Çevreden merkeze adam taşımak: AK Parti’nin geleceği

ÇOK beylik, hatta ‘banal’ bir analizim var Türkiye’de siyasetin doğasıyla ilgili.

Belki beylik bir analiz ama ben bu analizin hala daha Türkiye’de siyaseti açıklamak bakımından geçerli olduğunu düşünüyorum.
Basitçe şöyle:

Toplumu iç içe geçmiş çemberler olarak düşünün. Bu çemberler esas olarak insanların sosyo-ekonomik durumunu simgelesin. En dışta, en kalabalık çemberde görece en yoksullar, en içte en dar çemberde ise toplumun en zenginleri yer alsın.
Türkiye bir sosyo-ekonomik mobilizasyon ülkesi. Bu ülkede ‘demokratik’ siyasetin bir numaralı görevi, en dış çemberden başlayarak insanları daha iç çemberlere taşımak. Yani sosyo-ekonomik mobilizasyonu hızlandırmak, yönlendirmek.
Dikkat edin, bu işi başaran partiler, yani dış çemberlerden iç çemberlere doğru geniş kitleleri taşıyan, kalabalıklar halinde insanların hayat standardını reel anlamda yükseltebilen partiler, bu işi yapabildikleri süre boyunca iktidarda kalıyorlar. Ne zaman ki parti bu işlevi yerine getiremez oluyor veya yerine aynı işi daha iyi yapacak bir alternatif çıkıyor, o zaman o parti gidiyor, yerine yenisi geliyor.

Bizde Batı’daki gibi zaman zaman muhafazakârların zaman zaman sosyal demokratların iktidara gelmesi gibi bir durum yok. İktidarda son almış yıldır aşağı yukarı aynı politikaları uygulayan partiler var. Hepsi de dışarıdan içeriye insan taşıyabildikleri ölçüde başarılı oldular, hayatta kaldılar.
Bu anlamda Adalet ve Kalkınma Partisi’ni son almış yılın en başarılı iktidarlarından biri saymamız gerekiyor. Çünkü bugüne kadar hiçbir siyasi parti bu kadar çok sayıda insanı o en dış çemberden alıp daha iç çemberlere taşımadı.
Dün bazı rakamlar verdim. Günde dört dolardan az bir gelirle yaşayan insan oranı 2002’de yüzde 30’un üzerindeymiş, bugün bu rakam yüzde 4.
Yani nüfusun yüzde 26’sı, sokakta gördüğünüz her dört kişiden biri, bu toplumun en dış çemberinden kurtulmuş, daha iyi şartlarda yaşamaya başlamış.
İyilik göreli elbet, o yüzden yapılanı yeterli görmemek, daha fazlasını istemek son derece normal.

Yine dün yayımladığım rakamlara bakalım. Bu toplumun en az gelir edinen yüzde 10’luk diliminin geliri reel olarak iki kat artmış 2002-2008 arasında.
Bunlar hep AK Parti’nin başarıları.
Evet ama bu başarılar düne ait. Seçmen, düne değil yarına oy veriyor. Dün başarılanlar seçmen için bir güvence olsa da, esasen insanlar kendilerine ümit verene, daha iyi bir gelecek vaat edene oy veriyorlar.
Bana soracak olursanız AK Parti açısından esas zorluklar önümüzdeki dönemde başlayacak. O dış çemberlerden iç çemberlere geçenlerin daha iyi bir hayat kavgası, sosyal mobilizasyonla toplumda daha üst basamaklara tırmanma çabası artık daha farklı şartlarda sürecek.
Acaba o farklı şartlara AK Parti uyum sağlayabilecek mi, o farklı şartların gerektirdiklerini topluma sunabilecek mi?
Orta gelir gruplarına doğru başlayan nüfus yoğunlaşması ister istemez o en dış çemberdekilerin (unutmayın hep en dışta bir çember olur) beklentilerinden farklı beklentilerin gündeme gelmesine neden olacak.
Örneğin daha iyi eğitim, daha iyi ulaşım, daha çok iş seçeneği, daha iyi sağlık hizmeti, daha iyi emekli maaşı talepleri artacak. Orta gelir grubundakiler, düşük gelirlilerden farklı olarak kaybedecek şeyi olan, onları kaybetmekten korkan insanlar olacaklar, yani o anlamda muhafazakarlaşacak, değişime, hele hele hızlı değişimlere direnecekler.

AK Parti, bu toplumun son köylü ve ilk varoş partisi. Şimdi köylü sayısı çok azaldığı gibi varoşlardaki yoğunluk da azalıyor, nüfus zaman içinde şehirli olacak. Zaten bunu yapan da AK Parti’nin kendisi.
Peki AK Parti ‘şehirli’ partisi olacak mı?

Geleceğin siyasi partisini düşünmek

BAKSANIZA Cumhuriyet Halk Partisi’nin yöneticileri bile seçimi AK Parti’nin kazanacağını, kendilerinin tek başına iktidar çıkmayacağını telaffuz ediyor. Bence kimsenin kuşkusu yok, 12 Haziran’da yapılacak seçimde AK Parti bir kez daha tek başına iktidar olacak. Tek bilinmeyen bu partinin Anayasayı tek başına değiştirebilecek çoğunluk miktarı olan 330 milletvekilinden fazlasını çıkarıp çıkaramayacağı.
O zaman, AK Parti’yi sevmeyenlerin, bu iktidara muhalif olanların yapması gereken 2015 seçimine hazırlanmak. 2015’e hazırlanmak demek, 2020’lerin Türkiye’sinin vizyonuna sahip olmak, önce bir ülke hayali kurup sonra da o hayali gerçekleştirecek politikaları hazırlamak ve en önemlisi halkın da o hayale ve politikalara inanmasını sağlayacak iletişim stratejisini uygulamaya koymak demek.
Bana kalırsa, Türkiye’nin son bir büyük değişim hamlesine ihtiyacı var. O da, gerçek bir demokratik sistem kurup geleceğin sistem tartışmalarını uzunca bir süre için gündemden düşürmeyi hedefleyen bir değişim olmalı.
Eğer bu değişim 2011-2015 arasında olacaksa çok daha iyi. Böylece 2015’in gündemi sistem değil başka bir şey olur. Ama yok bu değişim şimdi gerçekleşmeyecekse veya eksikli kusurlu tartışmalı bir değişim yaşanacaksa, ister istemez geleceğin gündemi de sistem tartışmalarından oluşur.
Muhalefetin bu ortamda, seçime giden günlerde ve seçimi izleyen dönemde yapıcı bir çizgi içinde ama kendi ilkelerine sadık olması son derece önemli. Doğrudan ‘İstemezük’çü bir çizgi, korkarım onlar için 2015’in de şimdiden kaybedilmesinin yolunu açar.
Çünkü hepimiz biliyoruz, önümüzdeki ayların gündemi yeni anayasa olacak.
Yazarın Tüm Yazıları