Çok sıcak daha da sıcak olacak

SABAH, uzun çabalardan sonra gözümü aralamayı başardım. Şöyle bir etrafı kestim; evet arkadaşlar, doğru yerdeyim, yani yatağımdayım.

Yanlışlıkla fırına girip yatmış filan değilim.

Fakat bu sıcaklık normal bir şey değil. Sanırsın biri dev bir fön makinesi yaptırmış ve hedef olarak da benim evi seçmiş.

Sıcak gibi bir şey de değil. Çünkü şu kadarlık ömrümüzde sıcak hava görmüşlüğümüz var. Bu daha tuhaf bir şey.

Bir yandan duşa ulaşmaya çalışıyor, öte yandan gazetelerde çıkan ‘‘Sıcak havaya karşı önlemler’’ türü haberleri hatırlamaya çalışıyorum.

‘‘Marul yiyince mi sıcağı hissetmiyorduk... Şeftali kabuklarını alnımıza bağlayınca derin dondurucuya girmiş gibi mi oluyorduk...’’ gibi sorular eşliğinde duşa girdim.

Su resmen sıcak akıyor. Her şey de sıcak olmaz ki birader!.. Gittim buzdolabının kapısını açtım, karşısına oturdum.

Sonra fark ettim ki bu hakikaten manasız bir hareket.

Gazeteye ulaşabilsem, orada klima var. Bir tür cennet olarak tasarlıyorum kafamda Hürriyet binasını.

Gözümü karartıp eve klima taktırayım bile dedim bir ara. Ama sonra ‘‘20 gün, bilemedin bir aylık bir saldırı bu. Değmez şimdi...’’ diyerek vazgeçtim.

Hem yakın bir arkadaşımın klima yüzünden başına gelenleri bilirken, tutup böyle bir tesisat kurdurmak da gereksiz geldi bir anda.

Arkadaşım üç gün önce ‘‘Yanıyorum ben arkadaş’’ diyerek eve klima taktırdı. Klimayı almışken tepe tepe kullanayım deyip, en soğuk pozisyona getirmiş.

Son gördüğümde boynu tutulmuştu. Bu yaz gününde ‘‘Ehem, soğukta kaldım...’’ demesi hakikaten tuhaf kaçıyor...

* * *

Her neyse, gölgeden yürümeye çalışarak ve arada güneşe kötü kötü bakıp, ‘‘Git başka yeri kavur be, çöl mü sandın burayı’’ diye söylenerek Taksim Meydanı'na ulaştım.

Gazete bayiinin, ‘‘Bir Hürriyet, bir Fanatik’’ şeklindeki cümlemi algılaması iki dakika kadar sürdü. Sıcaktan o da iptal olmuş. Zaten benim ‘‘500 bin lira vereceksin abi, metro jetonu kabul etmiyoruz’’ cümlesini algılamam da iki dakikamı aldı. Neticede anlaştık ya, ona bakın siz.

Gazete yolunda ilerlerken bir ara başaramayacağımı düşünüp ‘‘Bildiğin soğuk hava deposu varsa oraya çek usta’’ demeyi düşündüm şoföre.

Ama dayandım ve klimaları koç gibi çalışan binamızın döner kapısında, küçük çaplı zaferimi kutlamak amacıyla iki tur atıp binaya girdim.

Oh!

* * *

Asansörde dört beş kişi filandık herhalde. Şöyle bir baktım asansör kadromuzda kimler var diye. Aaaaa! Bünyamin Sürmeli var asansörde.

CNN Türk'ün hava raporlarını sunan ve mükemmel tahminleriyle gözümüzde yüce şahsiyet mertebesine ulaşmış kişi.

Muhabbetim olmadığı için çekindim ve soramadım ‘‘Sayın Sürmeli, bu sıcak hava zulmü daha ne kadar sürecek?’’ diye.

Ama o sırada medeni cesareti benden daha yüksek biri sordu.

Kötü haber... Daha devam edecekmiş. ‘‘Kaç gün daha kavruluruz sizce Sayın Sürmeli?’’ diye araya kaynamayı düşünürken, inmem gerekti...

* * *

Tam masaya oturdum, telefon çaldı. Arayan kişi, Sebastian Carlos. ‘‘Sebastian Carlos da kim?’’ demeyeceksiniz herhalde.

‘‘N'aber Sebastian? Normal mi hayat?’’ dedim.

Belli ki o da sıcak tarafından eskitilmiş vaziyette. Sesi zor çıkıyor. Sadece ‘‘Sıcak... Manasız... Sıcak...’’ dedi.

‘‘Bunun adı sıcak değil. Bu başka bir şey’’ dedim.

Sebastian her zamanki gibi enteresan bir tespit yaptı: ‘‘Bu hava... Günahlarımızdan dolayı... Bir nevi cehennem için ön ödeme yapıyoruz...’’

Tırstım. ‘‘Hakikaten doğru konuştun birader’’ dedim ve telefonu kapattım.
Yazarın Tüm Yazıları