Çağdaş savaş

GELENEKSEL anlamdaki en son ‘‘kısa savaş’’ 1866 Prusya - Avusturya, hadi bilemediniz 1870 - 1871 Prusya - Fransa arbedelerinde gerçekleşmiştir.

Ancak bu ikincisinde dahi, birincisinin de muzaffer generali olmuş olan Helmut von Moltke komutasındaki Alman Konfederasyonu ordusunun 1 Eylül'de sınırı aşıp, ertesi yılın 28 Ocağında Paris'i fethetmesine kadar, yine de toplam beş aylık bir süre geçmiştir.

Güney Afrika'nın Boer veya Balkan'ın Makedonya - Çatalca türü ‘‘periferik arbedeleri’’ni saymayalım, sonraki hemen tüm savaşlarda zaman süresi artık uzar da uzar.

* * *

OYSA, aslında değişen askeri teknolojilerin daha ‘‘hızlı’’ imha ve harekat imkanı sağlamaya başladığı düşünülürse, normalde bunun tersinin olacağını varsaymak gerekirdi.

Fakat, hem tarafların üç aşağı beş yukarı aynı olanaklara sahip bulunması; hem de bilhassa, ‘‘topyekun seferberlik’’ teorisiyle genel bir ‘‘ulusal dayanma’’ kavramının hayata geçmesi, eski tür ‘‘anlık savaşlar’’a nokta koydu.

Süvarinin dehlenip hasımların şafakla birlikte çalakılıç birbirine girdiği, akşam vakti ise mağlupların teslim bayrağı çektiği, o kana kokan ‘‘meydan muharebeleri’’ devri kapandı.

Daha doğrusu, bunlar kısmen gerçekleşse bile, ‘‘stratejik’’ savaşın kaderinde kesin belirleyicilik taşımayan ‘‘taktik’’ atılım veya gerilemeler olarak kaldı.

Halbuki, hala geçmişin önyargıları hüküm sürdüğünden, 1914 Eylülünde 1. Harp patlak verip neferler cepheye sevkedilmeye başlandığında, her iki tarafın askerleri şen şakrak, ‘‘nasılsa Noel'de eve dönüyoruz’’ şarkıları söylüyordu.

Gerisi malum, kaç Noel, kaç bayram, kaç kandil, kaç Paskalya...

Ve de bilhassa, günler, haftalar, aylar ve yıllar boyu sinen öylesine bir kadavra kokusu ki, eski meydan muharebelerin kan kokusu bu korkunçluğun yanında misk-ü amber kalır.

* * *

KAH cephede ve kah gerillada, Afrika Habeşistan'ından 2. Dünya curcunasına veya Hind-i Çin Vietnam'ından Pamir Afganistan'ına, uzun süreli ‘‘modern savaş’’ hemen bütün 20. Yüzyıl boyunca, insanların boğazlaşmasındaki genel geçerliliğini korudu.

Ta ki, 1991 Körfez krizinden sonraki arbede yaşanana kadar...

Buradan itibaren artık bir ‘‘postmodern savaş’’tan söz edebiliriz.

Irak'la başlayan ve Bosna, Kosova, Afganistan müdaheleleriyle biraz daha berraklaşan bu yepyeni savaş türünün iki temel özelliği var:

Bir; güçlü olan ve burada esas olarak ABD'nin şahsında hayat bulan taraf kendisi için ‘‘sıfır zayiat’’ gibi, bugüne dek mevcut savaş teorilerinde yer almayan bir hedef koyuyor.

‘‘Akıllı bomba’’lardan‘‘dron’’ denilen robot uçaklara en önce göklerin hakimiyeti gerektiren ve kesin elektro - teknolojik üstünlüğü de zorunlu kılan bu hedefe ulaşabilmek için ise, ‘‘güçlü hasım’’, yani burada yine ABD, savaşın süresini kendisi belirliyor.

Ne zaman ki o ‘‘sıfır zayiat’’a en yakın olduğu virajı döndüğüne kanaat getiriyor, daha ‘‘klasik’’ kara harekatına başlayarak ‘‘piyade, marş marş’’ komutunu veriyor.

İkinci özellik ise, tabii ki asla ‘‘insanileştirilemeyecek’’ (!) olan savaşın bir ölçüde ‘‘cerrahileştirileştirilmesi’’nde şekil buluyor.

Can alıcı askeri noktaları vurarak sivillere en az zarar vermeyi öngören bu ‘‘bisturi uygulaması’’ da, ‘‘geleneksel’’ ve ‘‘modern’’ savaşlarda hemen hiç kaale alınmamış olan kamuoyu tepkisinin ‘‘postmodern savaş’’ta ciddi bir yer tutmasından kaynaklanıyor.

İşte, mucize gerçekleşmediği takdirde artık eli kulağında sayılabilecek yeni Irak cenginde, yukarıdaki ‘‘postmodern savaş’’ın ‘‘en çağdaşlaşmış’’ (!) şekline tanık olacağız.

Evet evet, heyhat ki doğru, ‘‘geleneksel’’, ‘‘modern’’ veya ‘‘postmodern’’, savaşlar insanlık tarihinde daima kendi dönemlerinin‘‘en çağdaş’’ı oldular.
Yazarın Tüm Yazıları