Deli danadan korkuyoruz, ‘antibiyotik manyağı’ inek sütü içiyoruz

BAHÇIVAN Gıda’nın kurucusu Mecit Bahçıvan, Lüleburgaz’daki fabrikayı gezerken anlatıyor:

‘Peynirin ilkel koşullarda üretildiği dönemde mandıraları dolaşmaya bir gün oğlum Erdal’ı da götürdüm. İnsanların ayaklarıyla peynir teknelerine girdiğini gören Erdal peynirden tiksindi. Götürdüğüme pişman oldum.’

Mecit Bahçıvan
, oğlu Erdal Bahçıvan’ın üniversite yıllarına doğru hijyenik ortamda peynir üretimine kafayı taktığını ve gerçekleştirdiğini belirtiyor.

Mecit Bahçıvan, işleri adım adım oğluna bırakıp, kenara çekiliyor. Erdal Bahçıvan da nöbeti devralırken, sektöre ‘öncülük’ yapmaya da soyunuyor.

Erdal Bahçıvan, Süt ve Et Üreticileri Birliği’nde (SETBİR) işin başına patronların geçmesi gerektiği inancını sektör temsilcilerine anlatıyor. Sonuçta Selçuk Yaşar’ın ‘yavrusu’ gibi gördüğü SETBİR’de Erdal Bahçıvan’ın başkanlığında ‘patronlar yönetimi’ dönemi başlıyor.

Erdal Bahçıvan, SETBİR’i, TÜSİAD gibi etkin hale getirip, Türkiye’nin tarım-hayvancılık politikasına olumlu katkılar yapmayı planlıyor.

Erdal Bahçıvan, Türk tarım ve hayvancılığının yıllarca ‘köylüyü oy deposu’ gören anlayışla, yanlış yönlendirildiğini düşünüyor: ‘Kişi başına geliri 3 bin dolar olan Türkiye, 30 bin dolarlık ABD’den pahalı et yiyor. Türk insanı Avrupa’nın en pahalı sütünü içiyor. Bu da Türk tarımının popülist politikalar yüzünden gerçek potansiyeli doğrultusunda gelişmemesinden kaynaklanıyor.’

Erdal Bahçıvan
, bir ülkenin en önemli iki sermayesinin ‘toprak’ ve ‘insan’ olduğunu hatırlatıp, ekliyor: ‘Toprağı iyi kullanamadıktan, insanları iyi besleyemedikten sonra, genç nüfusla övünmenin anlamı yok.’

Erdal Bahçıvan
, hayvancılığın nasıl gerilediğini şu örnekle ortaya koyuyor: ‘Lüleburgaz’daki fabrikanın komşusu Kırkköy’den 12 yıl önce günde 6 ton süt alırdık. Aradan geçen dönemde bir sürü dev kuruluş süt işine girdi. Kırkköy’ün süt verimi 2.5 tona düştü. Meyhane ve kahvehane sayısı arttı. Pancar, ayçiçeçi, buğda üretip devlete satmak daha kolay geldi onlara.’

Erdal Bahçıvan
’ın yakındığı konular arasında canlı hayvan ithalatının önüne ‘deli dana engeli’ çıkarılması bulunuyor: ‘Deli dana yüzünden canlı hayvan ve et ithalatı yasak. 8 yıl önce Avrupa Birliği’ne (AB) ‘alacağız’ diye söz verdiğimiz 19 bin ton eti almamakta direniyoruz. Bu, AB kapısında başımızın derdi olarak duruyor. Tarım Bakanlığı’nın bünyesinde 100 bin personel var. Ciddi kontrol kadrosu ayırıp, canlı hayvana kapı açılamaz mı?’

Erdal Bahçıvan
, şu benzetmeyi yapıyor: ‘Bizim makinamız canlı hayvan. Yeterli ve kaliteli canlı hayvan olmadıkça, bizim sektör nasıl daha ileri gider?’

Erdal Bahçıvan
, daha sonra hayvanlarda antibiyotik kullanımının iyi denetlenmediğinden yakınıyor: ‘İnekler ‘antibiyotik manyağı’ olmuş durumda. Bu yüzden süt alırken çok zorlanıyoruz.’

Anlatılanlardan şu sonuç çıkıyor:

Canlı hayvana kapıyı kapattık, deli danadan korunuyoruz...

‘Antibiyotik manyağı inek’lerin sütünü içiyoruz...

Denetimle bu sorunları çözmek o kadar zor mu?

Artık iki elimiz Migros’un yakasında

MİGROS
Genel Müdürü Ömer Bozer, 50’inci yaş coşkusuyla açıklıyor:

‘Perakende sektörünün öncüsü olarak teminat veriyoruz. Yeni Türk Lirası’na (YTL) geçiş zam gerekçesi olmayacak. Biz Migros’ta fiyat yuvarlamalarını aşağı doğru yapacağız...’

Oysa ekonomi yönetimi ve sokaktaki vatandaş, ‘yuvarlama etkisi’yle gündeme gelebilecek zamlardan korkuyor.

Avrupa Birliği (AB) üyesi 11 ülkenin ortak para birimi Euro’ya geçişinde birçok ülke vatandaşının ‘yuvarlama’ yüzünden canının yandığı biliniyor.

Bu yüzden Migros’un verdiği sözün üzerinde durmak gerekiyor. Hatta perakende sektöründe ağırlığı olan diğer kurumlardan da böyle sözler almak işe yarayabilir gibi görünüyor.

Ondan sonra da biz tüketicilere Migros ve onun gibi söz verecek kuruluşların yakasına iki elle yapışmak düşüyor.

Fiyatları iyi izlemeye şimdiden başlayalım...

‘Aşağı yuvarlayacağım’ diye söz verip, YTL zammı yapanlara günü geldiğinde sözlerini hatırlatalım...

Düşen enflasyonun YTL zamlarıyla geri dönmesine izin vermeyelim.
Yazarın Tüm Yazıları