Bir aşk yaşa Bin laf işit İclal & Tuna

Hepimiz dibine kadar sübjektifiz anasını satayım! Objektif olmak diye bir şey yok, unutun. Nereden mi biliyorum? İclal & Tuna haberine ben nasıl kendi üzerimden baktıysam, mail kutumda gördüklerim de aynı şey. Herkes bu olayı kendi açısından değerlendiriyor.

Kendi yaşadıklarıyla sınırlandırarak... Aşk, her şeye kadir diyenler var. Mutsuzluğun üzerine mutluluk inşa edilemez diyenler var. Doğum sonrası lohusalık sendromu, her kadının ve her erkeğin başına gelir. Bir sürü böyle örnek var diyenler var. Bir kadının çocuk doğurduktan sonraki ilk yılı korkunç geçer, o dönemde ondan ayrılmak racona sığmaz diyenler var. Artık herkese güvenimi kaybettim diyenler var. Kahramanların daha önceki hayat hikayelerini anlatan ihbarcılar var. Laf geçiren meslektaşlar var. Kıskanç edebiyatçılar var. Fırsat yakalamışken küfredenler var. Ayıptır söylemesi kafa atanlar var.

Bir de bu işlere ucu kendilerine dokunduğu için, samimi olarak üzülenler, kızanlar var. Gördüğünüz gibi her zaman olduğu gibi bu olayda da asla aynı düşünmeyen farklı insanlar var. Valla, ben şu laftan yola çıktım: ‘Postmodern çağda gerçek yoktur, bakış açıları vardır.’ Buyurun, benim mail kutumda biriken çeşitli değişik bakış açıları...

HAMİŞ: Söylemezsem çatlarım, Ahmet Hakan’ın perşembe gün yazdığı yazıda kullandığı ‘Overlokçu kızların bayıldığı yazar’ ibaresinden nefret ettim. Hiç ona yakışmadığını düşünüyorum. Bir sürü yazar da ona karşı, kendi köşesinde bu türden hakaretamiz şeyler yazabilir. Herkes herkesi karalayabilir, marifet değil yani. Ayıp oluyor, yakışmıyor.


ÜZERİME VAZİFE DEĞİL  AMA KIZGINIM

Kim ne derse desin, bir kadının doğumdan sonraki ilk bir yılı zordur. Hem de çok zor. Tuna Kiremitçi bu dönemi atlatamamış ve karısını yarı yolda bırakmıştır. Bir de şu sorunun cevabını bulamıyorum: Kendini karısıyla birlikte hamile hisseden birinin duyguları nasıl olur da birkaç ay içinde değişebilir? Belki üzerime vazife değil ama Tuna Kiremitçi’ye kızdım ben. Eşiyle birlikte geçtiği bu zor dönemde, kalbinin kapısını açık bıraktığı ve aşkın kapıdan girmesine izin verdiği için! O kapıyı açık bırakmamalıydı. Kitabına başlamıştım ama maalesef artık okuyamıyorum. Tadım kaçtı. (Funda.)

TERK EDİLEN ZAVALLI KADIN MI DEDİNİZ

O iş, her zaman ‘terk edilen zavallı kadın’ şeklinde olmuyor! Yıllarca eşine ve aşkına bir bebek gibi bakıp büyüten, özen gösteren, alttan alan kadın, çocuğu olunca ‘Hop!’ diyor. ‘Dur bir dakika ya. Benim artık bir bebeğim var. Yıllarca bana yaptığın haksızlıklara katlandım ama buraya kadar şekerim. Benim önceliklerim değişti. Aşkımı öyle herkese, her şeye yetiştirmeye çalışmaktansa, sadece bebeğime veririm. Hem artık güçlüyüm. Param da var. Kimseye muhtaç değilim. Sana da ihtiyacım yok sevgili kocam, çünkü görevin bitti, bana oğlumu verdin. Baaaaay.’ (Pınar S.)

HER ŞEY BU KADAR ÇABUK MU DEĞİŞİYOR


Hani ‘Hayat çok güzeldi!’ İnsan, mutluluğunu kendi yaratırdı. Bebekler bekleniyor, hayaller kuruluyor, planlar yapılıyordu. Her şey bu kadar mı çabuk değişiyor? Karşınızdaki insanlar, sevgililer bu kadar mı kötü? Kimsenin duygularına karışılmaz ama bir bebeğiniz varsa, özellikle de 11 aylıksa, bazı şeyleri de 17 yaşındaki yeniyetmeler gibi yaşamamak gerekiyor! (Nil.)

BEBEK OLMASA BİR SANİYE DURMAZ BOŞANIRDIM

Bebeğimiz doğduktan sonra, 4 yıllık evliliğimizin en zor ve kötü senesini yaşadık. ‘Bebek olmazsa, 1 saniye durmaz boşanırdım!’ diye düşündüğüm çok oldu. Nedenlerine gelince, galiba doğum yapan kadın, çok fazla ilgi, anlayış ve şefkat bekliyor. Bulamayınca kırılıyor, kocasını suçlamaya başlıyor. Çünkü onun hayatında fazla değişiklik olmuyor. O eskisi gibi işine gidiyor, kendince belki bebek bakımına yardım ediyor ama adı üstünde sadece ‘yardım ediyor’! Geri kalan her şeyi kadın yapıyor. Var tabii bir yerlerde haksızlık! İnsan bunalıma giriyor. Belki erkekler de, bizim anlayamadığımız zor bir dönemden geçiyorlar ve bizden anlayış bekliyorlar. İşte bu noktada ipler kopuyor. Karşılıklı suçlamalar ve kırgınlıklar başlıyor. Bizde de öyle oldu. Allah’tan boşanmadık. (Rabia.)

KİM O CESUR ADAM ONUN ADI TUNA KİREMİTÇİ

Hepimiz bu haltı yiyoruz. Niyeyse, ‘lap’ diye evleniyoruz. Gün gelince de fark ediyoruz ki, yirmili yaşların başlarında ya da ortalarında yapılan bu medeni hal değişiklikleri, sonradan ıskalamaya kıyamayacağımız adamlar ya da kadınlar için bir engel değil aslında. Bebek de olsa, karın lohusa da olsa. ‘Iskalama’ diyor sana şansın! Iskalama! Tam yanımıza düşen neler oluyor aslında hayatta. Sağımıza, solumuza düşüyorlar. Kaç kişi var gözünü karartabilen? Kaç kişi? Kaç ama kaç kişi var aşkıyla kendini bulabilen. Kim o cesur? O, Tuna Kiremitçi... (Banu Y.)

AŞK TERK DE ETTİRİR YÜKÜNÜ BIRAKIP KAÇIRTIR DA


Aşk, terk de ettirir, yükünü bırakıp kaçırtır da. Bunu yalnız erkek yapmaz, bir güzel kadınlar da yapabilir. Bir insanın diğerini terk etmesi için en geçerli ve mazeretsiz tek gerekçe aşktır. Ama bunu aşık olmayan birisi anlayamaz. Aşık olan insan her şeyi yapar ama asla geride bıraktıklarına dönüp bakmaz. Aşk da budur zaten. Hem şunu da iyi bilmek lazım: Gönlümüz bize ait değildir, o gider herhangi birinin gönlünde barınır. Bize düşen bu durumun sefasını sürmek veya cefasını çekmektir. (Ali E.)

AŞIK OLDUM GİTTİM AŞIK OLDUM TERK ETTİM


Artık her şey, anormal ilerliyor ve adı aşk oluyor. Aşık oldum gittim. Aşık oldum terk ettim. Ya önceki aşk? Bu kadar kolay mı, ‘Ben gidiyorum’ demek. Bu kadar kolay mı, ‘Artık başkasına aşığım’ demek. Hani nerde ‘Biz hamileyiz’ diyen o koca, o güçlü adam? Hemen birkaç ayda bu kadar kolay mı bir başkasına aşık olmak? Kalmadı mı artık anne-baba aşkları? Ben inanmıyorum artık kimsenin sonsuz güvenle aşk yaşayabileceğine. ‘Her an gidebilir, her an gidebilirim korkusu’ kimi kime sonsuza kadar bağlar ki? Yormaz mı insanı sizce? Aşk, sevgi, evlilik, güven değil midir? Yanında olacağını, elini uzattığında tutabileceğini bilmek değil midir? Kimi duysam aldatılmış, kimi görsem aldatıyor, sonra da sonsuz aşktan bahsediyor. Hayır, bir tuhaflık var bu işte... (Dilek)

YENİ BABA OLMUŞ ERKEĞİN PSİKOLOJİSİ


Yeni baba olmuş bir erkek psikoloğa gidip, rahatlıkla şunları anlatabilir: ‘Eşim, güzel, bakımlı, sevgi dolu ve sosyal bir kadındı. Bir elmanın yarısı gibiydik. Ta ki çocuğumuz oluncaya kadar. Şimdi eşim o kalın gövdesi, uykusuzluktan şiş gözleri ve darmadağınık saçlarıyla, sadece onunla ilgileniyor. Sahip olduğum her şeyi o minik canlı aldı! Bense ne halt edeceğimi bilmiyorum.’ İşte böyle hisseden bazı erkekler, sorumluluğu paylaşmak yerine ringden kaçmayı daha kolay buluyorlar. Kendilerine sorunsuz ve sorumsuz topraklar vaaT eden ilişkilere doğru hızla yol alıyorlar. Bunlar sorunlar karşısında kaçmaya programlanmış erkekler. Başka ne denebilir ki. (Filiz.)

AMOK KOŞUCUSU’NDA ANLATILIYORDU


Stefan Zweig’ın ‘Amok Koşucusu’ kitabında anlatılıyordu; bir Afrika ülkesindeki yerliler, kısa bir süre için bile hapse girdikleri zaman, hemen ölürlermiş. Nedeni, o yerlilerde zaman kavramının olmamasıymış. Zaman kavramı olmadığı için, gelecek kavramı da olmuyor. Bunun geçici bir esaret olduğunu, belirli bir zaman sonra her şeyin düzeleceğini, tekrar özgür olacaklarını anlayamadıklarından, hep hapiste kalacakmış duygusu onların depresyona girip hayattan ümit kesmelerine ve ölmelerine neden oluyormuş. Aynı şekilde bazı erkekler de sanırım hamilelik dönemi ve doğum sonrası problemlerin geçici olduğunu düşünemeyip, sadece bugünü yaşıyorlar. Ama sormak gerek, bu tespit doğru ise bazı erkeklerin o yerlilerden ne farkı var ? (Serap.)

ERKEK OLSAYDIM BENİM GİBİ BİR KADINI TERK EDERDİM


Yaşlı bir anneyim ben. Hamileliğim, doğumum, bebeğimin bakımı, uykusuzluk, uykusuzluk, uykusuzluk her şey ama her şey çok eziyetliydi benim için. Biraz hormonlarım, biraz dillere destan asabiyetim, biraz sivri dilim, suç ortaklığı etti bana. ‘Bir haksızlık var bu işte’ dedim, yerden yere vurdum kocamı. Bağırırken, benim sesime paralel apartmanda da ses soluk kesilirdi. Hem beni dinler, hem de susarlardı. İyi ama lohusa bunalımı diye bir şey vardı. Hormonlar, kimine göre 6 ay kimine göre 3-4 yıl kadının beynini ele geçiriyorlardı. Daha paranoyak, daha sinirli, daha alev gibi parlayan yaratıklar haline geliyordu doğuran kadınlar. Beyinleri elden gidiyordu. Onu kaç kez evden kovdum bilmiyorum. Kaç kez valizini alıp gitti ve ‘geçecek bunlar’ diye kendi kendini ikna edip, birkaç saat sonra döndü bilmiyorum. Ben erkek olsaydım, adımın Tuna Kiremitçi olmasına gerek bile kalmazdı, kendimi; benim gibi bir kadını çoktan terk ederdim. Neyse ki eşim, ne Tuna Kiremitçi’ydi ne de ben. Benim estetik ve sanatsal kaygılarım vardı. Hepsi de hem zayıf, hem de hastalıklıydı. Hayatın gerçeklerini onlar zannediyordum. Eşim ise hayatın ta kendisini yaşıyordu. Geçici bir durumu, genelmiş ve yüzyıllarca sürecekmiş gibi algılamayacak kadar ayakları yere basıyordu. Kin tutmadı, unuttu, lafını bile etmedi sonradan. Bunlar ‘yaralanmadı’ demek değil. Yaralandı yüreği, biliyorum. O haldeyken bile beni anlayacak ve bana hak verecek kadar beni sevdiği için yaralarını sardı, bunu da biliyorum. Alın size hamiş: Gerçek erkek, eşiyle birlikte hamilelik yaşayan değildir. Bu olsa olsa estetik, sanatsal kaygılar içeren dışı cilalı, içi boş güzel bir cümleciktir. Erkek, hani şu cesur ve güçlü olan erkek, asıl eşiyle birlikte lohusalığı göğüsleyendir. Göğüsleyemeyenin yolunu kesmeyin, gideceği yere kadar gitsin. Kendi çocuğunu, kendi karısının kucağında bırakıp giden, kendinden başkasını düşünemeyecek kadar egoist ve narsisttir. Göğüsleyebilenin ise yolunu kesin. Ve ayak parmaklarınızın ucunda yükselip alnına bir öpücük kondurun. Gerçek erkek odur ve ömrünüzün sonuna kadar tutacağınız el, yaslanacağınız sırt ve ağlayacağınız omuz ondadır. (Fulya.)

BEN DE 1 YAŞINA GELMEDEN AYRILAN BİR ÇİFTİN ÇOCUĞUYUM

Ben de 1 yaşına gelmeden ayrılan bir çiftin çocuğuyum. Bu hikayede de başrol oyuncuları aynı. Yine terk eden baba, çocuklara bakmak zorunda olan anne. Bizim hikayemizde bir de o zaman 5 yaşında olan bir abla var. Babam, evet annemi terk ediyor ama tek bir farkla: Beni de yanına alarak. Bence babam annemle ilişkisinden yorulduğu için ayrılıyor, hayatın zorluklarından kaçtığı için değil. Annem 2 çocuğa bakamam deyip, beni babama veriyor ve babam da zevkle kabul edip benim bakımımı üstleniyor, babaannemle birlikte. Şu an 25 yaşındayım ve hálá babamla yaşıyorum. Sadece ikimiziz ve babam hiç evlenmedi. Bu anlattıklarım belki üzücü gözüküyor ama inanın, bir kızın babasıyla yaşaması muhteşem bir şey. (E.İ.)

KALE GİBİ SAĞLAM EVLİLİK, KALE GİBİ SAĞLAM İNSANLAR

Ege, 18 aylık oğlumuz. Eşim, Ege’yi doğurmadan önce fiziksel olarak çok daha güzeldi. Kilo aldı, çocuk büyütme sorumluluğu onu biraz sinirli yaptı. Ege doğmadan önce tartıştığımızdan daha çok tartışıyoruz ama ben Ege doğmadan önce bu kadar sabırlı ve hoşgörülü değildim. Eşimin hamilelik sürecini düşünüyorum, kolay olmadığına bire bir şahidim. 9. ayın sonunda onu dünyaya getirirken verdiği acı dolu mücadeleye de şahidim, bizzat yanındaydım. Şimdilerde Ege’yi yatağımızın ortasına alıyoruz, bazen uyurken bazen uyanıkken Ege’ye bakıyoruz, sonra birbirimize bakıyoruz. Ege doğmadan önce baktığımızdan daha büyük bir sevgiyle, minnetle, şükranla, aşkla bakıyoruz. Olcay’ı Ege’yi doğurmadan önce sevdiğimden daha çok seviyorum. Kale gibi sağlam evlilik, kale gibi sağlam insanlar ile olur. (Dursun T.)
Yazarın Tüm Yazıları