Esrarlı güzel Konya

Konya’nın gizemini çözebilmek için onun saat ve mevsimlerine karışmak lazımdır. Orada bir süre yaşamak, geçmişini bilmek ve bugününü gözlemek gerekir.

Konya zengin geçmişinden gelen mimari zenginliğin yanı sıra damakta unutulmaz tatlar bırakan yemekleriyle de meşhurdur. Bu yemekler bile insanı Konya bağımlısı yapmaya yeter de artar bile.

"Konya, bozkırın çocuğudur. Onun gibi kendini gizleyen esrarlı bir güzelliği vardır. Bozkır kendine bir serap çeşnisi vermekten hoşlanır. Konya’ya hangi yoldan girerseniz girin sizi bu serap vehmi karşılar..." Ahmet Hamdi Tanpınar, "Beş Şehir" kitabının Konya bölümüne böyle başlar. Tanpınar bu kenti en güzel ifade eden yazardır. Konya’yı anlatırken kurduğu cümlelerin lezzetine çok az metinde rastlanır. Tanpınar anlatımına şöyle devam eder: "Sağlam ruhlu, kendi başına yaşamaktan hoşlanan, dışarıdan gösterişsiz, içten zengin Orta Anadolu insanına benzer. Onu yakalayabilmek için saat ve mevsimlerine iyice karışmanız lazımdır... Konya insanı ya bir sıtma gibi yakalar, kendi alemine taşır, yahut da ona sonuna kadar yabancı kalırsınız."

Konya’ya her gidişimde, hep başka bir yüzle karşılaştım. Çünkü Anadolu’nun en eski kentlerinden Konya, çok hızlı gelişiyordu. Her seferinde başka bir kente gelmiş sanıyordum kendimi. Geniş asfalt yollar, modern apartmanlar, cam binalardan göz kırpan işyerleri, kentin ortasından yükselen 42 katlı gökdelen, çay bahçeleri, alışveriş merkezleri, Meram Bağları’na doğru milyon dolarlık siteler...

Kent ne kadar modernleşse de bazı semtleri, sokakları bende kutsal çağrışımlar yapıyordu. Tıpkı Kudüs’teki gibi. Orada da çan sesinin, ezanla birbirine karıştığı sokaklarda, kendimi hep kutsal bir alemin içinde hissetmiştim. Yedi yüz yıldan beri yeşile çalan mavi renkli koni kubbenin altında yatan Mevlana, nedense beni hep kendine çekti, hep davet etti. Zaten Doğu’nun gelmiş geçmiş en büyük mutasavvıfı, en coşkulu şairi Mevlana Celaleddin Rumi şu cümleleriyle tüm dünyayı yanına çağırmıyor muydu: "Gel, gel, kim olursan gel,/ Kafir de olsan, Yahudi veya putperest de olsan gel./ Dergahımız ümitsizliğin dergahı değildir./ Yüz defa tövbeni bozmuş olsan yine gel."

MEVLANA’NIN İLK SEMASI

Her ne kadar hanlar çirkin beton yapılara dönüşse de, turistlere kilim, hediyelik eşya satan dükkanlar eskinin hile karışmamış ticaretinin üstüne soru işareti düşürse de, Konya Çarşısı’nda dolaşmayı çok seviyordum. Orayı gezerken bugünden sıyrılıp, terzilerin İdris Peygamber’den, dericilerin Ahi Evran’dan, ekmekçilerin Ömeri Berberi’den, kuyumcuların Nasır Bin Abdullah’tan, sakaların Selman-ı Kufi’den icazet aldıkları Ahi düzenini düşlüyordum.

Çarşıda koşturan aceleci kalabalıkları görmezden gelip, Müslümanlarla Hıristiyanların, Yahudilerle Mecusilerin bir arada dostça yaşadığı Selçuklu başkenti Konya’yı özlüyordum. Kuyumcular Çarşısı’nda ise heyecanım doruklara tırmanıyordu. Çünkü ilk semanın bir kuyumcu dükkanının önünde başladığını biliyordum. Bazen bir kenara oturup, gözlerimi kapatıyordum. İşte o an Mevlana’yı sema yaparken görmeye başlıyordum. Nedim Gürsel "Yedi Dervişler" adlı kitabında benim düşlediğim "ilk sema" sahnesini şöyle anlatıyordu: "Şems’in acısı tazeydi daha, aradan uzun yıllar geçmesine rağmen yara kapanmamıştı. Sağ elini cüppesinin yakasına götürdü, kirpiklerini kıstı. Bozkırda üşüyen bir Rum abdalına benziyordu böyle. Onun kadar yalnız, garip, terk edilmiş. Birden, içinden yükselen coşkuya teslim olmuş gibi sağ omzunun üstüne düştü başı. Ve oracıkta kuyumcu dükkanından gelen çekiç seslerinin uyumlu tıkırtısına kapılıp yavaştan dönmeye başladı. Döndükçe Şems’in acısı azaldı, ferahladı yüreği. Döndükçe çekiç sesleri çoğaldı, örsün üzerinde altın varaklar incelip dümdüz oldular. Ve onu böyle kendinden geçmiş dönerken gören dükkanın sahibi Selahaddin coşarak çıraklara daha hızlı çekiç sallamalarını buyurdu. Kendisi de dışarıya fırlayıp dönmeye başladı. Aşk kırgını Mevlana ile kuyumcu Selahaddin semada kucaklaştılar..."

SELÇUKLU ESERLERİ

Konya’daki Selçuklu eserlerini teker teker gezmeye niyetliyseniz, bir haftanızı ayırmanız gerekir. Bu eserleri gördüğünüzde, Konya’nın Anadolu Sultanlığı’nın başkenti olduğu zamanlarda, Selçukluların ne kadar güçlü ve mimarilerinin ne kadar güzel olduğuna tanıklık ederdiniz. ABD’li tarihçi Bernard Berenson, bu eserler karşısında hayranlığını şöyle ifade etmişti: "Selçuklu mimarisi ne büyük mucize! Zarafeti, tasarımdaki kendine özgülüğü, süslemesindeki ince mükemmelliği, Fransız Gotik mimarisinin en iyi örnekleri hariç bildiğim bütün mimari tarzlarından çok üstünde... Selçuklu sultanları Konya’da ikamet ederlermiş, şimdi de onların zevklerinin, güzelliğe duydukları sevginin ve ihtişamlarının rakipsiz bir anıtı Konya."

Son gittiğimde Konya bunaltıcı bir sıcağın etkisindeydi. Kentin ortasındaki Alaeddin Tepesi’ndeki parkın içinde, bir ağaç gölgesine sığınıp, bir yandan soluklandım bir yandan da tam karşımda duran İnce Minareli Medrese’yi seyrettim. 1255’te, Selçuklu’nun en büyük vezirlerinden Emir Sahip Ata’nın yaptırdığı medresenin minaresi, bir yıldırımın hışmına uğramış, yarısından fazlası yıkılmıştı. Sonra, 1251’de yapılan Büyük Karatay Medresesi’ne gittim. Bu yapı Türkiye’deki Selçuklu taş işçiliğinin en güzel örneklerinden biriydi. Selçuklu tarihinin en seçkin adamlarından Celaleddin Karatay, en zor sorunları bu medresenin çatısı altında bilgelikle halletmişti. Konya’ya son gezimin amacı, bu kentin zengin mutfağının peşinde koşturmaktı. Onun için bu yarım yamalak gezimin ardında, yine birçok görülecek yeri bırakıp döndüm.

Konya’nın ağız tadı

Konya mutfağının geçmişinin 8 bin yıl öncesine kadar uzandığı öne sürülür. Buna kanıt olarak da, Çatalhöyük kazılarında bulunan yemek kaplarındaki mercimek ve bulgur kalıntıları gösterilir. Günümüzde pişen tandır çorbası, mercimekli bulgur pilavı ve mercimek yemeğinin köklerinin Çatalhöyük’e dayandığı söylenir. Konya mutfağının şekillenmesinde Mevlevi mutfağı çok önemli bir rol oynamıştır. Konya mutfağı Selçuklu, Osmanlı ve Anadolu mutfaklarından da birçok örneği barındırmaktadır.

Konya’ya gittiğinizde neyi nerede yiyeceğinizi şaşırabilirsiniz. Çünkü bu kentte büyüklü küçüklü tam 600 lokanta var. Mutlaka yenmesi gereken lezzetlerin başında etli ekmek gelir. 180 gram hamurdan yapılmış yufkanın üstüne 100 gram et ve 100 gram sebze karışımı konarak yapılan etli ekmek çekerek uzatılır. Etli ekmeğin uzunluğunun 90 cm. eninin ise 20 cm. olması gerekir. Ustalar, boy uzadıkça ekmeğin tadının kaçtığını öne sürer. Etli ekmekteki malzemeler kadar ustalar da önemlidir. Eğer Konya’da etli ekmek yemeye niyetlenirseniz size Nalçacı Caddesi’ndeki Cemo’yu öneririm. 20 yıldan beri etli ekmek hazırlayan bu mekan en iyilerden biridir.

Eğer Konya’nın geleneksel ev yemeklerini tatmak isterseniz, Akçeşme Mahallesi’ndeki Köşk Restoran’a uğramanız gerekir. 1860’ta inşa edilmiş eski bir köşkte müşterilerini ağırlayan restoranda, Konya’nın geleneksel yemeklerinden yoğurt çorbası, bütümeti, sac böreği, yaprak sarması, su böreği, ekmek salması, mantının yanı sıra, sacarası, höşmerim, irmik helvası gibi tatlıları da bulabilirsiniz. Köşk’e yolunuz düşerse, ekşili bamya çorbası içmenizi öneririm. Konya’nın en köklü lezzetlerinin başında ise fırın kebabı gelir. Bu kebabın en lezzetlisi, Maliye Sarayı civarındaki Hacı Şükrü’nün fırınında pişer. 1907’den beri fırın kebabı pişiren bu lokantada, muhteşem bir lezzetle tanışacağınızdan emin olabilirsiniz. Kebabın yanında ise kuru soğan yemeyi ve buz gibi ayran içmeyi ihmal etmeyin.

Konya’ya gitmişken, Kadınlar Pazarı’nı görmeden dönmek olmaz. Geçmişi Selçuklular’a dayanan Aziziye Camii’nin yakınlarındaki pazarda, eskiden bağ bahçe sahibi hanımlar kendi ürettikleri sebze ve meyveleri satardı. Adı bundan dolayı Kadınlar Pazarı olmuştur. Şimdi satıcılar kadın olmasa da, avlunun ortasındaki bölümde yine taze sebze ve meyve satılmaktadır. Avlunun kenarlarına sıralanmış dükkanlarda ise Anadolu’nun dört bir yanında üretilen peynirleri bulmak mümkündür. Konya’nın ünlü küflü peynirinin en lezzetlisini burada bulabilirsiniz. Nasıl yenmesi gerektiğini satıcı size anlatacaktır.
Yazarın Tüm Yazıları