Cephe sohbetleri

Yavuz GÖKMEN
Haberin Devamı

Önceki gün ‘‘Savaş ve Barış’’ı yazmıştım. Bugün ‘‘Cephe Sohbetleri’’ni yazacağım. Cephe sohbetleri Andre Maurois'nın Alman cephesindeki Fransız mevzilerini anlatan çok sevimli bir kitabıdır.

Ben bu kitabı çocukluğumda okuduğum için aklımda sadece cephedeki rahibin bir sözü net olarak kalmış. Rahip çatışma arasında bir ara şöyle der:

‘‘Baylar dikkat edin. Konuşmalar sırasında bazen herkes birdenbire susuverir. Herkesin sustuğu saatler büyük çoğunlukla ya saat başlarına yirmi kala, ya da yirmi geçedir.’’

Rahip sözlerini bitirir bitirmez mevziye bir obüs mermisi düşer. Herkes bir tarafa savrulur. Toz duman dağıldığında sohbete katılanlar rahibin ölmüş olduğunu görürler. Gayri ihtiyari saatlerine bakarlar. Saat başını yirmi geçmektedir.

Elbette ki biz bir grup gazetecinin bu çok ilginç cephe gezisini iki başlığa sığdırmak mümkün değil. Ancak, özetlersem: ‘‘Gündüzleri cephede askeri eğitim yaptık, akşamları cephe gerisinde sohbet ettik’’ diyebilirim.

İlk sohbetimiz 1. Komando Tugayı'nda, akşam yemeği masası başında oldu. Çok şükür ki sohbetimiz bir obüs mermisi ile değil, ara sıra askerlerle büyük fikir ayrılıklarına düşmüş olsak da anlayışlı kahkahalarla noktalandı.

* * *

Ancak, ben gezinin en anlamlı dakikasını Siyahkaya mevzilerinde yaşadım. Buradaki Tugay Komutanı Tuğgeneral Nejat Müldür açık bir alanda bize brifing veriyordu. Ona bir soru sordum. Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak, Tugay Komutanı'na dönerek: ‘‘Soruyu soran Yavuz Gökmen'dir’’ dedi. O anda Tugay Komutanı inanılmaz parlaklıktaki açık renk gözlerini gözlerimin içine dikti ve herkesin ortasında şu sözleri söyledi:

‘‘Komutanım ben Yavuz Gökmen Bey'i çok iyi tanıyorum. Onu görünce zaten çok heyecanlandım. Aklıma Melek Hanım geldi. Ben kendimi Melek Hanım'la özdeşleştirmiş bir insanım. Bu yüzden büyük heyecan duydum.’’

Ve sonra sorumu içtenlikle cevapladı.

Tugay Komutanı'nın bu sözlerini çok iyi anlamıştım. Ona ne demek istediğini sormak bile istemedim. O Melek Hanım'ın insanlığı, yüceliği, sarsılmaz kişiliği ve sevecenliği ile kendini özdeşleştiriyor, görev anlayışını Melek Hanım'ın hümanist ve anaç felsefesi üzerine kuruyordu.

O benim okuyucularımın arasındaki günden güne büyüyen ‘‘Melek Hanım camiası’’nın cephedeki bir üyesiydi.

O bir insan ve komutandı.

* * *

Cephe sohbetlerimizin hemen tümü bizim dağ eğitimlerimiz yani dağa çıkma ve inme talimlerimizden sonra olduğu için sadece savaş ve barış üzerineydi. Ben ve birkaç arkadaşım barışın sosyal, ekonomik ve siyasi çabalarla kurulabileceğini iddia ediyor, ama askerden ‘‘sadece sosyal ve ekonomik çabalar yeterli’’ karşılığını alıyorduk.

Elbetteki siyasi çabaları telaffuz etmek askere düşmezdi. Ama birilerine düşmesi gerekiyordu.

Üstelik savaşın kanattığı bir ekonomi hangi çabayı gösterebilirdi?

Yazarın Tüm Yazıları