Çay gibi kahve de aklanıyor mu?

Çay çoktan aklandı! Kahveden de iyi haberler var. Araştırmalar çay gibi kahvenin de bazı sağlık yararlarının olabileceğini gösteriyor.

Önce çaydan başlayalım. Yeşil ve siyah çayda bulunan doğal antioksidanların (kateşinler) çok güçlü birer kalp koruyucusu, kanser önleyicisi ve damar desteği olduğu anlaşıldı. Geleneksel siyah çay da, yeşil çay da kolesterol seviyelerini düşürebiliyor.
Ayrıca LDL kolesterolün damar duvarında yaptığı tahribatı azaltabiliyor. Çayın felç riskini de neredeyse beşte bir oranında azalttığını gösteren bilimsel bulgular var. Ayrıca kolon kanserinden prostat kanserine kadar birçok kanserin gelişimi de çaydaki doğal mucizelerle azalabiliyor. Kahvede bulunan antioksidanların da güçlü birer sağlık desteği olabilecekleri anlaşılıyor.
Kafeini azaltılmış veya alınmış kahveyi korkmadan içebilirsiniz.

Yemekten sonra çay içmek yanlış mı?

Bilimsel araştırmalar çayda bulunan bir kimyasalın (tanen) demirin emilimini bir miktar azalttığını gösteriyor. Bu bilgiden hareketle bazı diyet uzmanları yemekten sonraki bir saatlik süre içinde çay içmenin yanlış olduğunu söylüyor. Ben burada birazcık bir “bilginin abartılması” durumunun olduğunu düşünüyorum. Yemekten sonra içilen bir bardak çayın demir emilimini ciddi ölçülerde etkilemeyeceğini sanıyorum. Özellikle geleneksel Türk kahvaltısının ayrılmaz bir parçası olan sabah çayınızdan demir eksikliği anemisine yakalanırım korkusu ile vazgeçmenize gerek yok.

Tatlı krizi diyabet işareti mi?

Eğer sık sık tatlı krizlerine tutuluyorsanız bu durum gerçekten de muhtemel bir diyabetin erken işareti olabilir. Reaktif hipoglisemi adıyla da tanımlanan bu sorunda özellikle karbonhidratlı yiyeceklerden sonra meydana gelen aşırı insülin cevabının bir sonucu olarak kan şekerinin birdenbire düşmesi söz konusudur. Reaktif hipoglisemi sorunu yaşayanlarda yemeklerden kısa bir süre sonra uyuklama, yorgunluk gibi belirtiler de görülebiliyor. Hipoglisemi bu kişilerde sinirliliğe, konsantrasyon zorlanmasına, öğrenme güçlüğüne, alınganlıktan öfke nöbetlerine kadar ruhsal değişikliklere yol açıyor. Aşırı insülin cevabının bu kişilerde sağlıklı kiloda kalmayı da güçleştirdiği biliniyor. Kolay kilo alan, zor kilo veren, tatlı krizleri yaşayan veya açlık nöbetlerini pizza, makarna, pilav, börek, poğaça, dolma gibi karbonhidrat deposu yiyeceklerle atlatmaya çalışanların çoğunda aşırı insülin cevabı ve reaktif hipoglisemi sorunu belirleniyor.

Çörek otu zayıflatır mı?

Bir kez daha altını çizelim: Bugüne kadar sağlıklı kilo kaybı yaptığı belirlenen hiçbir doğal madde, ot, bitki ya da tohum bulunamadı. Kilo fazlalığı ve şişmanlık alanı o kadar büyük bir ticari alan ki, herkesin iştahını kabartıyor. Bu alandan pay kapmak isteyen şarlatanların önerdikleri bitkilere her yıl bir yenisi ekleniyor. Hoodia özleri, Garcinia iksirleri, Aloevera şurupları, Orange Bitter tabletleri, Chitosan hapları bu konuda en çok suiistimal edilen ürünler. Bunlardan hiçbirinin kilo kaybı sağladığını gösteren bilimsel bir kanıt yok. Efedra bitkisi özleri adrenaline benzer özelliği nedeniyle bir miktar kilo kaybı yapabiliyor ama aynı zamanda kalbinizi, beyninizi de hasta ediyor. Yakın bir zamanda zayıflatıcı ürün diye pazarlanan yosun haplarının içinden kontrolsüz kullanıldığında sağlığa ciddi zararlar veren sibutramin isimli kimyasal maddenin çıktığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Çörek otu da bu alandan para kazanmak isteyenlerin yeni palavralarından biri. Çörek otunun içinde bol miktarda Linoleik Asit var. Omega-6 yağlarından olan bu maddenin bazı alerjik reaksiyonlara, alerjik cilt problemlerine iyi geldiği biliniyor.
Ama çörek otunun ne kendinin, ne çayının, ne de balla karıştırılarak yutulmasının kilo kaybı yapması mümkün görülmüyor.
Eğer bir kilo verme programı içindeyseniz, minik bir bitkisel destek de kullanmakta kararlıysanız yeşil çaydan (günde 3-4 bardak) ya da yeşil çayın kateşin içeren özlerinden faydalanmayı deneyebilirsiniz. Ama beklentinizi asla abartmadan.

Alkolün zararı vitaminlerle azaltılabilir mi?

Alkol kullananların çoğu ertesi gün veya günlerde B vitamini alarak alkolün zararlarını azaltabileceklerini düşünür. Eğer hastalık düzeyinde bir kronik alkolizm söz konusuysa bu yanlış bir yaklaşım olmayabilir. Çünkü alkol bağımlılarında B vitaminlerinin eksikliği ve buna bağlı bazı nörolojik bozukluklar ortaya çıkabiliyor. Yeni bir çalışmanın sonuçlarına göre alkolün yol açabileceği beyin hasarını önlemede kolin adı verilen vitaminin de faydalı olabileceği anlaşılıyor. Kolin lipotrofik faktörlerden biri. Eczanelerde besin desteği olarak bulunabiliyor. Bununla birlikte alkolün beyin zararlarını önlemede koline ne derece güvenilebileceğini tam olarak öğrenmek için biraz daha beklemekte yarar var. Sırası gelmişken küçük bir bilgi de sigara tiryakilerine verelim: Sigaranın zararlarını azaltmak için C vitamini desteği almanın da herhangi bir yararı yok.

Bitkisel ürünler tehlikesiz mi?

Bana sorarsanız Sağlık Bakanlığı tarafından ruhsatlandırılmış bir ilaç veya ara ürün değilse ve bir doktor tarafından önerilmemişse bitkisel ürünleri kullanmak bazen ilaçları kullanmaktan da tehlikeli sonuçlara yol açabilir. Bitkilerden elde edilmiş destekleri ya da ürünleri veya bitkilerin doğrudan kendilerini doğal ürün diyerek rastgele kullanmak çok ciddi hücresel zararlara yol açabiliyor. Bu ürünlerin karaciğer ve böbrek yetmezliğine yol açabildikleri, birlikte alınan reçeteli ilaçların yan etkilerini arttırabildikleri de biliniyor. Son 12 yılda neredeyse bir “bitkisel ürünlerle tedavi olma” çılgınlığı var. İşin komik ve tehlikeli tarafı bu ürünleri önerenlerin “bitkisel ürünlerle tıbbi tedavi” alanında çalışan farmakologlar değil, konuyla hiç ilgisi olmayan, hatta tıp dalında herhangi bir uzmanlık eğitimi almayan kişiler tarafından yapılması, yazılıp çizilmesi. Sağlık Bakanlığı’nın Tarım Bakanlığı ile birlikte bu konuda en kısa zamanda önlemler alması gerek. Yoksa hepimizi ciddi bazı tehlikeler bekliyor. Yosun hapı ile kilo vereceğim, herbal tozlarla zayıflayacağım diye bu ülkede hayatını kaybedenler bile oldu.

Kansızlığın tek sebebi demir noksanlığı mı?

Demir noksanlığı dışında daha pek çok neden kansızlığa sebep olabilir ama kansızlık sorununun arkasında genellikle demir eksikliği vardır. B12 vitamini ve folik asit eksikliği de kansızlığa yol açar. Bu iki vitaminin eksikliğiyle oluşan kansızlıklarda nörolojik belirtiler ön plandadır. Ayrıca herhangi bir nedenle mide-bağırsak sisteminde meydana gelen kanamalar (örneğin aspirin kullananlarda görülen kanamalar), organ yetmezlikleri (böbrek yetmezliği), kronik hastalıklar (romatoid artrit, lopus) ve kanserlerde de kansızlık ortaya çıkabiliyor. Uzun süredir devam eden bir kansızlık muhtemel bir kanserin ilk ve tek belirtisi bile olabilir. Bu nedenle kansızlık belirlenenlerde arka plandaki nedeni de araştırmak gerek.
Yazarın Tüm Yazıları