Bir medya imparatorunun tartışmalı ölümü

İspanyol arama kurtarma helikopterleri günboyu Kanarya Adaları etrafında dönüp durdu. Saatler 17.25’i gösterdiğinde, bir balıkçı teknesi sahil güvenliği aradı. Gran Canaria’nın 20 mil kadar güneybatısında yüzen bir cisim gördüğünü söyledi, koordinatlarını bildirdi.

Az sonra, balıkadam Jose Francisco Perdoma, Puma helikopterin bir ileri bir geri sallanan çelik merdiveninin son basamağından kendini yavaşça Atlantik’in karanlık sularına bırakıyordu. Balıkçıların bildirdiği "yüzen cisim", görünmez bir çarmıha gerilmişçesine her iki kolu yana açık, bacakları bitişik, gözleri gökyüzüne dikili, ağzı burnu köpükle kaplı dev cüsseli bir adamdı. Sabahtan beri döne döne aradıkları, İngiliz medya imparatoru Robert Maxwell.

Yedi yaşına dek ayağına giyecek pabucu olmayan ve ailesinin hemen tamamını Nazi kamplarında yitirmiş Çekoslovakya doğumlu Jan Ludvik Hoch’un, Robert Maxwell adlı bir İngiliz subayı olarak, Normandiya kıyılarından Berlin’e dek Almanlara karşı savaştığı cephelerde, ona Şeref Madalyası aldıracak boyuttaki kahramanlıkları beni ilgilendirmiyor.

Alman Springer Verlag’ın İngiltere ve Amerika dağıtımcılığından yola çıkarak başlayan mesleki serüveninin İngiliz Daily Mirror’dan MTV’ye, onlarca yayın organını kapsayan dev bir imparatorluğa ulaşma biçiminin pek de yasal olmayan yollarını ve girdiği borç batağından kurtulabilmek için yaptıklarını bilsem de, pek önemsediğim söylenemez.

Promis adlı Amerikan menşeili bir güvenlik yazılımının - kullanıcıların ulaştığı bilgileri izleyebilme becerisi kazandırılmış versiyonunun - birçok ülke istihbarat örgütüne, bu arada KGB’ye satılmasına aracılık ettiği, böylelikle en azından Sovyetler’in dağılmasına katkıda bulunduğu iddiaları ilginç olsa da, uzmanlık alanımın dışında.

Hatta, İsrail istihbarat örgütü MOSSAD’ın bir ajanı olduğu, 10 Kasım 1991 günü, Kudüs Zeytin Dağı’ndaki cenaze töreninde Başbakan Şamir’in "İsrail için yaptıkları, burada söylenebileceklerden çok daha fazladır" şeklindeki sözlerinin bunu kanıtladığına ilişkin iddialar bile ilgimi çekmiyor.

Benim için önemli olan, 5 Kasım 1991 akşamı Atlantik sularından çıkartılan cesedi ve olay yeri ile ilgili yapılan ve (bilerek ya da bilmeyerek) yapılmayan incelemelere ek olarak, suda boğulma konusunda önyargılardan kurtulamayanlar yüzünden, ölümünün kaza mı, intihar mı, yoksa cinayet mi oluşunun aydınlatılamamış oluşu ve son tahlilde, "Robert Maxwell’i MOSSAD öldürdü" sonucuna nasıl gelindiği.

4.30’DA PİJAMASIYLA GÜVERTEDE

19 milyon dolarlık, 55 metre uzunluğunda, 4 katlı, 80 ton yakıt, 21 ton su kapasiteli, 500 ton ağırlığındaki megayat, 7 çocuğundan birinin adını taşıyordu: Lady Ghislaine. Robert Maxwell, planlananın aksine Londra’ya dönmekten vazgeçmişti. Madeira Adası’nın Funchal Körfezi’nden sıkılmıştı, Kanarya Adaları’na gitmek istedi. Nefes kesen güzellikteki koylarda çırılçıplak denize girerek, aşçı Robert Keating’in değme lüks lokantayı aratmayan lezzetteki yemeklerini tadıp, şampanya içerek ve çocukları, eşi, avukatı ve daha pek çok kişiyle durmadan telefonda konuşarak geçirdiği 3. günün, yani 4 Kasım’ı 5’ine bağlayan günün gecesinde, Gran Canaria Adası’na doğru 23-24 kilometre hızda yol alıyorlardı. Hava kapalıydı, yıldızlar gözükmüyordu, deniz durgundu. Maxwell, akşam yemeğini kaptan Gus Rankin ile birlikte içeride yemiş, kendi bölümüne çekilmişti. Sabah 4.30’da 2. makinist Leo Leonard, makine dairesinden yukarı çıkarken kıç güvertede Maxwell’i gördü. Üzerinde pijaması, denize sırtını dönmüş, korkuluklara dayanmış, öylece duruyordu. Odasındaki havalandırmanın az çalıştığından şikayetçiydi. Leo Leonard, Maxwell’i canlı olarak gören son kişi oldu. 4.45’te Maxwell yatak odasından köprüyü aradı. İkinci kaptan Mark Atkins’e odanın bu kez çok soğuduğunu söyledi. 9.30’da Los Cristianos körfezinde demir attıklarında, Maxwell henüz odasından çıkmamıştı. 10.30’da hálá ortada yoktu. Kaptan Gus Rankin, yanına ilkyardım işlerinden anlayan aşçı Keating’i de alarak Maxwell’in odasına geldiğinde saat 11.15 olmuştu. Kapılar kilitliydi. Kaptan elindeki master anahtarla kapıyı açtı. Robert Maxwell içeride yoktu. İspanyol Ulaştırma Bakanlığı Deniz Güvenliği Merkezi konudan ancak iki saat sonra haberdar oldu. Hemen ardından Reuters haber ajansı, medya imparatorunun Atlantik’te kaybolduğunu geçiyordu.

Las Palmas mezarlığının bitişiğindeki morgda, 68 yaşında, erkek, sünnetli, 130 kilo ağırlığında, 1 metre 90 santim boyundaki cenazenin başında iki adli tıp (Dr. Carlos Lopes de Lamela ile Dr. Luis Garcia Cohen) ve bir patoloji (Dr. Maria Ramos) uzmanıydılar. İngiltere’den bir meslektaşlarının otopsiye katılmasını önermişler, ancak Robert’in karısı Betty bu teklifi reddetmişti. Robert Yahudi’ydi. Vasiyeti üzerine, pazar günü Kudüs’te Zeytin Dağı’ndaki mezarlığa gömülecekti. Başka bir doktoru bekleyecek vakit yoktu.

KALP KRİZİ KANITLANAMADI

Otopsinin neden orada yapılıp da, teknik olanakları daha yüksek olan Adli Tıp Enstitüsü’ne götürülmediği ya da neden İngiliz polisinin soruşturmaya katkıda bulunmadığı uzun yıllar tartışıldı. 2004 Eylül’ünde, İngiliz Devlet Arşivi’nin o döneme ait gizli oturum tutanakları yayınlandığında, durum açıklığa kavuştu. John Major’un muhafazakar hükümetindeki birçok bakan, soruşturmaya müdahil olunduğu takdirde, iki ülkenin arasının açılabileceğinden kaygı duymuş, bu nedenle hiçbir aşamasına karışmama kararı alınmıştı.

Dr. de Lamela ve ekibine göre, Maxwell, ölümünden 30 yıl kadar önce bir akciğer ameliyatı geçirmiş ve sol akciğerinin bir bölümü alınmıştı. Düzenli biçimde onu izleyen bir doktoru yoktu, beslenmesi bozuktu, aşırı kiloluydu, 1982, 85 ve 88’de Nancy, Fransa’da yapılan analizlerinde kan oksijen düzeyleri normalin altında bulunmuştu. Kalbin 2 arterinden birinde yüzde 60, diğerinde yüzde 90’a varan daralma, sağ kalpte yetmezlik saptayan İspanyollar bu veriyi değerlendirdi. Ölüm nedenini suda boğulmaya değil, kendinde evvelce varolan kronik akciğer ve kalp yetmezliğine, çok sayıda damar daralması yüzünden, kalbe giden kanın oksijen eksikliğine bağladı. Ancak kalple ilgili bu durumu histopatolojik olarak kanıtlayamadı.

12 Aralık 1991’de bir basın toplantısı düzenleyen Dr. de Lamela, "Hücresel düzeyde kalp krizi bulgularının gözlenebilmesi için, kişi kriz geçirdikten sonra 2 saat yaşamalı. Bu durumda Maxwell, krizden hemen sonra suya düşmüş olmalı. Suda boğulma değil. Kanında herhangi bir ilaç, zehir, alkol bulamadık. Denize düştüğünde canlı mı, yoksa ölü mü olduğunu bilemiyoruz" şeklinde bir açıklama yapınca, İngiliz adli tıp uzmanları saldırıya geçti. Bunların en serti, Adli Tıp Uzmanları Derneği Başkanı Dr. Bernard Knight’tan geldi, "Boğulduğunu kanıtlayamıyorlar, boğulmadığını da kanıtlayamıyorlar. Kalp krizi olduğunu kanıtlayamıyorlar. Kalp krizi olmadığını da kanıtlayamıyorlar. Sadece tahmin yürütüyorlar. Zaten İspanya, adli tıbbın en kötü olduğu Avrupa ülkesi. Bunu İspanya’da ölen vatandaşlarımızın eksik yapılan otopsilerinden biliyorduk" yorumunu yaptı.

SUDA BOĞULMANIN TANISI GÜÇTÜR

Aslında İspanyol meslektaşlarının adli tıp bilgisini eleştiren Dr. Bernard Knight pek haklı sayılmaz. Çünkü suda boğulma adli tıp açısından çözümü en güç konulardan biri. Bu, Prof. Dr. Şemsi Gök’ün artık klasikleşen Adli Tıp kitabından, yakın zamanda çok genç yaşta yitirdiğimiz Prof. Dr. Zeki Soysal ile Prof. Dr. Canser Çakalır’ın editörlüğünde hazırlanan Adli Tıp’ına, yerli, yabancı hemen hemen tüm ders kitaplarında kayıtlıdır. Hatta Melbourn Üniversitesi’nden Bowden, görgü tanıkları kişinin suda boğulduğunu söylemese, çıplak gözle yapılan incelemede boğulmanın işaretlerinin hiçbirinin görülemeyeceğine, bu nedenle otopsiyi yapanların yanılabileceğine dikkat çeker. Üstelik Knight, aynı sorunu kendi kitabında en az üç kez dile getirir. Ayrıca görgü tanıkları bulunmadığında, kişinin suya düşmeden mi yoksa suya düştükten sonra mı öldüğünün anlaşılmasının çok güç, hatta kimi zaman olanaksızlığından bahseden gene kendisidir. Bu görüşlerinin Robert Maxwell’in öldüğü yıl, yani 1991’de yayınlanan ve hızla standart ders kitabına dönüşen "Forensic Pathology"de yer aldığını söylemek gerek.

Sudan çıkartılan her cesedin ölüm nedeni, ağız ve burnun suyla kapanarak hava alınmasının engellenmesi ve suya battıktan sonra akciğerlere önemli miktarda suyun girmesi (aspirasyon), yani "gerçek boğulma" olmayabilir. Suya girmeden önce, girdikten sonra bir travma ya da doğal bir neden, ölümü meydana getirebilir. Soğuk suya girildiğinde istem dışı çalışan kas ve organların işlevlerini düzenleyen sinir sistemi merkezleri etkilenebilir, yine soğuk suyun vücut ısısını düşürmesine bağlı yan etkiler nedeniyle yaşam son bulabilir. Maxwell’in ölümünden bu yana geçen 15 yılda artan deneyime, gelişen biyolojik ve kimyasal inceleme yöntemlerine rağmen, ölüm nedeninin belirlenmesi hálá güçlüğünü korumaktadır. Kalp kanında stronsiyum, kalsiyum, sodyum, magnezyum, klorür analizi, kanda akciğere özgü fosfatidilkolin gibi bileşiklerin aranması güvenilir olmaktan uzaktır. Hatta açık denizlerdeki gerçek boğulmanın "altın standardı" olarak tanımlanan, organlarda ve olay yerinden alınan su örneklerinde, tek hücreli bir organizma olan diatomların varlığı bile, her zaman doğru sonuç vermez. (Yeri gelmişken belirtelim, İstanbul Üniversitesi’nden Dr. Coşkun Yorulmaz’ın 1996’da sunduğu adli tıp uzmanlık tezi diatomlarla ilgiliydi. Yorulmaz’ın bu alanda sürdürdüğü çalışmalara, pek çok yabancı araştırıcı atıfta bulunmaktadır.)

Bu nedenle, Maxwell’in ölümünü suda boğulmaya değil, kalp krizine bağlayan, ancak bunun suya düşmeden önce mi, yoksa içerisindeyken mi gerçekleştiğini ayıramayan İspanyollara yöneltilen eleştirilerin biraz acımasızca olduğuna inanıyorum.

Dr. de Lamela ve arkadaşlarının otopsi raporunda kayıtlı olmadığı halde, Robert Maxwell’in sağ kulağının arkasında bir iğne giriş deliğinin bulunduğu basında yer aldı. Kaynağı bulunamayan bu dedikodu, ister istemez, Maxwell’in biri ya da birilerinin saldırısına uğradığı, kulağının arkasına sinirleri felce uğratan zehirli bir madde enjekte edildiği, bunun sadece hava bile olabileceği iddia edildi. Gerçekten, sağ kulağın ardında yüzeysel bir çizik vardı. Alnında da benzeri bir çiziğe rastlanmıştı. Dr. Lamela bu çiziklerin, balıkadamın denizden çıkarma uğraşları sırasında gerçekleşmiş olabileceğini söylediyse de, komplo teorileri üretmek isteyenleri ikna edemedi. Borçlarını kapatacak parayı temin etmedikleri takdirde, kendileri için yaptığı hizmetleri basına açıklayacağı tehdidinde bulunmuş olabileceğini, MOSSAD’ın da onu bu nedenle ortadan kaldırdığı spekülasyonları hálá gündemde.

Dedikodulardan bir diğeri de, sudan çıkanın Maxwell olmadığıydı. Dr. Lamela, karısı ve oğlunun cenazeyi teşhis ettiğini, evvelce geçirilmiş ameliyat izleri, ayrıca kan grubunun tutması nedeniyle kuşkuya yer olmadığını ifade etse de, Maxwell’in dünyanın bir yerinde hálá hayatta olduğuna inananlar bulunuyor.

KAZA MI, İNTİHAR MI?

İspanya’da tahnitlenen Robert Maxwell’in cenazesi özel bir uçakla İsrail’e götürüldüğünde, bir kez de Tel Aviv Adli Tıp Enstitüsü’nde Dr. Yehuda Hiss başkanlığındaki 5 kişilik ekip tarafından otopsisi yapıldı. Salonda onlarla birlikte iki de İngiliz hekim vardı. Londra Guy Hastanesi Adli Tıp Bölümü Başkanı Dr. Iain West ve yine adli tıp uzmanı olan eşi Dr. Vesna West, Lloyd’s of London sigorta şirketinin bilirkişileriydiler. Maxwell, İspanyolların saptadığı biçimde ani bir kalp krizinden öldüyse, bir kazanın ya da bir cinayetin kurbanı ise eşine 39 milyon dolar tazminat ödenecek, evvelce geçirilmiş bir hastalık ya da intiharsa ödenmeyecekti.

Sağ kulağın arkasındaki çiziği onlar da gördü ve önemsemedi. İç organların büyük bölümü ilk otopside çıkarılmıştı, bu nedenle yeniden incelenmesi mümkün olmadı. Ancak, sol omuzun sırt tarafındaki kaslarda saptanan yırtılma, ölümden hemen önce olanların ilginç biçimde yorumlanmasına neden oldu. Hekimler bu bulguyu, suya düşmekte olan Maxwell’in can havliyle korkuluklara tutunma gayretine bağladı. Bunun kaza mı, birilerinin itmesiyle mi yoksa son anda intihardan vazgeçerken mi olduğu aydınlanmamakla birlikte, İsrailliler Maxwell’in kaza sonucu denize düşerek boğulduğunda hemfikirdi. (Maxwell, Lady Ghislaine yatı ile Türkiye’ye de gelmiş. Bu yata konuk olan dostlarla görüştüm. Güverte korkuluklarının, bu ağırlıkta ve boydaki bir kişinin kazaen aşağıya düşemeyeceği kadar yüksek olduğunu söylediler.)

Sigorta şirketinin bilirkişileri kalan organlardan parçalar alarak Londra’ya döndü ve bazı histopatolojik incelemeler yaptı. Maxwell’in bir kalp hastası olduğunu, ancak intihar ettiğine inandıklarını ve tıpkı çok yüksek binalardan atlayanlarda görüldüğü gibi, bir an için tek koluyla korkuluklara asılı kalması yüzünden sırt kaslarının yırtılmış olduğunu söylediler. Sigorta şirketi de 36 milyon doları ödemedi.
Yazarın Tüm Yazıları