Direniş çağrısı

YOK, yok... Sandığınız gibi değil...

Medya Towers’ın önüne barikatlar kurup, hep birlikte “Gün doğdu hep uyandık / Siperlere dayandık” marşı söylemekten söz etmiyorum...

Haberin Devamı

Lastik yakmaktan, slogan atmaktan, pankart açmaktan, sıkılmış yumruklarımızı ısırarak yeminler etmekten falan da söz etmiyorum...

“Direniş”ten muradım şunlardır:

Bilinçli bir isyan duygusunu taşımak... Yaklaşan yakın tehlikeye karşı azimli olmak... Teslim olmamak... Israrla ama ısrarla savunma halini sürdürmek...

* * *

Şimdi ben “tehlike” falan deyince...

Lütfen aklınıza hemen “şeriat tehlikesi” gelmesin...

Ben size niyet okumaya dayanan, “Bunlar gelince bizi kıtır kıtır kesecekler vallahi” tarzında vehimlere yaslanan, “gizli ajanda” hafiyeliğini gerektiren, “üç vakte kadar İran olacağız” şeklinde yapay korkulardan güç alan bir “tehlike”den söz etmiyorum...

Şunu unutmayın:

Tayyip Erdoğan ve ekibinin, memleketimizi “din kaynaklı ilkeler” ile yönetmek gibi bir hedefi yok... Hiç olmadı da...

Ama durun bir dakika!

Haberin Devamı

“Tamam, öyleyse birader... Din yok / Tehlike yok...” tarzında laikçi rahatlamalara kaptırmayın hemen kendinizi...

* * *

Çünkü başka türlü bir “tehlike” almış yürümüştür.

Şöyle bir tehlike:

En kutsal hak olan “eleştiri hakkı” dümdüz edilmektedir... Hem de eşi görülmemiş biçimde...

Vergi salınarak, göz korkutularak, patron sıkıştırması yapılarak, tasfiye listeleri hazırlayarak...

Herkes hizaya sokulmak istenmektedir.

Zaman, Yeni Şafak, Star, Bugün, Vakit... Hepsi ellerinde... Yetmedi Sabah’ı aldılar... İrili ufaklı bir ton televizyon kanalları oldu... Yetmedi ATV’yi aldılar...

Ve bütün bunlarla yetinmeyip, şimdi Hürriyet’ten bir Yeni Şafak, Milliyet’ten bir Star gazetesi çıkarmak istiyorlar.

İstiyorlar ki hepimiz Mustafa Karaalioğlu gibi, Akif Beki gibi, Fehmi Koru gibi olalım...

Özal’ı yerin dibine sokan, Demirel’i acayip hırpalayan, Çiller’e memleketi dar eden, Mesut Yılmaz’a vuran bir geleneği bitirip, herkesin el pençe divan durduğu bir ortam istiyorlar.

* * *

Durum şudur: Burada konuşamazsak, başka bir yerde de konuşamayız... Burada teslim olursak, başka yerde de teslim oluruz... Burada bela isek, başka yerde de bela oluruz...

Yani burada ya da başka yerde... Direnmekten başka bir çare yok...

Haberin Devamı

Ve bu direniş, “holding direnişi” ya da “Aydın Doğan müdafaası” falan değildir...

Bu direniş, “söz söyleme hakkı” için yapılan bir direniştir.

Twitter mesajları

“AK saçlı” bir üstadımız dedi ki: “Twitter’da yazıp çizdiklerine dair kuşkular uyandırmaya çalışanlara vereceğin en iyi cevap, orada yazıp çizdiklerini ifşa etmektir.”

Büyük sözü dinliyor ve ifşaata başlıyorum... İşte Twitter’da yazdığım mesajlardan bazıları:

* * *

* “Ben arızayım” diye kitap yazıp gazetelere röportaj veren o kıza aldanmayın... Hakiki bir “arıza”, asla “Ben arızayım” demez.

* Adak adıyorum: Eğer bir gün herhangi bir gazete ya da dergide Elif Şafak adını görmezsem, o gün kurban keseceğim.

Haberin Devamı

* Galatasaray - Beşiktaş maçı 3-0 olunca Mustafa Denizli’nin dudaklarına kondurduğu ezik kıvrımın adını koyuyorum: “Ne yaptım ben ya kıvrımı.”

* Tamer Karadağlı ile Arzu Balkan çifti, “ayrıldıktan sonra birlikte takılan eski evli çift” modeliyle bütün kameraları peşlerinden sürüklüyorlar.

* Pardon! Saba Tümer için “Postmodern Güzide Kasacı” esprisi yapıldı mı? Kaçırmış olabilir miyim böyle bir espriyi?

* Haşmet twitter’a karşı değilmiş, twitter’ı pisletenlere karşı imiş... Bir nevi “twitter iyi / çevresi kötü” sendromu...

* Yağmurlu İstanbul sabahlarının milli marşı “Bu sabah yağmur var İstanbul’da” şarkısını mırıldanmak şu sel felaketi ortamında ne kadar abes kaçar?

Haberin Devamı

* Şol İkitelli’nin dereleri / Akar Kadir deyu deyu...

* İşte umrenin ilk somut etkisi: Ertuğrul Özkök’le Sultanahmet’te yürürken, sakallı, şalvarlı ve takkeli bir adam, “Ertuğrul Abi” diye bağırdı...

* Çobanlara kötü haber: Aysun Kayacı Harvard’da öğrenim görecekmiş.

* Yaşar Alptekin’in samimiyeti sorgulayan yazılar yazmış biri olarak, “Adam galiba samimi” noktasına gelmiş dayanmış bulunmaktayım...

* Edacı mısın? Nurettinci mi? Cevap veriyorum: İtikatta Nurettinci, amelde Edacıyım...

* Sami Yusuf adlı Londra’da mukim yeşil popçu çocuktaki “Keremcem edası”, nedense beni acayip gıcık ediyor.

* Refik Halit okuyalım, okutalım... Bir tür “erken dönem Hıncal Uluç” olan Refik Halit, sanırım yazılarında “ben” diyen ve en olmaz konuları işleyen ilk Türk yazarıdır.

Yazarın Tüm Yazıları