Benim güzel gazetem

Hürriyet'in dünkü manşeti beni acayip mutlu etti. Çalıştığım gazete, hem de manşetinde, biri Alman diğeri Türk vatandaşı iki erkeğin, Schöneberg'de evlendiğini ve Ankaralı eşin, soyadını aldığı partnerinin Alman vatandaşı olması sebebiyle, 3 yıllık oturma izni almaya hak kazandığını duyurdu.

Sadece haber olarak. Hiç yargılamayarak. ‘‘Başımıza taş yağacak, bunlar nonoş, sapık!’’ demeyerek. Dahası çiftin, birbirine aşık olduğunu vurgulayarak.

Bence bu müthiş bir şey.

Farkında mısınız, iki erkeğin ya da iki kadının birbirine duyduğu aşk normalleşiyor, artık kabul edilebilir hale geliyor. Bu manşet, bana bunu gösteriyor. Ve bunu Hürriyet yapıyor, helal olsun.

Gazetemin erkeklerinin, yeryüzündeki pek çok erkek gibi, homoseksüelliğe çok sıcak bakmadığını biliyorum, buna rağmen, herhangi bir yılanlık, hainlik yok haberde. Manşet, çiftin adam gibi çekilmiş fotoğraflarıyla, gözlerine bant atılmadan, ‘‘Utansınlar!’’ ‘‘Aman çocuklarınıza mukayyet olun!’’ vurgusu yapılmadan, sıradan bir haber olarak verilmiş. Diyeceksiniz ki belki: ‘‘Ne var bunda, olması gereken bu zaten.’’

Hayır. Bu ülkede tabular yavaş yıkılıyor. Hele böyle bir meselede. Her fırsatta eleştirdiğiniz gazetemi, bence demokratlığından dolayı sizin de kutlamanız gerekir diye düşünüyorum. Türkiye'de yaşayan bütün eşcinseller yani...

* * *

Haberi gördüğümde ilk tepkim yukarıda yazdıklarımdı... Bir de Berlin'de doğup büyüyen Alman edebiyatı öğrencisi Koray Günay'ı, Ediz Hun'un gençliğine benzettim. Onun, Ankara'da bilgisayar mühendisliği okuyan partneri Ulaş Yılmaz'ı omuzundan tutan hali, o yeni evlenen insanlara özgü hafif utangaç ifadeleri inanılmaz hoşuma gitti, gerçek geldi. Sonra birden, şimdi itiraf bile etmeye çekindiğim, kadınlara özgü, salak bir homofobi sardı beni: ‘Aman Allah'ım bütün erkekler gay mi oluyor yoksa?’

Ne yalan söyleyeyim, bazen böyle bir korku kaplıyor içimi, sanki gün gelecek ve yeryüzündeki heteroseksüel erkekler, ‘‘Ne varsa erkeklerde varmış’’ diyecek. Kendi aralarında pek mutlu ve huzurlu olacak, biz cadı kadınlara artık hiç mi hiç ihtiyaçları kalmayacak! Bu işin esprisi tabii. Ama bilin ki, benim gibi, bu durumdan inceden inceye endişe eden pek çok kadın var. Her gün birilerinin daha, ‘‘öteki saf’’a geçtiğini duyuyoruz çünkü.

Diyeceğim şu ki, ben bu konuda daha fazla röportaj yapmak, bilgilenmek istiyorum. Galiba, bir kadının aşık olduğu erkeği bir erkekle paylaşması, bir kadınla paylaşmak zorunda kalmasından daha çetrefilli, daha çaresiz bir durum. Bir erkek için de, geleneksel ahlakçıları karşısına alıp şöyle diyebilmek: ‘‘Ben bir erkeğim, aşık olduğum kişi de erkek. Ve annem 'Ben nerede hata yaptım?' dese de, onunla evleniyorum...’’

Yanılıyor muyum? Bu konuda yaşadıklarını paylaşmak isteyenler varsa, gelin Hürriyet'in attığı manşetle açtığı yoldan ilerleyelim ve bu konuları birlikte irdeleyelim...

Sibel'in ödülü

Bir filme gittiğimizde önce neye bakarız: İyi mi değil mi? Bir oyuncuyu değerlendirirken hangi ölçüyü kullanırız: İyi mi değil mi?

Bir oyuncu iyiyse iyidir. Sizce onu, daha önceki oyunculuk dışı ‘‘performansları’’yla değerlendirmek şart mıdır? Ne önemi var ‘‘Duvara Karşı’’ filmiyle ödül kazanan Sibel Kekilli'nin daha önce ne yaptığının; porno filmlerde oynamışsa oynamış, bize ne? Oyunculuk başka bir ölçü gerektirmez mi? Daha önce porno film çevirip çevirmemesinin, gösterdiği performansa ne artı ne eksi etkisi olabilir, kameraya alışık olması dışında...

Pekala bir fahişe de bir kadın satıcısı da oyunculuk yapabilir. Varsa yeteneği, gösterdiği iyi oyunculuktan dolayı ödül de kazanabilir. Pornocu diye kızın kazandığı ödül elinden mi alınacak yani? Ama haber değeri var o ayrı. Burada bizi ilgilendiren, kadının daha önceki ahlakı ya da ahlaksızlığı değil, o film çevrilirken gösterdiği iş ahlakı. Belli ki, işine saygısında kusur etmemiş.

Aslanlar gibi çaba sarf etmiş, oyununu oynamış, ödülü de kapmış. Daha önce yaptığı işler, bu ödülün önünde engel teşkil etmez.

Vay be! Ne güzel oluyormuş, ‘‘mez’’ ‘‘dir’’li cümleler kurmak. Bundan sonra arada sırada böyle de yazacağım: ‘‘İnsanların her gün işe gelmesi şartı değildir’’ filan yapacağım. Ama itiraf etmem gerekir ki: Eşcinsel ve pornocu Türk gençleri haberleriyle dün Hürriyet pek renkliydi...

HAMİŞ 1: Ben bir süre Berlin'e mi gitsem ve röportajlarıma orada mı devam etsem?

HAMİŞ 2: Röportajdan söz açılmışken Elif Ergu'yu kutluyorum. Pazar günü Vatan Gazetesi'nde Firuze filminin ekibiyle kotardığı ‘‘olağan fırlamalar’’ süperdi. Elimden onu ve fotoğrafçı arkadaşı Süreyya Dernek'i tebrik etmekten başka bir şey gelmiyor. Darısı başımıza!

HAMİŞ 3: E o zaman Milliyet'in Sevgililer Günü ilavesinin de, o gün piyasaya çıkan en iyi ek olduğunu söyleyeyim. Orada da bir konsept vardı. Gerçi ilave olarak bu işlerin öncüsü biziz. Ama kıskandım Milliyet'çileri, helal olsun. Celal Şengör ve eşinin şemsiye altında öpüşürken ki fotoğrafı hiç aklımdan gitmeyecek. Ama bizim gazetede olsa, yemin ederim, o fotoğrafı daha büyük versinler diye Neyyire'nin tepesinde boza pişirirdim! Ama inanın buna gerek bile kalmazdı...
Yazarın Tüm Yazıları