Dürüstlüğü sizden öğrenecek değiliz

HAYATA gerçek anlamda atılıp da dalgalı suda yüzeyde kalmaya çalıştığım sıralarda...

Haberin Devamı

Profesyonel oyunculukla uğraşan bir arkadaşım bana, hâlâ aklımın bir köşesinde tuttuğum ama pek de aksiyona dökemediğim bir tavsiyede bulunmuştu.
“Hayatta kalmak için herkes az biraz oyuncu olmak zorundadır” demişti.
Yani, yeteneğim olsun olmasın, biraz oynayacaktım, başka yolu yoktu.
Öfkemi gizleyecektim, mutluluğumu abartmayacaktım, hüsranımı belli etmeyecektim.
Tercümesi şu: Gerektiğinde biraz yalan yapacaktım.
Kendimi dünyanın en vahşi yaratığı olan insandan korumanın tek yolu buydu.
Arkadaşım bana bunu öğütlediğinde şımarık çocuklar gibi “Yapamam ben bunu” diye sızlanıp durduğumu hatırlıyorum.

*

Dayak yiye yiye onun dediğine geldim mi?
Geldim belki ama yalan söylemeyi, yalandan davranmayı pek beceremedim.
Becerdiğimi sandığım durumları da yüzüme gözüme bulaştırdım.
Yani kendimi oynamadığım sürece oyunculuk konusunda hep sınıfta kaldım.
Bedelini de ödedim elbette. Genelde kendi kendimi cezalandırarak.

*

Haberin Devamı

Yıllar sonra başka bir arkadaşım kendisinden söz ederken, “Ben yalan söylemem. En fazla eksik anlatırım” demişti.
Bunun ne anlama geldiğini uzun uzun düşünüp pek çözememiştim.
Yalanın başka bir türüydü sanırım.

*

Öyleydi böyleydi derken, neticede şunu kavradım...
Herkes şu hayatta zırhını kuşanmanın bir yolunu bulmuştu.
Bu sayede mümkün olduğunca hasar almıyor...
Hasar alsalar da çaktırmıyorlardı.
Ben inattan ya da beceriksizlikten –bilmiyorum- yalandı, kıvırmaydı, kenarından dolanmaydı, inkârdı, üste çıkmaydı...
Yapamadım.
O nedenle her seferinde dımdızlak ortada kaldım.

*

Yine de şanslıydım...
Oyunun parçası olmayı reddettiğim vakitlerde bir yerden sürülmedim, dışlanmadım, en fazla kendim yürüyüp gittim.
Ha, hiç mi olmadı tutunmak istediğim zamanlar?
Oldu pekâlâ ama üstünden zaman geçtiğinde de “İyi ki tutunamamışım” dedim.
Erdemlilik timsali falan değilim, yanlış anlaşılmasın.
Ama başkalarının yerine koymak için kendimizi, önce kendi durduğumuz yeri iyice bir anlamak gerekiyor.
O nedenle bu gevelemelerim.

*

Varmak istediğim yer ise Dolmabahçe Bezmiâlem Valide Sultan Camisi müezzini Fuat Yıldırım ile Dolmabahçe Camisi imamı Halil Necipoğlu’nun başına gelenler.
Nedeni malum...
Birileri Gezi olayları sırasında direnişçilerin camide içki içtiklerini iddia etti.
Oysa o gece orada olanların yarısı canının derdinde, diğer yarısı ise onların canını kurtarma peşindeydi. Arkadaşlarım bütün gece camiye su kolileri taşıdı, olan biteni onlardan dinledim; pek çokları da manzarayı internetteki videolardan izlediler.
Birileri istedi ki müezzin de, imam da “O gece camide içki içtiler” desin.
İkisi de din paydasında buluşmadan evvel insan...
İkisi de din paydasında buluşmadan evvel ahlaklı oldukları için görmedikleri şeyi söylemeyi reddettiler.
Ve Dolmabahçe Camisi’nden alınıp başka başka yerlere sürüldüler.

*

Haberin Devamı

Müezzin de, imam da...
Ortadaki oyunun parçası olmayı...
Oynamayı...
Yalan söylemeyi...
Reddettiler.
İhtimal o ki, sürüleceklerini biliyorlardı.
Oyunu oynamayı reddedenin oyun dışı bırakılacağını tahmin ediyorlardı.
Umursamadılar.
Belki umursadılar da...
Başka türlüsünü kendilerine yakıştıramadılar.
Zira belli ki kendileriyle hesaplaşan, olayları çıkarlarına göre rasyonalize etmeyen, adil insanlar.
Onların inanışlarına göre cennet diye bir yer var.
İnanalım, inanmayalım, hepimize orada ya da burada biçilen bir cennet, bir cehennem var.
İlahi güç değilim, bilemem.
Ama ben olsam, onlara kendi cennetlerinde başköşeyi hazırlamıştım.
Dileyelim ki öyle olsun.
Dürüstlük başa bela ama bir yerde de ödüllendiriliyordur elbet.
Böyle din adamlarına can kurban.

Yazarın Tüm Yazıları