Belediyecilikte büyük aşama!

İSTANBUL Büyükşehir Belediyesi, dünya belediyecilik literatürüne yeni bir kavram kazandırdı!

Aynı zamanda Dünya Belediyecilik Tarihi’ne de altın harflerle yazılacak bu katkıya "yap-boz - yeniden yap - beğenme - eski haline yeniden getir uygulaması" deniliyor ki kısaca ifade etmek gerekirse "Lego Belediyeciliği" şeklinde tanımlamak da mümkün.

İlk uygulaması Ulus Köprülü Kavşağı’nda yapılmıştı. Kavşak önce bozulmuş, bu uygulamayla trafik arapsaçına dönünce de yeniden eski haline getirilmişti. Baktılar sistem iyi işliyor, şimdi İstiklal Caddesi’nde de uygulanıyor.

İstiklal Caddesi’ni aylardır bir çamur deryasına döndüren inşaat tam bitmişti ki Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, zemine döşenen taşları beğenmedi, sökülüp yeniden yapılmasını emretti. Ancak bu kez inşaat "bölüm bölüm" yapılacakmış, işin başında yapıldığı gibi bütün caddenin taşları aynı anda sökülmeyecekmiş.

Hatırlarsınız ilk günlerde bütün caddenin bir anda inşaat sahasına çevrilmesine yönelik eleştiriler "esnaf böyle istiyor" diye geçiştirilmişti. Demek ki şimdi esnaf fikrini değiştirmiş. Belediye yetkilileri "Bu esnafın ipiyle kuyuya inilmiyor ki birader" diye yakınsalar yeridir!

Ancak hálá açıklığa kavuşturulamamış bir konu var: Topbaş, zemine döşenen taşları denetlemek için bunca ay neden bekledi? İhale şartnamesine ne tür taş döşeneceği ile ilgili bir hüküm konulmamış mıydı, inşaatın şartnameye uygunluğunu denetleyecek bir belediye yetkilisi yok muydu? Bu sorulara yanıt veremiyorum, çünkü bu konuda yabancı servislerin ne tür talimatlar vereceği henüz belli olmadı!

Şimdi bu yeni yöntemin "İstanbul’un altına yapılacak tünellerle trafiği rahatlatma projesi"nde uygulanmasını bekliyorum. İster misiniz, bütün tüneller kazıldıktan sonra Kadir Bey, "Bu tüneller düşündüğüm gibi olmadı, hepsini doldurun, sonra yeniden kazın" desin?

Diplomaside de ’amacını aşan sözler’ söylüyorlarsa?

DIŞİŞLERİ Bakanı Abdullah Gül, basının yabancı servislerin ve diplomatlarının yönlendirmelerinin etkisiyle "ulusal çıkarlar aleyhine" yorumlar yaptığına ilişkin sözlerinin "amacını aştığını" açıkladı.

Özür dilemeyi bilmek bir olgunluk sorunu ve bizim ülkemiz siyasetinde bu olgunluğa ulaşmış insan sayısı yeterince çok değil.

Bu nedenle Abdullah Gül’ü "özür dilemeyi bildiği için" kutlamak gerek.

Ancak şunu da söylemek zorundayım: Önce ortaya bir söz atmak, bu söz tepki görünce de "sözlerinin amacını aştığını" iddia etmek, yeni bir tür siyaset yapma biçimi oldu sanırım. Önemli mevkilere gelmiş siyasetçilerimizin bir tür "söz ishaline tutulmuş gibi" ulu orta konuşmalarını ve sonra sözlerinin "amacını aştığını" iddia etmelerini, doğrusunu isterseniz artık "komik" buluyorum..

Yaşamının önemli bölümünü meydanlarda nutuk atarak geçirmiş siyasetçilerin bu tür bir özrün arkasına saklanmak zorunda kalmaları bana bir tek şey anlatıyor: Entelektüel donanımları yetersiz, konulara hákim değiller, akıllarına o anda nasıl gelirse öyle konuşmak alışkanlıkları var ve en önemlisi sinirlerini kontrol edemiyorlar!

Bunun bir siyasetçi için ne kadar büyük bir zaaf olduğunu söylememe bilmiyorum gerek var mı?

Bir de şu husus var: Başbakan olsun, Dışişleri Bakanı olsun, sık sık yabancı ülkelerin yetkili kişileriyle bir araya geliyor, meseleleri tartışıyor, konuşuyorlar.

Kullanılan her kelimenin özel bir anlamının olduğu, her sözün dikkatle seçilmesinin gerektiği diplomasi alanında "amacını aşan" sözler söylemelerinin ihtimali nedir?

Günlük siyasi yaşamında bu kadar sık "amacını aşan sözler söyleyebilenlerin" o görüşmelerde neler söyleyebileceklerini düşünmek bile ürkütücü.

Kadınlar da futbol izliyor!

GEÇTİĞİMİZ çarşamba günü oynanan Chelsea-Barcelona Şampiyonlar Ligi maçı Türk televizyonculuk tarihinde ilginç bir rekorun sahibi oldu.

İlk kez, iki yabancı takım arasında oynanan bir maç, reyting listelerinde AB grubu izleyicilerde birinci, tüm izleyicilerde ise ikinci sırayı aldı.

Daha da ilginci 20 yaş üzeri kadınlarda da maç en çok izlenen beşinci televizyon programıydı. Futbolun, Türkiye’de sadece erkekler tarafından izlendiğine inanan demode fikirlerin iflasını belgeleyen bir sonuçtu bu.

Star Televizyonu, maçı cumartesi gece yarısı banttan tekrar yayınladı. Dün sabah sordum, maç yine "en çok seyredilen 100 program" arasında. AB grubunda 51., tüm seyircilerde ise 72. sırada yer alıyor.

Demek ki Türkiye’de futbol, futbol gibi oynandığında, oynayan takımlarla hiçbir bağımız olmasa bile oturup seyredebiliyoruz.

Futbol seyircisinin "fanatiklerden ibaret" olduğunu zanneden ve onlara verdikleri tavizler yüzünden gerçek futbolseverlerin stadyumlardan kaçmasına yol açan kulüp yöneticileri umarım bu sonuçlardan gerekli dersleri çıkarabilirler.

Ortaya çıkıyor ki normal futbol seyircisi, holiganlardan kat kat fazla. Stadyumlardan tek işleri küfür edip, kavga çıkarmak olan holiganların ayağı kesilirse ve insanların rahatça maç izleyebilecekleri ortam yaratılırsa Türk futbolu gerçek seyircisine kavuşabilir.

Bir not da futbol ulemalarına: Chelsea-Barcelona maçı Türkiye’de oynanan oyunun futbol olmadığını gösterdi bizlere. Masa başında oturup "Fener parçalar, Aslan yutar, Kartal uçar" yorumları yapmak, Avrupa futbolunun bugünkü düzeyinde insanları kandırmaktan başka bir şey değil.
Yazarın Tüm Yazıları