Bozkırın çılgın turizmcileri dev yatırımlara imza atıyor

Bozkırın bağrından kopan Başkentli yatırımcılar Türk turizmine her geçen gün yeni bir başarı damgası vuruyor.

Öyle ki, Ege, Marmara, Karadeniz ve Akdeniz derken sahillerimizdeki dev yatırımların ardında hep onlar var. Çılgın Türkler kitabının yazarı Turgut Özakman ustamız kusura bakmasın ama açıkçası ben onlara “Çılgın Ankaralı Turizmciler” diyorum. Kaptanlık sertifikasının en fazla verildiği şehir Ankara ve ülkemizdeki birinci sınıf turizm tesislerinin yüzde 65’inin sahibi Başkentliler bilinen bir gerçek ancak farklılık yaratan projelerin de mimarı yine bozkırdan gelen bu yatırımcılar... Örnek mi? Bozkır girişimcileri şimdilerde marinacılık işinde de liderliğe koşuyorlar.
Belki biliyorsunuzdur; Garanti Bankası’nın da sahibi olan Doğuş Grubu, yani Şahenk Ailesi Ankara’dan çıkma. Örneğin şu anki patronu Ferit Şahenk, Bahçelievler semtinde doğup, büyümüş Başkent çıkışlı bir iş adamı. Babası Ayhan Şahenk’ten bayrağı devraldıktan sonra daha da büyüten başarılı bir girişimci. Faaliyet gösterdiği alanlar arasında marinacılık da var ki, Bodrum’daki D-Marin Turgutreis, Didim’deki D-Marin Didim gibi dev işletmelerin kurucu sahibi. Dalaman D-Marin ile Hırvatistan’daki yatçılık yatırımları ise önümüzdeki günlerde gücüne güç katacak girişimleri.

ÇEŞME KALESİNİN ÖNÜNE ZAFER BAYRAĞINI DİKTİLER

Elbette ki marinacılık işine el atan Ankaralı yatırımcı sayısı Şahenk Ailesi’yle sınırlı değil. Bu günlerde açılışı yapılacak olan Çeşme Marina’nın da sahibi Başkentin bağrından çıkmış Ankaralı bir aile... Antalya Havalimanı, IC oteller derken Türk turizmine çoktan damgasını vurmuş Çeçen Ailesi şimdi de marinacılık sektörüne el atmış durumda. Ege’nin en güzel ve kendine özgü beldelerinden Çeşme’nin merkezindeki tarihi Çeşme Kalesi’nin önünde yer alan marinayla bölgeye yeni bir soluk getirmek için kolları sıvamış durumdalar.

HER TARAFI ANIT ZEYTİN AĞAÇLARIYLA DONATTILAR

Konu hakkında bilgisine başvurduğum Salih Çeçen, babası İbrahim Çeçen’in yolunda yürüyen, hatta tabir-i caizse yaratıcılığı ve çalışkanlığıyla babasının bir adım önüne geçen genç bir iş adamı... Tüm heyecanıyla yeni yatırımları konusunda beni bilgilendirirken projenin büyüklüğünden çok sanatsal eser olmasıyla övünüyor. Hakikaten de taş, ahşap işçiliği ve ince işler derken klasik Ege ve Çeşme mimarisine titizlikle sadık kalarak muazzam bir eser yaratmışlar. Üstelik aynı titizliği peyzaj düzenlemesinde de gösterip, Ege niteliği taşıyan cinste ve yaşta ender bir tür olan anıt zeytin ağaçlarını bile Çeşme’ye getirmişler.
Broşürlerden incelediğim kadarıyla yeşilin her tonuyla bezenmiş bu marinada Türkiye’nin ve dünyanın önde gelen markaları yer alıyor. Denizde 400, karada ise 100 tekne kapasitesi ile altı metreden 60 metre uzunluğa kadar olan teknelere hizmet verebilecek Çeşme Marina, tüm bu nitelikleriyle Doğu Akdeniz’in en önemli yat limanlarından biri olmaya aday.

HEM GÖZE HEM DE MİDEYE HİTAP EDEN MEKANLAR

Bir diğer Başkentli yatırımcı ise Koloğlu Ailesi’ne ait Kolin Grubu ki, inşaattan turizme sekiz farklı alanda çok başarılı işler yapıyorlar. Çanakkale’deki Kolin Otel ve Kongre Merkezi ise onların ilk turizm yatırımları... Bu işletme İstanbul-İzmir kıyı şeridinin tek 5 yıldızlı oteli ve en büyük kongre merkezi olma özelliğini taşıyor. İstanbul Tuzla’da 5 yıldızlı bir otelin yapımı hızla sürüyor ki, bu yılsonu hizmete girecekmiş. Ankara’nın önemli lezzet duraklarından olan Köşebaşı, Parkfora ve Washington restoranlar ise keyif aldıkları yatırımları arasında.
Koloğlu Ailesi’nin son ve en büyük turizm yatırımı ise marinacılık üzerine oldu. Doğası, tarihi, kültürü, sıcakkanlı insanları ile Aralık 2009’da “Türkiye’nin İlk Yavaş Şehri” unvanını kazanan Seferihisar, onların yatırımıyla üç bin yılı aşkın tarihinde yepyeni bir güzelliğe ve yaşam biçimine daha ev sahipliği yapmaya başladı. Bölgenin tarihi ve doğal yapısı korunarak Türk turizminin ve deniz insanlarının hizmetine sunulan Teos Marina bir “huzur limanı” olarak hizmete girdi. Eminim bu marinayla beraber Seferihisar’a bağlı Sığacık Köyü turizmde isminden çok söz ettirecek. Bu arada hemen ilave edeyim, Teos Marina denizde 440, karada 80 yatı aynı anda barındırıyor ki, alışveriş ve eğlence alanlarıyla cazibe merkezi konumunda.

HAYALLERİ GERÇEK OLDU ALAÇATI VENEDİK’E DÖNÜŞTÜ

“Aykut Mutlu kimdir?” diye sorsam eminim ki birçok kişi bu ismi tanımaz. Sizi daha fazla yormadan ve sözü fazla uzatmadan kim olduğunu aktarayım... Aykut Bey, Ankara’da Avrupai tarzda ilk “Uydu Kent”i yaratan başarılı bir proje adamı. MESA Şirketler Topluluğu’nun kurucusu Aykut Bey, Mesa Koru Projesi’ni hayata geçirirken, Eskişehir Yolunu da bambaşka bir kimliğe büründürmüştü. Batıkent, Dikmen Vadisi projeleri derken de hem kendi adını, hem de MESA’nın adını marka haline getirmişti.
Sonra bir baktık Mesa’yı ve Ankara’yı terk edip, İstanbul’a yerleşmiş. Onu tekrar karşımızda bulduğumuz zaman ise Çeşme, Alaçatı’da da bir dünya projesi yükselmeye başlamıştı. Aykut Bey’in bu yeni projesini anlatmadan önce 1990’lı yılların başına gitmek istiyorum.

ÜNLÜ MİMAR SPOERRY’İN UGRAŞISI BOŞA ÇIKMADI

Avrupa, ABD ve Orta Amerika’da en başarılı liman yerleşmelerini planlayıp gerçekleştirmiş olan mimar François Spoerry, benzer bir proje uygulamak amacıyla Türkiye’nin Ege kıyılarını geziyor. Amaca en uygun bölgelerden biri olarak da Alaçatı beldesini seçiyor. Fransız yatırımcılar proje ile iki yıl uğraştıktan sonra, Türkiye’deki ekonomik istikrarının bozulması, bürokrasinin çok ağır işlemesi gibi nedenlerle yatırımdan vazgeçip ülkemizi terk ediyor. Sonuçta, bu mimar 1994 yılında Ankara’daki Mesa Şirketler Topluluğu’nun kurucusu, ODTÜ Şehircilik Bölümü eski öğretim görevlisi Aykut Mutlu ile temasa geçiyor.
O sıralar Aykut Mutlu, 1989 yılında kurmuş olduğu Mesa Şirketler Grubu ile ilişkisini kesmiş, Türkiye’de ilk defa, kamu-özel teşebbüs işbirliğini gerçekleştirerek Ankara Büyükşehir Belediyesi ile “Portakal Çiçeği Vadisi” kentsel yenileme projesine başlamıştır.

YATLA BİR TEK EVİN İÇİNE GİRMEDİKLERİ KALDI

Konuyu dağıtmadan anlatmayı sürdüreyim, Aykut Bey, Alaçatı projesini beğeniyor ve ardından 1995 yılı yazında aralarında Tepe Grubu, Alaçatı Belediyesi ve İzmirli genç işadamlarının da bulunduğu konsorsiyumla “Alaçatı Turizm Yatırım ve İşletme A.Ş.” yi kuruyor. Amacı ise Alaçatı’yı İtalya’nın Venedik, Fransa’nın Port Grimaud stili iki bin 500 evle donatmak ve denizden karaya doğru açılacak kanallarla küçük bir Venedik yaratmak. Dahası, konut sahiplerinin yatlarını kapılarının önüne demirleyebilecekleri bir mekan inşa etmek.
2004 yılı sonbaharında projenin ilk bölümünü oluşturan 25 konut ve 18 odalı Butik Otel inşaatı başlıyor. Alaçatı yerli halkı kendi tabiri ile projeyi “Venedik Projesi” diye adlandırmaya başlıyor. İşte şimdilerde bu proje göz kamaştıracak bir aşamaya geldi ve limanıyla, konutlarıyla, çarşı merkeziyle yabancı turizmcilerin bile iştahını kabartır büyüklüğe ulaştı.
İşte size Başkentli girişimcilerin İzmir bölgesindeki yatırımlardan kısa kısa bilgiler sundum. Ankara’nın bağrından kopup başarıdan başarıya koşan bu insanları tanımanızı istedim. Bir de su yüzünden başımıza bin bir çorap ören bir kişiden söz etmek için giriş konusu yaptım.

YILLARCA HEM HUYUNDAN HEM DE SUYUNDAN ÇEKTİK

“Kafayı taktı diyecekler” diye yazmayayım, görmezden geleyim diyorum ama olmuyor. Adam göz göre göre yanlışlar yapıyor, üstüne üstlük de eleştirileri çarpıtarak yanıtlıyor. Kimden bahsettiğimi anlamışsınızdır. Elbette ki 1994’den beri Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olarak koltuğa yapışan Melih Gökçek’ten? Başkanlık koltuğuna ilk oturduğu günden itibaren, gerek icraatları, gerekse söyledikleriyle hep gündemde olduğu yadsınamaz bir gerçek. Basın tarafından sık sık kaleme alınırken, tüm eleştirilere rağmen, koltuğundan bir türlü devrilmediği de... Gerçi son yıllarda karizmayı fena çizdirip, bırakın önümüzdeki yerel seçimleri kazanmayı, partisinden aday gösterilmesini bile zora soktu ya, neyse...
Şimdi metro ya da amblem konusuna girecek değilim. Oradaki beceriksizliği zaten ortada... Benim esas bahsetmek istediğim konu Gökçek’in huyu değil, Ankaralıları perişan eden suyu. İyi hatırlayın 2007 yılı yazı, Ankara’nın tarihine “Susuz yaz” olarak kazınmıştı. Su konusunda, o tarihe kadar gerekli tedbirleri almayan ve yatırımları yapmayan Melih Gökçek, Ankara’yı susuz bırakmıştı. Ankara aylar boyunca, bir tek damla suya hasret kalmış ve Gökçek’in gereksiz yere suyu kesmesi ile Kerbela susuzluğunu yaşamıştı.

ÖNCE YAĞMUR DUASINA ÇIKTI SONRA DA VANAYI KAPADI

Su konusunda Allah’a sığması ve yağmur duasına çıkılmasını önermesi ise dün gibi aklımda... “Cenab-ı rabbim yağmur yağdırırsa, susuzluğa çare buluruz” diyerek, tarihi açıklamalarından birini yapmıştı. Ankara’nın su sorununa çözüm olarak ürettiği Kızılırmak suyu projesi ise milyonlarca dolarlık maliyetiyle bu dönemde hayata geçirilmişti. Yağmurlar mevcut barajları doldurunca ve Kızılırmak suyunun insan sağlığı üzerine etkileri konusunda tartışmalar yaşanınca da boru hattının vanasını kapatmıştı. Diğer bir deyişle atıl durmaya mahkum bir yatırıma daha imzasını basmıştı.
O dönemi iyi hatırlayın, herkesin musluklarından kıpkırmızı renkte su akmış ve belediye yetkilileri bunun Kızılırmak suyundan değil, paslı borulardan dolayı olduğunu söylemişti. Aradan üç yıl geçti ve halen hiçbir musluktan kıpkırmızı su akmıyor. Bu da şunu gösteriyor ki, kırmızı suyun sebebi pas değil, Kızılırmak suyuymuş.

ONUN SAYESİNDE BİR TEK GONDOLA BİNMEDİĞİMİZ KALDI

Susuzluktan kavrulan o günün Ankara’sından bu günlere geliyor. Aradan üç yıl geçmişken şimdilerde Başkenti sel suları basıyor. Medyadan takip etmişsinizdir; protokol yolu da dahil Başkentin birçok yeri yağmur suları altında kaldı. Peki Melih Bey çıkıp ne dedi? Uzun yıllar Ankara’nın böylesine yoğun bir yağış görmediğini filan söyleyip, çaresizliğini beyan etti. Aslında ben, Zihni Sinir projelerinden birini örnek vererek açıklama yapmasını bekliyordum. Ne bileyim “Ankara’nın göbeğinde Venedik keyfi yaşatacağız” deyip, gondollardan filan bahsedebilirdi.
Yine 2007 yazındaki bazı fikir ve sözleri aklıma geldi. Suyun kullanımıyla ilgili tasarruf tedbirleri yine tam onun kafa yapısına uygundu. “Ailenizi alın memleketinize, annenizi babanızı görmeye gidin” diyerek, suyla ilgili en büyük tasarruf tedbirini açıklamıştı. Hatta belediye işçilerine iki ay izin vereceğini söylemişti. Bana en komik gelen fikri ise banyo yaparken ayakların kovaya sokulmasıydı. Televizyonlarda, canlı yayınlarda “Banyo yapmayın, sadece başınızı yıkayın” demiş ve ardından eklemişti: “Yıkanırken ayaklarınızı kovaya sokun, biriken suyu da başka yerlerde kullanın”.
Tabii bu fikirlerin hiç biri yerine getirilmedi. Bugün ise sel basan Ankara’da bambaşka fikirler yürütülüyor. Gökçek’in savına göre artık insanlar doğduğu yörelere giderek değil, memleketteki aileleri Ankara’ya gelerek, tatilini yapabilir. Nasılsa su istemedikleri kadar çok... Doğal olarak da kovanın içine su doldurmak yerine, suyun içinde kovaların yüzmesi yeni trendimiz olabilir. Melih Gökçek’le ilgili daha yazılacak çok şey var ama Pazar keyfinizi daha fazla kaçırmayayım.
Yazarın Tüm Yazıları