Denktaş artık inandırıcı olamaz

Başbakanın dediği gibi, Türk tarafının amacı Kıbrıs konusunda cidden çözüm istediğini dünya’ya inandırmak ise, seçimler sonrası tutumuyla Denktaş’ın müzakereciliği mutlaka bırakması gerekir.

Ankara, Kıbrıs’taki gelişmelere el koyduğunu ve yönlendirmeye başladığını gösteriyor. Başbakan ardı ardına yaptığı açıklamalarla, Kıbrıs’ta Denktaş veya KKTC meclisi değil asıl Türkiye’nin söz sahibi olduğuna işaret ediyor.

Erdoğan;

1. Annan planının temel alınacağının

2. Bu planda da;

a. Egemenliğin,
b. Mülkiyet sorununun,
c. Asker sayısının,
d. Uygulamaya giriş tarihinin yeniden müzakere edileceğini açıkladı.

3. Rauf Denktaş’ın müzakerecilikten, Mümtaz Soysal’ın da danışmanlıktan ayrılması gerektiğini ima etti.

Perşembe gecesi NTV’deki Basın Odası programında Tarhan Erdem de ilk defa çok açık şekilde, Rauf Denktaş’ın müzakerecilikten ayrılması gerektiğini söyledi.

Ben seçimler öncesi, Denktaş’ın çok gerçekçi bir insan olduğunu, seçim sonuçları ve değişen koşullara kolaylıkla uyum sağlayabileceğini yazmıştım.

Ancak son gelişmeler, Denktaş’ın tutumunu aynen sürdürme konusundaki ısrarı ve Annan planına karşı açtığı savaş, bunun mümkün olamayacağını gösteriyor.

Denktaş müzakereci kaldığı taktirde, Türk tarafı ne kadar ılımlı ve olumlu davranırsa davransın inandırıcı olamaz.

Denktaş artık, çözümsüzlüğün bir bayrağı bir sembolü olmuştur. Bu bayrak altında sonuç alınamaz.

Neden?

Eğer bunu merak ediyorsanız, Denktaş’ın yerine getirilecek müzakerecinin başarılı olup olamaycağını tartışmak istiyorsanız, gelin haftaya Salı günü yine burada buluşalım. Salı’ya kadar sağlıcakla kalın... İyi hafta sonları...

* * *

GS’I SADECE FATİH TERİM KURTARABİLİR

Bu sezon Galatasaray bir türlü toparlanamadı. Takım oturamadı ve arka arkaya mağlubiyetler veya gereksiz beraberlikler geldi.

Bu durumlarda ortaya çıkan “eleştiri uzmanları” ve timsah gözyaşı döken “gözlemciler” de, yangına körükle gidince kontrol elden kaçtı. Medyamız durur mu, o da yaralı arslanın üstüne saldırdı.

Ulusal hastalığımız depreşti.

İlk akla gelen de, Fatih Terim.

Eğer Terim görevden alınırsa, sanki herşey yoluna girecekmiş gibi bir hava estiriliyor.

Oysa tam tersine, GS’ı kurtarmak istiyorsak, Fatih Terim ile oynamamak, aksine destek vermek gerekiyor.

Eğer bir klübü bulunduğu durumdan da kötü bir noktaya itmek istiyorsanız, ligin tam ortasında antrönörünü (yani beynini) değiştirin. Bu, intahar anlamına gelir. Dünya’nın en önemli ismini bulup getirseniz dahi bir şey yapamaz.

Oysa Fatih Terim nelerin iyi gitmediğini artık açıkça görüyor ve biliyor. Şimdi yapılması gereken, Terim’e gereken desteği vermek ve herşeye yeniden başlamasını sağlamaktır.

Boş yere maceralara girmeye, dışardan doktor aramaya gerek yok.

Galatasaraylılar mantık sahibidirler. Eminim Fatih Terim’i linç etmek değil, destek vermek yolunu seçeceklerdir.

AB, TÜRKİYE’Yİ NASIL GÖZLÜYOR?

Avrupa Birliğinin Türkiye ile ilgili bilgileri nerelerden ve nasıl aldığını, nasıl değerlendirdiğini çok merak ediyordum. Geçen hafta Brüksel’deyken araştırdım ve son derece ilginç bir mekanizma ile karşılaştım. Bu, öylesine karmaşık bir mekanizma ki, öylesine farklı kaynaklardan yararlanılıyor ki, direkt olarak etkilemek son derece güç. Sıralaması değişebilir, ancak yaptığım konuşmalardan ben şöyle bir sonuç çıkarttım:

1. GÖZLEMCİLER:

AB Komisyonu en başta, Türkiye’ye yolladığı gözlemcilerin hazırladıkları raporlardan yararlanıyor. Gözlemci niteliğindeki kişiler ülkede dolaşıyor, çeşitli çevrelerle görüşüyor ve izlenimlerini, mümkün olduğunca somut şekilde bir rapora döküyorlar.

2. ANKARA’DAKİ TEMSİLCİLİK:

AB Komisyonunun Ankara’daki temsilciliğinin Brüksel’e yolladığı bilgiler ve raporlara büyük önem veriliyor. Hazırlanan ana raporların hammaddesini bu bilgiler oluşturuyor.

3. ANKARA’DAKİ ELÇİLİKLER:

Avrupa Birliğine üye olan ülkelerin Ankara’daki Büyükelçiliklerinin kendi başkentlerine yolladıkları değerlendirme ve bilgilerin bir bölümü de, elekten geçirildikten sonra Brüksel’e yansıtılıyor. Bunlarda, değerlendirme potasına konuyor.

4. TÜRK MEDYASI:

AB Komisyonuna ulaşan bilgi ve değerlendirmelerin en büyük bölümü, Türk-yabancı gazeteler ve televizyonlarda yayınlanan haber-yorumlardan kaynaklanıyor. Atılan manşetler, özel haber ve demeçler, yorumcuların görüşleri, büyük dikkatle izleniyor ve Brüksel’e yansıtılıyor.

5. SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ:

Brüksel’in en çok dinlediği diğer bir kesim de, Türk ve Yabancı Sivil Toplum Örgütleri (STÖ) ve onların yazdıkları raporlar. AB, bu örgütleri “bölücü-kominist veya devletten yana” diye ayırmadığı için, gelen bilgileri ard düşünce ile karşılamıyor. Herbirine ayrı değer veriyor.

EN ÇOK DUYARLI OLUNANLAR: YARGI VE ASKER

Brüksel’deki AB bürokratlarının en büyük duyarlıkları, en büyük dikkatle izledikleri nelerdir, diye sorarsanız, o konuda da şöyle bir liste çıkıyor:

1. İŞKENCE İDDİALARI:

AB için en önemli kıstas, hükümetin işkenceyi tamamen kaldırmak isteyip istemediği. Bu alanda çıkan haber veya demeçler hemen not ediliyor.

2. YARGI KARALARI:

Gerçekleştirilen reformların nasıl uygulandığı da, yine önemli izlenen noktaların başında geliyor. Savcıların açtıkları davalar ve yargının verdiği kararlar, sürekli mercek altında tutuluyor.

3. ASKERİN AÇIKLAMALARI:

AB Komisyonu ve AB Parlamentosundaki görüşleri etkileyen ve yine büyük dikkatle izlenen, muvazzaf askerlerin yaptıkları siyasi nitelikli açıklamalar.

Komutanların askeri konuları kapsayan açıklamalarına kimsenin bir itirazı olmuyor. Ancak, siyaseti kapsayan (türban, YÖK reformu dahil) demeçler verdikleri veya açık konuşmalar yaptıkları anda, Brüksel’de alarm zilleri çalıyor. Bunun, Türkiye’ye özgü koşullardan kaynaklandığı veya askerin daima siyasete yön verdiği, Türk topulumunda askere büyük güven duyulduğu gibi gerekçeler kabul edilmiyor. AB klübünde, askerin siyasi otoriteye bağlı olması gereği vurgulanıyor. Türkiye’ye özel bir statü tanınmıyor.

RAPORLAR SÜMEN ALTI EDİLEBİLİR Mİ?

Belki de, Türkiye’deki alışkanlıklarımızdan dolayı, Komisyon’daki yetkililere bunu da sordum: Acaba, gelen raporlar sümen altı edilip bulgularla oynanabilir mi?

“İmkansız. Zira raporu verenler yarın kamuoyunun önüne çıkıp, yazdıklarının farklı olduğunu, Komisyonun ise tamamen farklı bir sonuç çıkarttığını söyleyebilirler. Bundan dolayı, kimse cesaret edemez”yanıtını aldım.

Önümüzde tam 12 ay var.

İnce uzun bir yolun, en tehlikeli virajına yaklaşıyoruz.

AB konusunu ciddiye alanların tutumları çok önemli. Bu yolu mayınlamak isteyenlerin de nerelere basmaları, nerelere basmamaları gerektiği apaçık ortada.

Verilen her demeç, alınan her kararın Brüksel’e ulaşacağını ve AB yolunu kolaylaştıracağını veya zorlaştıracağını bilmemizde çok yarar var...

TÜRKİYE, SÖZÜNÜN ERİ DEĞİL...

Biz en çok neyimizle övünürüz?

“Erkek adam olmak”, “Erkek sözü” vermekle ve özellikle de “Sözünün eri” olmakla övünmez miyiz?

Tabii, hem de nasıl övünüz.

Ancak, gelin görün ki Uluslararası ilişkilerde ve yabancı yatırımcıların gözünde Türkiye, tam aksine sözünde durmayan, “verdiği sözleri çok kısa sürede unutuveren”, hatta çıkardığı yasalarla dahi kendi sözünü bir süre sonra iptal eden ülke görünümündedir.

Yılların getirdiği bir birikim sonunda bu noktaya geldik.

İşimize geldiği zaman, Avrupa Konseyine, Avrupa Parlamentosuna sözler verdik. Hem de Başbakanlarımız, insanların gözlerinin içine bakarak bu sözleri verdiler. Sonra, tüm dediklerini unuttular. Yüzlerce örneği var.

Veya resmi gezilerde bol keseden vaadlerde bulunduk. Ardından, adamları pişman edene kadar peşimizden koşturduk. Yine bu konuda onlarca örnek var.

Nihayet, yabancı yatırımcılara da yalan rüzgarlarını andıracak sözler verildi. Bırakın sözleri, yasalar çıkarıldı.

Sonra, verilen sözler unutuldu. Çıkarılmış yasaların tam aksine başka yasalar uygulamaya sokuldu. Bu kargaşadan kurtulanlar da ya Danıştay veya Sayıştay tarafından iptal edildiler. Yeni yorumlar getirilip yasalardan yararlanmak isteyen yabancı yatırımcılar cezalandırıldılar.

Bir de “Avrupalı neden bize inanmıyor ve mutlaka uyum paketlerinin uygulanmasını görmek istiyor? diye soruyoruz. Veya “neden yabancı yatırım gelmiyor?” diye yakınıyoruz.

Uzağa gitmeden, kendimize bakalım.

Türkiye’nin bugün dünya ile güven tazelemesi gerekiyor. Sözünün eri olduğu eski günleri geri getirmek ve uygulamaktan başka çıkış yolu yok.
Yazarın Tüm Yazıları