Demokrasiyi içine sindirmek

TÜRKİYE Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok, ‘İmam hatipte okumuş bir insanın Türkiye’de başbakan olmasını hiçbir şekilde içime sindiremem’ demiş.

Barolar Birliği Başkanı’nın bu ifadesinin tek bir anlamı vardır. O da kendisinin demokrasiyi içine sindirememiş olduğudur. Konunun Başbakan Tayyip Erdoğan’la ilgisi yoktur. Nitekim daha önce de Turgut Özal’ın cumhurbaşkanı olmasını içine sindiremeyenler olmuştu. Daha gerilere gidersek, 1950’lerde Muammer Karaca tiyatrosunda oynanan ‘Ednan abi (Bey) duymasın’ oyununun esprisi Adnan Menderes’in başbakan olmasının içe sinmemesiydi. Bundan sonra da demokrasi, inşallah işlemeye devam ederse, birilerinin içine sinmeyen başbakanlar daha çoook çıkacaktır. Başbakan Erdoğan, Barolar Birliği Başkanı’nın bu sözlerini bir imam hatip mezunu olarak değil, mesela benim gibi değerlendirsin. Tekrar edeyim, konu ne İmam hatip mezunlarıdır, ne de Başbakan’ın kişiliğidir. Konu baro başkanının demokrasiyi hazmedememesidir. İşin vahim tarafı da budur.

* * *

Aslında demokrasiyi içe sindirmek o kadar kolay bir iş değildir. Mesela ben aslında diktatörlükten yana olduğumu birçok yerde beyan etmişimdir. Sadece bu tercihimin ‘olmazsa olmaz’ bir şartı vardır: O da benim diktatör olmamdır. Diktatörün ben olmadığı bir dikta rejimine kesinlikle razı değilim. Benim diktatör olmam ise pratik olarak imkansız olduğu için tercihim, başbakan kim olursa olsun, demokrasiden yanadır. Bu da bir bakış açısıdır. Baro başkanına kullanmasını tavsiye ederim.

* * *

Cumhuriyetin kurucu kadrolarında yer alan Milli Eğitim Bakanı Hasan Áli Yücel’i ölümünden kısa bir süre önce, bir grup ODTÜ’lü olarak ziyaret etmiştik. Kendisiyle Köy Enstitüleri meselesini konuşmak istiyorduk. Köy Enstitüleri gerçekten çok yaratıcı bir tasarımdı. Nasıl başlamış, ne kadar başarılı olmuş, niçin akamete uğramıştı, bunları merak ediyorduk. Konuşmanın belli bir aşamasına gelince Hasan Áli Yücel, bize şunları söyledi. ‘Aydın kişiler olarak, hayatınızın sonuna kadar Atatürk devrimlerini özellikle laikliği yaşatmakla, demokrasiyi yerleştirmek arasında tercih yapmakta zorlanacaksınız; çünkü devrim, tanım icabı demokrasiyle bağdaşmaz.’ Pek çoğumuzun içinden çıkamadığı temel çelişki işte budur.

* * *

Bu çelişkinin özü, demokratik süreç sonucunda, halkın laikliği tercih etmeyenleri iş başına getirmesinin galip ihtimal olmasıdır. Cumhuriyete kadar, Türk milleti diye bir şey yoktu; Müslüman milleti vardı. O kadar ki Birinci Cihan Harbi’nden sonra kurulan ‘League of Nations’ resmi olarak Türkçe’ye ‘Cemiyet-i-Akvam’ yani ‘Kavimler Topluluğu’ diye tercüme edilmişti. Daha sonra adı ‘United Nations’e dönüştürülen ve yeniden örgütlenen bu kuruluşun Türkçe’deki resmi adı ‘Birleşmiş Milletler’ olmuştur. Yani İngilizce’deki ‘nation’ kelimesinin Türkçe karşılığının kavimden, millete dönüşmesi 60 yıllık bir olaydır. Bu yüzden milletin ortak hafızasında ‘Türk kavminden ve İslam milletinden’ olmak diye iki kimlik vardır. İslam kimliğinin demokratik süreçte öne çıkması kadar doğal gelişme olamaz. Aydınların karşı karşıya kaldığı gerçek mesele, şekilci bir laikliği dayatmak değil, İslam kimliğinin öne çıkmasına rağmen, toplumun gelişmesine katkı yapabileceğine inandığımız laikliğin öz değerlerini öne çıkarmak ve halkımıza benimsetebilmektir. Zor, ama doğru olan budur.

Son Söz: Dayatana, dayatırlar.
Yazarın Tüm Yazıları