Ertuğrul Özkök: Kızıl elmaya dönüş

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Kızıl elma, kelimesini artık eskisi kadar işitmiyorum. Belki de ders kitaplarından da kaldırılmıştır.

Ama ben o sihirli kelimeyi hiçbir zaman unutmadım.

Bir de şu dizeleri:

‘‘Küçüktüm ufacıktım

Top oynadım acıktım

Buldum yerde bir erik

Kaptı bir alageyik...’’

* * *

Çocukluk yıllarımdan itibaren hayatımda en derin yer etmiş dizelerden biri bu oldu.

Ziya Gökalp'in bu dizelerini ‘‘ezberlettirildiğim’’ o çocukluk günlerimde, henüz ‘‘kızıl elma’’ kelimesini ve onun arkasındaki muazzam ihtirası bilmiyordum.

Bu dizeler hayatıma üç bölüm halinde girdi.

Birincisi o güzel İzmir yıllarımda.

Elimde mis gibi deri kokan çantamla o dut ağaçlarının altından Gazi İlkokulu'na yürüdüğüm günlerde hayatıma girdi.

Kolay ezberlenen bir şiirdi.

Akılda çok kolay kalıyordu.

Ve içinde bana, bir çocuğa ait her şey vardı. Top oynamak, acıkmak, yerde bir şeyler bulmak vs...

Ama sadece bu kadar.

İçindeki hissiyatı, o derin ihtirası okuyabilecek yaşta değildim.

İkinci dönem, o ihtirası anlayabileceğim yaşlardı.

Ama ne yazık ki ben o yaşlarda, bir topluma, bir halka hedef gösteren ihtirası derinlemesine okuyabilecek ruh haletinde değildim.

O yaşa geldiğimde, hırçın ruh dalgalarımın üzeri, zorlama bir enternasyonalizmle kaplanmıştı bile.

‘‘Kızıl elma’’ artık ‘‘Osmanlı'nın emperyalistçe büyüme oburluğunun ideolojik hedefiydi’’.

‘‘Kızıl elmaya’’ diye yola çıkan sultanlar benim gözümde Afrika'yı sömürmeye giden kolonyalistlerden farklı değildi.

İçimde, çok derinlerimde ve sağlam bir duygu yine de bana, Türklüğüme ait gurur sinyalleri veriyorduysa da, ben artık gönüllü bir sansür sürgününe gitmiştim.

* * *

Artık başka limanlardaydım.

O mesajı okumam katiyen mümkün değildi.

O büyülü kelime, ‘‘Ergenekon’’la birlikte, ‘‘Turan’’la birlikte alıp başını gitmişti.

Geçenlerde Cogito Dergisi'nin Bizans özel sayısında Stefanos Yerasimos'un ilginç bir makalesini okudum.

Bir teoriye göre, ‘‘kızıl elma’’ Bizans'tan gelen bir kavrammış.

Ayasofya Kilisesi'nin önünde İustiniaus'un at üzerinde bir heykeli varmış.

Sol elinde, üzerinde haç bulunan altın bir küre tutuyormuş.

İşte kızıl elma oymuş.

* * *

Ama başka bazı metinlere göre kavramın kaynağı Bizans değil, Türkler'miş.

Peki Türkler'in Batı'daki kızıl elması neresidir?

Viyana mı? Yoksa Roma mı?

Hayır, ikisi de değil.

Almanya'nın Köln Şehri'ymiş.

Yani Osmanlı'nın yürüyüş menzilinde son durak orasıymış.

Ya Doğu'da?

Ziya Gökalp'in bir gecede yazdığı ‘‘Kızıl Elma’’ destanındaki Saduttin Molla, Türk akıncılarının bu ülkeyi Hindistan'da, Çin'de, Mısır'da aradıklarını ama oraya ulaşamadıklarını, vaat edilen bu ülkenin başka yerlerde olmadığını, ama kuşkusuz var olduğunu söylüyor.

Tıpkı şu dörtlükteki gibi:

‘‘Zemini mefküre, seması hayal

Bir gün gerçek fakat şimdiki masal’’

* * *

Benim ‘‘kızıl elmam’’ artık üçüncü yaşına geldi.

Efsanedeki küre, artık ruhumda bambaşka anlamlara geliyor.

Artık çocuk değilim, top oynamıyorum, yerlerde bir şeyler bulamıyorum.

Ama nedense bu basit dörtlükte yine aynı müzikal heyecanı tatmaya başladım.

Ve tabii ki, o dörtlüğü daha derin okumayı.

‘‘Kızıl elma’’ denilen uzak hedeflerin aslında bir keşif duygusunun yumuşak sloganı olabileceğini...

Küreselleşme, küreyi küçültüyor.

Küre küçüldükçe kızıl elma büyüyor. Coğrafyamız Doğu'da Turan'ı, Batı'da Köln'ü aşıp geçiyor.

Ve küçücük bir çocukken eriğimizi alıp kaçan alageyik, hálá koşuyor.

Biz de onun arkasından yepyeni bir dünyaya doğru gidiyoruz.

Yani yeni ‘‘kızıl elmaya’’ doğru...

Yazarın Tüm Yazıları