Bir akrobasi pilotunun günlüğünden

Ali İsmet Öztürk, uçmakla, müzik yapmakla yetinmiyor. Bazen yazı da yazıyor. Günlüğündeki, ‘‘Meçhul ve eldiven’’ yazısından bir bölümü size de aktarıyorum. Hoşuma gitti de...

Dünya bin fitten daha yakın, lövyeyi geri çekiyorum. Yerçekimi beni yine koltuğuma yapıştırıyor. Burun, ufkun üstüne gelirken uçak rahatlıyor. Hız normale dönüyor. Kokpitin sağında küçük kızımın hediyesi uğurum, Almirez kuklası sallanıyor. Ona dokunmak istiyorum. Eldivenimin tekini çıkarıyorum ve tam o sırada acımasız rüzgarım eldiveni uçuruyor. Olacak şey değil, eldiveni düşürdüm. İnsan, eldivenini gökyüzünde kaybederse onu nasıl arar, aramaya nereden başlar?

Kukla Almirez'e dokunuyorum, uçuşa tek eldivenle devam ediyorum. İşte meçhul burada. Her şeyin tanıdık olduğu bu dünyada meçhul her yanımda. Meçhul, kalkışta, tırmanışta ve alçalışta. Alışkın olduğum dünyamın her yanı meçhullerle dolu. Uçuş pistinin sonuna doğru bakıp da gazları meçhule açan ben değil miydim?

Yaşadığımız dünyada her şeyi çok iyi bildiğimizi sanırken aslında meçhulün kucağında değil miyiz? Sabah evden çıktığımızda akşama kadar neler olacağını kim biliyor? Tahminlerle yaşadığımızı ne zaman anlayacağız? Ve meçhulün hayatımızdaki yerini ne zaman kabul edeceğiz?

Yaşamın her bir kırıntısı bile tarif edilemez güzellikteyse, onu böyle kılan bilinmeyenlerdir. Hayatın akışı içinde bunu anlamak ne kadar zorsa, çift kanatlı bir uçakla gökyüzünde süzülürken bunu anlamak da o kadar kolaydır.

İnişe geçiyorum. Tekerlekler yumuşakça yere değiyor. İlk soldan pisti terk ediyorum. Uçuş pistinin başında başka bir uçak var. Pilotunu tanımıyorum. Az sonra pistin sonuna doğru bakacak ve gazları açacak. Bir meçhule, kendi meçhulüne doğru koşacak.

Çift kanatlı uçağımı durdurup bakıyorum.

Tanımadığım pilot gazı açıyor.

Tanıdığını sandığı meçhulüne doğru havalanıyor...

34 KIV 23

Hep bu anı beklemiştim...

Hıncal Uluç'un plaka başlıklı yazılarına imrene imrene bir hal olmuştum. Bu konuyla asla alakası olmamasına rağmen içinde rakam geçen, resimler, tablolar, tişörtler, başlıklar çok iyi duruyor. Hem trendy hem de hoşuma gidiyor. Bir de o tür yazılar çok prim yapıyor. Herkesin şikayetçi olduğu bir konuda birini azarlıyorsun ya. Vurduğun yerden topluca ‘‘Oleeey’’ sesi çıkıyor.

Şimdi ben de yapacağım işte!

Üstelik çok da haklı olacağım...

Çünkü anlatacağım olayın mağduru Leman, evdeki yardımcım, kedimin biricik dostu, dahası benim arkadaşım. Leman, Ulus'ta oturuyor, ben Bebek'te. Bana gelip giderken otobüs kullanıyor, bir kısım yolu da yürüyor. Geçen gün ne oluyor? Otobüsten indiği yerde karşıdan karşıya geçerkeeeeen... Sen kalk, 34 KIV 23, gel bodoslamadan Leman'a çarp. Kızcağız yere düşsün. Tamam. Bir felakattir, her insanın başına gelebilir, herkes birilerine çarpabilir. Ama insan, o felaket başına geldiğinde davranışlarıyla tanımlanır. Söz konusu Opel Vectra'yı kullanan hanımefendi Leman'a çarpması yetmezmiş gibi, ne olduğunu anlamaya çalışarak şaşkın şaşkın etrafına bakan Leman'a ve çevreye toplanan insanlara bağırmaya başlıyor: ‘‘Fren tutmadı. Ben frene bastım... Sizi hastaneye götüremem benim elim ayağım titriyor...’’ Bakar mısınız pişmiş kelleliğe! Kadına vurmuşsun, yerde yatıyor, insanlar toplanmış. Sen hala kendi derdindesin...

Burada söz konusu olan senin titreyen ayakların mı? Ya o kızcağıza bir şey olduysa. Yardımcı olup, onu hastaneye götürmek icap etmez mi? İnsanlık bunu gerektirmez mi?

Ayıp değil mi?

Allahtan o sırada akrabalarından biri gelip Leman'ı taksiye bindirip hastaneye götürüyor. 31 KIV 23 de, ‘‘Ben burada sizin dönüşünüzü bekleyeceğim’’ deyip, ortalık sakinleşir sakinleşmez tüyüyor.

Ben de bu yazıyı o biraz utansın diye yazıyorum! Lütfen o hanımefendiye biraz utanmasını söyler misiniz?

İçleri çizili genç ihtiyarlar

Meseleye kafadan giriyorum. Ebru Çapa'dan söz ediyorum. Arkadaşımdır, severim onlar ayrı. Aktüel'de Nur Çintay'ın açığını doldurma sayfalarında (adı Ayna oluyor) Hakkı Devrim'le Okan Bayülgen'in bence çok esprili, çok sıcak, güzel fotoğraflarına aklınca laf geçiriyor. O fotoğraf içini çizmiş! ‘‘Yiğitlik, işini iyi yaptığı için böylesi yaklaşımlara gerek duymamasıdır belki insanın’’ demiş. Şunu mu demek istiyor? ‘‘Sen işini iyi yapıyorsun neden böyle ortalığa çıkıp şaklabanlık yapıyorsun.’’ Eğer öyleyse üzüldüm. Çünkü ne alakası var! Aksine Hakkı Devrim gibi ciddi ve saygın birinin böylesine gırgır, hayatla ve kendisiyle ve kendisini haddinden fazla ciddiye alan genç yazarlarla dalga geçebilmesi şapka çıkarılacak bir şey. Başka sorum yok, your honour!
Yazarın Tüm Yazıları