Bir plajda olup bitenler

GEÇEN hafta eşim dahil birçok insanın şu sorusu ile karşılaştım.

"Muhabiriniz Gülden Aydın’ın başına gelen vahim olayı neden haber yapıp, birinci sayfanızda büyütmediniz. Oysa başka gazeteler bunu büyüttü."

Haksız değillerdi.

Çünkü bu olay, geçen haftanın en çok konuşulan konusu oldu.

Hatta Alman basını bile ele aldı.

* * *

Haberlerden sorumlu Yazı İşleri Müdürümüz Necdet Açan geçen hafta, elinde bir yazıyla gelip bilgi verdi.

Arkadaşımız Gülden Aydın tatildeyken başına kötü bir olay gelmiş.

"Ben gazeteceyim. Başkasının başına gelseydi daha rahatlıkla yazardım. Ama olay o kadar vahim buldum ki, yazmadan edemedim" demiş.

Olay, polise intikal eden yanı dahil bütün ayrıntıları ile kaleme alınmıştı.

Dört dörtlük bir haber görünümündeydi.

Bazı arkadaşlar manşet yapılabileceğini söyledi.

Bazılarımız ise bunun doğru olmayacağı görüşündeydi.

Gerekçeleri de şuydu:

"Gülden bizim arkadaşımız. Ancak bu tartışmada taraftı. Dolayısıyla onun kaleminden çıkmış bir haberi birinci sayfaya taşımamız yanlış olur."

Ben de bu görüşte olanlardandım.

* * *

Formülü ben buldum.

Gülden Aydın’ın bir okur olarak bu olayı, Yalçın Bayer’in köşesine anlatma hakkı vardı.

Öteki gazeteler de Bayer’in köşesinden alarak, haberi geliştirdiler.

Gülden Aydın ve kızının başına gelenler, Türkiye’nin gündemine oturdu.

Plajdaki tartışmanın aşağı yukarı bütün ayrıntıları basına yansıdı.

Ben, olayın polis ve adliyeyi ilgilendiren tarafını bir yana bırakıp, sosyolojik boyutu üzerinde durmak istiyorum.

Çünkü öyle anlaşılıyor ki, önümüzdeki yıllarda plajlarda bu tür başka tartışmalara da tanık olacağız.

* * *

Önce şuradan başlayalım.

Muhafazakárlığı örtünme ile eşanlamlı tutan kadınların denize girmesi kötü bir şey midir?

Ben iyi, hatta çok iyi bir şey olduğunu düşünüyorum.

Çünkü "plaja gitmek", "denize girmek" başlı başına sosyalleşme göstergesidir.

Hele hele etrafı perdelerle kapalı hicap otelleri yerine, herkese açık plajlardan giren kadınları tam aksine teşvik etmeliyiz diye düşünüyorum.

Ufuk Güldemir önceki gün Habertürk’te ilginç bir yorum yayınladı. Şehirleşen bu muhafazakár çevreleri "Büfeci İslamı" kavramı ile tarif edip, bugün anneleri haşema ile denize giriyorsa, yarın çocukları mayo ile girecek dedi.

* * *

Buna ben de inanıyorum. Nasıl bizim ve bizden önceki kuşak annelerinin babalarının katı değerlerine isyan ederek kendine yeni bir hayat yolu seçtiyse, bugünün haşema cemaatinin çocukları arasında da isyan bayrağını çeken epey genç olacaktır.

O nedenle bu geçiş dönemi çok önem taşıyor.

Gülden Aydın olayı işte bu noktada çok önem kazanıyor.

AKP’nin iktidara gelişi ile birlikte, İslami değerleri katı biçimde uygulayan insanların bir bölümünde belirgin bir "iktidar şımarıklığı" başladı.

"Biz iktidardayız, biz ne istersek o olur" zihniyeti birçok yerde "güç hoyratlığına" dönüşüyor.

Orhan Kemal’in romanlarında ilginç mahalle tipleri vardır.

Gece yarıları naralar atarak mahalleye giren sarhoş adam, kendine itiraz eden komşulara şu cevabı verir:

"Memlekete demokrasi geldi. İstediğimi yaparım."

* * *

AKP’ye destek veren kesimler, "Bizim parti iktidarda, ne istiyorsak yaparız" zihniyeti ile hareket etmemeli.

Bazı AKP’lilerde Türkiye’nin sembol bölgelerini "fethetme" duygusu var.

Bu bazen kendini Göztepe’de parka veya Taksim’e cami yapma, bazen de İzmir plajlarına bayrak dikme şeklinde gösteriyor.

Bu sosyal şımarıklık, toplumda "rövanşist" duygular yaratır.

Oysa intikam duygularını körüklemek değil, tam aksine toplumun kesimleri arasında birlikte yaşama kültürünü kabul ettirmeye çalışmalıyız.
Yazarın Tüm Yazıları