Çeteler ve ifade özgürlüğü

Ferai TINÇ
Haberin Devamı

Susurluk kazası ile irinli bir çıban başı gibi patlayıveren karanlık ilişkiler ağını Başbakan Mesut Yılmaz'ın tarif ettiği gibi ‘devleti ele geçirmeye çalışan suç örgütlerinin azgınlığı’ teşhisi ile geçiştirmek mümkün mü?

Çeteler konusunda önce muhalefette, sonra da iktidarda en fazla gayreti gösteren birkaç siyasetçiden biri olduğuna inandığım Başbakan Yılmaz'ın cumartesi gün yaptığı basın toplantısını dinlerken bu soru takıldı aklıma.

Başbakan, ‘Susurluk öncesinde gelinen noktada organize suç örgütlerinin hedefi devlet yönetimi olmuştur’ dedi.

Onların devlet ve siyasetteki uzantılarını ortaya çıkartmadan organize suç çetelerini ortaya çıkartmanın mümkün olmadığını söyledi.

İşte ben burada takıldım. Bu ‘uzantı’ meselesinde.

Kimden kime uzantı?

Suç örgütlerinden devlet ve siyasetçilere mi ‘uzantı’ oldu?

O zaman bir grup politikacı ve bürokratın mafyadan rüşvet almasından söz ediliyor demektir.

Türkiye'de hukuk devleti kavramını zaafa uğratan olaylar ve ilişkiler zincirinin altında yatan sadece bu mudur?

Teşhiste yanılgı, tedavide yetersizliğe götürür.

Uzantı tersine olmuştur.

En son Kutlu Savaş'ın hazırladığı raporda da belirtildiği gibi devlet kendisini korumak gerekçesiyle hukuk dışı yollara baş vurmayı mübah görmüş, suçlularla iş yapmış, zaman içinde bu ilişki ağı çerçevesinde Başbakan'ın da sözünü ettiği organize suç örgütleri imkanlarını ve güçlerini arttırmış ve devletin başına bela olmuşlardır.

Önemli olan bu zihniyetin devletten temizlenmesidir, yoksa olayı mafyaya karşı mücadeleyle sınırlamak sitemi tıkayan krampı çözmeye yetmeyecektir.

***

ZİHNİYET değişimini sağlamanın koşulu ise bir yandan çeteleri, şimdi yapıldığı gibi, kanun önüne çıkartıp ilişkiler ağını gözler önüne sermek, diğer yandan demokratik hukuk devletini güçlendirmekten geçiyor.

Başbakan, hükümete düşen görevleri sıralarken çok önemli bir noktaya değiniyor.

‘Benzer olayların olmaması için sistemin gerekli koruyucu tedbirlerle güçlendirilmesi lazım.’

Başbakan belki farkında değil ama, ama aynı günün akşamı yaptığı bir konuşmada sistemi güçlendirecek sihirli anahtarın aslında avucunda durduğu anlaşılıyor.

***

İSTANBUL'da bugün sona erecek olan çok önemli bir toplantı yapılıyor. Hürriyet Başyazarı Oktay Ekşi ve Türk Basın Konseyi'nin ev sahipliğini yaptığı Dünya Basın Konseyleri Birliği'nin dördüncü genel kurulu ve yedinci uluslararası konferansında basın özgürlüğü ve sınırları tartışılıyor.

Dünyanın önde gelen gazeteci ve basın temsilcilerinin katıldığı toplantının ilk akşamı Başbakan Mesut Yılmaz konukların onuruna bir yemek veriyor.

Fatih Sultan Mehmet'in toplarını döktüğü tarihi tophanede, Yılmaz konuklara şöyle sesleniyor:

‘Rejimleri gerçek bir demokrasi yapan, aydınlanma ve aydınlatma özgürlüğü, kamuoyunun serbestçe oluşmasına imkan yaratılması, çok seslilik, katılımcılık gibi kavramların toplumda yerleşmiş olmasıdır.’

Ve ilave ediyor:

‘Ülkemizde yıllardır yaşanan ve artık üstesinden gelmekte olduğumuz terör musibetine rağmen, fikir ve ifade özgürlüğünün en geniş şekliyle kullanılmasının mücadelesini veriyoruz.’

Fikir ve ifade özgürlüğü için mücadele. Bu ne demek biliyor musunuz? Fikrini beğenmediği adamı öldürmemeyi öğrenme mücadelesi demek.

İşte reçete. Terör gerekçesi ve kendine güvensizlik yüzünden suskunluğu ve karanlığı yeğleyen anlayışın Türkiye'yi sürüklediği ‘çeteleşme’ illetine karşı en iyi reçete. Demokrasi, fikir ve ifade özgürlüğü.

‘Sistemin gerekli koruyucu tedbirlerle güçlendirilmesi’nin temel koşulları.













Yazarın Tüm Yazıları