine bugünkü kadroların nasıl tepki vereceğini düşününce insan korkudan soğuk terler dökmeye başlıyor.

Türkiye bugün aynen 1945'teki gibi son derece kritik bir dönemeçte.

1980'de girilen süreçte Türkiye gerekli denetim mekanizmalarını kurmadı. Bu yüzden bugün üretim temeli tamamen yok olmaya yüz tutmuş, tarımı mahvolmuş bir ülke var elimizde, üretmeden ticaretle, rantla, faizle yaşamaya çalışan abuk bir balon ekonomisiydi bu. Tüm dengeler altüst oldu, balon patladı. Bunun olacağı biliniyordu ama tedbir alınmadı. Şimdi yönetimde olan kadrolar şaşkınlık içindeler, devekuşu misali kafalarını kuma sokarlarsa tehlikenin geçeceğini sanıyorlar.

Ne yapacaklarını bilemiyorlar. Kontrolü kaybettiler. Dış açık yine siyaseti belirliyor.

Türkiye fakirleşecek, hepimizin hayatı değişecek. Altüst olmuş dengeler bayağı alt düzeyde başka bir noktada tekrar kurulacak.

Merkez ülkelerde bu karar verildi, karar gizli değildi, farklı cümlelerle açıklandı, tebliğ edildi bize.

Süreç başladı. Bu son derece kritik dönemde ülkede yönetim boşluğu var. Bu intihar demektir.

Olup bitecekler uzaktan seyredilemez. En azından yenilecek darbeler yumuşatılabilir, geçiş süreci kontrol altına alınabilir.

Bunun için güçlü bir kadronun hemen ülke stratejisini hazırlaması, büyük bir plan, program yapması fakirleşme sürecini kendi insiyatifine alması, insanlara olan biteni açıklıkla anlatması ve bunu sadece dışardan belirlenen bir süreç olmaktan çıkarması gerekir.
Yazarın Tüm Yazıları