Bırakın yazar sayısı artsın

2009 yılında (1 Ocak’tan 7 Aralık’a kadar) Türkiye’de 427 roman yayınlandı, bunun yarıdan fazlası ilk roman; tam 238 yeni yazar çıkardıkları ilk kitaplarla edebiyat dünyasına adım atmışlar.

2009’da 427 roman yayınlanırken bu rakam 2008’de 416, 2007’de 389, 2006’da 415, 2005’te 345 olarak gerçekleşmiş.
Önceki yıllarda ise düşüş var; 2004’te 314, 2003’de 232, 2002’de 219, 2001’de 140 ve 2000’de 140 roman yayınlanmış.
Bu bilgileri geçen haftaki Radikal Kitap Eki’nden Ömer Türkeş’in yazısından aldım.
Türkeş çok güzel bir 2009 değerlendirmesi yapmış, yılın kendince en iyi romanlarını da seçmiş.
Ancak bir itiraz noktam var;
Son 10 yılda roman ve yazar sayısının bu kadar hızlı, dört kata yakın artmasını eleştiriyor Ömer Türkeş...
“Roman sayısı arttıkça kalite azalıyor” diyor.
Benzer bir yazıyı geçenlerde Haşmet Babaoğlu yazmıştı Sabah’ta, “Yeni moda... Bir kitabı olmak” başlığıyla...
Dört kitabı bulunan, benim çok eleştirdiğim tarzda (köşe yazılarını kitaplaştırmak) bile kitabı bulunan, kapağına kendi fotoğrafını basmaktan çekinmeyen Haşmet söylüyor bunu...
Oysa kitap yazmak insanın en özgürleştiği anlardan biridir.
Önünde kalemi kağıdı, klavyesi bilgisayarıyla baş başa kalıp, kendi başına bambaşka bir dünya kurduğu andır.
Bu özgürlüğü kimsenin kimsenin elinden almaya da hakkı yok!
Hele ki bir kitap eleştirmeninin, Ömer Türkeş’in bir kitap ekinde bunları söylemesine şaşırdım...
Tam tersini söylemesi gerekirken...
Bırakın yılda 427 değil, 1427 roman basılsın, yazar sayısı ne kadar artarsa, kitapla ilgilenen insan sayısı ne kadar çoğalırsa, sektör ne kadar hareketli olursa kitap ekleri, kitap eleştirmenleri için o kadar iyi olmaz mı?..
Ben kendimden örnek vereyim, yıllardır takip ederim ama en yakın arkadaşım kitap yazdıktan sonra edebiyat dünyasını, yeni çıkanları, çok satanları, gazetelerin kitap eklerini çok daha yakından izler oldum.
Hiçbir şey olmasa, bu yıl 238 ilk romanını çıkaran yeni yazarla kitap ekleri en az 238 yeni okur kazandı fena mı?
Kitap eleştirmenleri, köşe yazarları okumaya-yazmaya bu kadar mesafeli bir ülkede edebiyatla ilgilenenlerin sayısı artıyor diye sevineceklerine oturmuş karalar bağlıyorlar.
Bunun da temellerinde popüler olanın kötü olduğuna inanan çarpık zihniyetin yattığına eminim...

Okan haberlerinden sıkılmadık mı?

Okan Bayülgen, her gün magazin sayfalarında. Son dönemde Okan’ın haber olmadığı bir gazeteye rastlasam dişimi kıracağım.
Aynı gün bir-iki farklı konuyla çeşitli gazetelerde boy gösterdiği bile oluyor.
Tamam haftanın üç gecesi program yapıyor adam...
Tamam programlarında magazinin fena halde işine yarayacak malzemeler çıkartıyor...
Tamam ona buna sataşıp polemik yaratıyor...
Ama Okan haberleri bunun ötesine geçen bir bıktırıcılığa ulaşmadı mı artık?.
Bir yerde “Bir yılbaşı gecesi terk edildim, bunun acısını iyi bilirim” diyor, bütün gazetelerde haber...
Kaç yıl önceki yılbaşında terk edilmiş, belli değil.
Kim tarafından terk edilmiş, o da belli değil.
Öyleyse bunun nesi haber arkadaşlar?
Bunun nasıl haber olduğunu da söyleyeyim size, başta televizyongazetesi.com olmak üzere bazı internet siteleri televizyonda yapılan bu konuşmaları alıp yayınlıyor.
Gazeteler de aynen kopyalayıp yapıştırıyor.
En kolay yoldan hem sayfayı kurtarmış hem de bir ünlüyle ilgili haber yapmış oluyorlar.
Bu gidişle Okan, “Yolda yürürken ayağım taşa çarptı” dese o da haber olacak ondan korkuyorum.

Ay Kafa (Moon Head)

2010 Dünya Basketbol Şampiyonası’na maskot olarak bir kedi seçilmesi fikrini çok sevdim...
Bir gözü mavi, bir gözü yeşil Van kedisi olmasına daha da çok bayıldım...
Kedi ama kendini köpek zannediyor, üstelik dünyanın en iyi basketbol oynayan köpeği sanıyor.
Yakasında da mavi boncuğu var.
Bu sevimli hikayesine de bittim. Keşke kafası Türk bayrağındaki ayı çağrıştırsın diye bir zorlamaya gidilmeseymiş, eminim o zaman ortaya çok daha sevimli kedi gibi bir kedi çıkardı...
Ay kafalı kedi bu zorlamayla sevimsizleşmiş.
Madem buna karar verildi benim isim önerim de bu özelliğinin altını çizmeye yönelik olacak; Ay Kafa (moon head) deyip geçelim.
Bir de hazır vakit varken, o kedinin kuyruğuna çaktırmadan bir rötuş çekip inceltin...
Kediden çok tilki kuyruğu olmuş.

Kurayı Jack Nicholson çekseydi

2010 hem futbolda hem basketbolda Dünya Şampiyonaları yılı.
2010 Dünya Futbol Şampiyonası 11-25 Haziran’da Güney Afrika’da...
Hemen ardından...
2010 Dünya Basketbol Şampiyonası 28 Ağustos-12 Eylül’de Türkiye’de...
Futbolun Cape Town’daki kura çekimlerini Güney Afrikalı yıldız Cameron Diaz yaptı, Mandela oradaydı...
Basketbolun İstanbul’daki kura çekimini ise Demet Tuncer...
İki organizasyon arasındaki farka bakar mısınız?
Basketbol sevdasıyla tanınan Jack Nicholson’ı getirseydi federasyon, dünyanın tanıdığı yazar Orhan Pamuk’la birlikte kura çektirseydi...
Jack Nicholson’la bizim Ay Kafa kedinin sarmaş dolaş fotoğrafları dünya basınında boy boy basılır mıydı, basılmaz mıydı?
Bu sadece benim ilk aklıma gelen fikir... Bunun gibi onlarca fikir çıkardı... Ama bu kadar sönük bir kura çekimini sadece bizim federasyon yapardı...
Yazarın Tüm Yazıları