Bir düğün hikayesi

Yıllardan 1968 aylardan Ekim. "68 Mayıs"ının artçı depremleri devam ederken, dünya medyası dikkatini Yunanistan ile İtalya arasındaki İyon denizinde, Lefkada adasının güneyinde küçücük bir adacığa çevirmişti. Skorpio adasına. Düğün vardı.

Çift, 1957 yılındanberi tanışıyordu. O zamanlar kadın başkasıyla evliydi, erkek de bir başka kadınla "büyük aşkı" yaşıyordu.

Erkeğin dillere destan yatı "Christina" 1963 Ekim’inde İstanbul’da boğazın sularını yararken, biraz eşsiz manzara, biraz güneş, biraz ay, biraz yıldızlar eh işte ilk "kıvılcım"ı hissettiler. Onlar için daha önemlisi belki de ortak yanlanını keşfetttiler: İhtiras.

Birkaç ay sonra kadın dul kaldı. Kocası bir cinayete kurban gitti. Çocuklarına adadı kendini. Erkek ise yaşadığı büyük aşktan sıkılmaya başlamıştı sanki. Çapkınlıklarını cümle alem biliyordu artık.

Sonrası biraz muğlak. Anlaşılan mercimeği fırına vermişler. Gizlice kakara-kikiriler. Evleneceklerini, 15 Ekim 1968’de ilk "Boston Herald Traveler" gazetesi duyurdu.

Gerçekten de 5 gün sonra, erkeğin sahibi olduğu Skorpio adasında düğün vardı.

Kadın "Valentino" imzalı gelinlik giyiyordu, başında duvak diye beyaz bir kurdele. Parmağında etrafı elmaslarla çevrili kalp şeklinde koskoca bir yüzük yüzük (Rivayetlere bakılırsa 1.2 milyon sterlin). Kulaklarında aynı şekil küpeler.

Erkek de heyecanlı idi bu minnacık adanın, küçük kilisesine girerken. Yanlarında çocukları. Hristina, Aleksadros, Karolina, John-John.

Düğünü izlemek için dünyanın dört bir yanından gazeteciler geldi Yunanistan’a. Sadece birkaçına kısmet oldu adaya ayak basabilmek.

Gelin, öldürülen ABD Başkanı John F.Kennedy’in dul eşi 39 yaşındaki Jackie, damat da İzmir göçmeni ünlü armatör 62 yaşındaki Aristotelis Onasis.

Kilisedeki dini ayinden sonra, barındaki iskemleleri balina testisi derisiyle kaplanmış, muslukları altın "Christina" teknesinde davet, sonra da balayı.

Aşk evliliği değildi diyorlar, katılmamak mümkün değil. Hayatta istediklerini almayı bilen iki insanın birlikteliği işte. Gelin, kendisinin ve çocuklarının geleceğini teminat altına alıyor, damat da sanki şampiyona verilen "kupa" imiş gibi o dönemde adından en çok söz ettiren kadına sahip oluyordu.

Evlilik şartları kağıda kaleme dökülmüştü. Geline ödenecek maaşa, ekstralara, hatta ayda en az kaç kez birlikte olacaklarina varıncaya kadar.

Aristo (Aristotelis’in kasıltılmışı) öyle fazla sadık kalmadı karısına. Düğünden bir ay sonra Paris’e uçtu. Yıllarca yaşadığı "büyük aşkı" nın yanına:Divanın, tanrı vergisi sese sahip soprano Maria Kallas’ın yanına. İhaneti iliklerine kadar hisseden ve uğruna sahneleri terk ettiği erkeğin evlendiğini duyduğunda "Mutlu olanlar için mutluyum" demekle yetinen kadının yanına.

Evliler, çok ender buluşuyorlardı artık. Davetlerde, genelikle "ortak" bir çıkarları olduğu zaman. Aristo, 1975 yılında 69 yaşında iken dalak ameliyatı sırasında kalbine yenildi. Jackie 1994 yılında 66 yaşında iken gırtlak kanserine.

Dalgaların kayalıklara acımasızza vurduğu 20 Ekim 1968’de Skorpio adasındaki düğün derler ya 40 gün 40 gece sürdü. Dahası 40 yıl da konuşuldu.

Grev mağduru bu hırsızlarane ceza verilir?

Osmanlı’da önemi malum Yanya şehrinde yakalanan iki genç polise suçlarını itiraf etmekte gecikmediler: "Evet biz çaldık. Çaresizdik".

Hırsızlık suçuyla hakim karşısına çıkacak iki genç ne ev soydular, ne de dükkan. Ne de kapkaççılık yaptılar.

Sadece birkaç litre benzin çaldılar.

Yunanistan’da 10 gündür devam eden ve bu satırlar yazıldığında akıbeti meçhul kamyon, tır, tanker şoförlerinin grevi, tatil için motosiklet ile Atina’dan Yanya’ya giden iki genci hırsızlığa itti.

Nasıl döneceklerdi Atina’ya? Koskoca ülkede grev nedeniyle bir damla benzin yok. İstasyonlardaki pompaların üstünde hep aynı kağıt: Yakıt bitti..

Çaresizlik içinde bir istasyondan ötekine koşarken yolda park etmiş bir motosikletten benzin çalmak geldi akıllarına. Ve yoldan geçenlerin ihbarıyla yakalandılar. Bakalım cezaları ne olacak? Hafifletici nedenler gözönünde bulundurulacak mı?

Yanya’daki hırsızlık olayı bir yana şoförlerin grevi tüm ülkeyi sarstı. Başkent Atina ölü şehir adeta. Trafiğe çıkan araba yok denecek kadar az. Taksiciler çalışmıyor. Bir istasyonda benzin olduğu haberi-dedikodusu yayılınca herkes oraya üşüşüyor. Uzun kuyruklar, kavgalar, bir bidon benzin için karakolluk olanlar... Ya da normalde litresi 1.20 euro olan kurşunsuz benzine, 2 euro ödemeyi teklif edenler.

Daha bitmedi. Kamyonlar, tırlar çalışmıyor ya, süpermaretlerin rafları boş. Birkaç domates, ya da biraz süt için mücadele veriyor insanlar.

Grevden çiftçi dertli, balıkçı dertli, ev sahibine "çıkacağım" sözü verip taşınamayan kiracı dertli..

Zam istiyor, sosyal güvence istiyor, şehirlerararası yollara haftasonları da çıkmak istiyor kamyon, tır, tanker şoförleri.

Onca zamandır grevlerde kaos yaşanmasına alıştım. Bu diyar insanı 2. Dünya Savaşı’nda işgali, sonrasında da iç savaşı yaşadı. Açlık, sefalet çekti. Bir teneke yağ için evini, bir parça ekmek için evdeki eşyasını satan oldu. Zor yılların ardından bolluk geldi. AB üyeliği de eklenince iyice rahata, lükse alıştı. Artık sıkıntıya gelemiyor pek. Dahası 60 yıl öncesindeki o zor yıllar genine mi işlemiş nedir? Endişeye, paniğe kapılıyor.

FARKLI BİR DAVET

Geçen hafta Atina’nın eğlence merkezlerinden Psirri Mahalesi’ndeki "En Elladi" tavernasında yaşadığım gece gibi, gazetecinin hem işini yaptığı hem de gönlünce hoş vakit geçirdiği davetler çok azdır. Atina Pandion (Siyasal Bilimler) Üniversitesi’nden geldi davet: Türkiye’den Bilgi Üniversitesi’nden 15 öğrenci ve birkaç öğretim üyesi ile Yunan öğrencilerle birlikte akşam yemeği yiyecekler. Türk öğrenciler, Pandion Üniversitesi’nin davetlisi olarak geldiler. Önce başkenten 3 saat mesafedeki antik Delfi kasabasında Yunan öğrencilerle Türkiye-Yunanistan-AB ilişkilerinin ele alındığı panele katıldılar. Öğrendiğim kadarıyla, görüş ayrılıkları epey ayyuka çıkmış panelde ama toplantı salonundan çıktıklarında bir yumak oluşturmuşlar.

Türk ve Yunan öğrencilerin eğlenceli son gecelerini paylaşmaktan mutluluk duydum. Sadece iki üç günlük bu beraberliklerinin, Türk-Yunan ilişkilerini geleceği için ne kadar önemli olduğunu, kendi sözleriyle aktarayım: Okuyoruz, duyuyoruz da temas başka bir şey. Hiçbir bilgi temasın yerini tutamaz, Yunan bir arkadaş, ne olur beni çocuklarınıza anlatın, dedi. Bunu asla unutmayacağım!

Salatalar kondu masaların ortasına, mücver ve köfte sonra. Sıkışık oturduk en ufak rahatsızlık duymadan. Güldük, ortak şarkılar mırıldandık. Gülümseyerek çıktım tavernadan. Üç kişilik orkestra eski mi eski rebetikolar çalıyordu. Bir çingene çocuğu yaklaştı yanıma, Yunanca "alsana şu çiçeği" dedi. Türkçe, git kızzz, deyince de, ağabey al hediyem olsun, dedi.
Yazarın Tüm Yazıları