Başbakan’ın tekbiri ses getirdi

Geçen hafta "Başbakan tekbiri yanlış mı alıyor?" başlığıyla bir yazı yazmıştım.

İçeriğinde, uzun yıllar Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde çalışmış eski bir dostumun dikkatine ve görüşlerine değinerek, "Tekbir alınırken ellerin nereye kadar kaldırılacağı bellidir ve kesinlikle parmaklar kulak memelerine değdirilmez. Ama başbakan, parmaklarıyla kulaklarına değdiği gibi, neredeyse okkalamış durumda. Dini bütün bir insanın bunu bilmesi lazım. Zaten birçok lider de aynı yanlışı yapar durur" sözlerini yazıma aktarmıştım.

Muhammed el-Dağıstani, Memet Şahin ve Şamil Muhammed isminde üç yazarın kaleme aldığı "Kitap ve Sünnete Göre Namaz" kitabını referans göstererek de tekbir almanın tanımını vermiştim.

"Elleri kaldırırken başparmak uçlarını kulak memelerine değdirmenin, Resulullah (S.A.V.)’ın sünnetinde yeri yoktur. Sahih olan ise yukarıdaki hadislerde zikredilen üç şekildir. Başparmak uçlarınız kulak memelerine değdirenlerin delili ise senedi, Münkatı olan (Kesilen, aralıklı, arkası gelmeyen), zayıf rivayettir."

Bu kitapla yetinmeyip, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın internetteki sitesine girdiğimi ekleyip, fotoğraflarla namazın kılınışı bölümünde tekbir için yazılanları da köşeme taşımıştım.

"Erkekler tekbir alırken; ellerin içi kıbleye karşı ve parmaklar normal açıklıkta bulunur. Başparmaklar, kulak yumuşağı hizasına gelecek şekilde eller yukarıya kaldırılır."

Tüm bu bilgilere ulaştıktan sonra, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın parmaklarının o gün yanlışlıkla kulak memesine değdiğini ya da bir bildiği olduğu için bu yolu seçtiğini ayırt etmeye çalıştığımı vurgulamıştım.

TEBRİK EDENİ DE VAR KÜFÜR EDENİ DE

İşte bu satırlarımın üzerine çok sayıda e-posta alırken, yazımın bir çok internet sitesinde yayınlandığını ve yorumlandığını izledim. Kimi, konu hakkında bilgilendirdiğim için teşekkür ediyor, kimi sanki Başbakan Recep Tayip Erdoğan’a saldırmışım gibi tepki gösteriyor, kimi de acımasızca eleştirip, ağza alınmayacak küfürlerle hakaret ediyordu. Doğaldır ki, küfürlerin sahipleri yobaz takımının birer temsilcisiydi.

Aslında benim amacım her hangi bir kişiyi hedef alıp, yanlış ya da doğru sentezini yapmak değildi. Zaten yazımın başında da bu sentezi yapabilecek yeterince dini bilgiye de sahip olmadığımı vurguluyordum. Ama anlıyorum ki, bana hakaret yağdıran kişilerden çok daha bilgi donanımına sahibim. Zira en azından tekbir almanın usulleri gibi bir konuyu araştırıp, en doğru kaynaktan öğrenme gayreti gösterebiliyorum. Kaldı ki, kendi iç dünyamda dinimi yaşama ve vazifelerimi yerine getirme konusunda Allah huzurunda bir sıkıntım yok.

İLETİSİNİN İÇİ DOLU OLANLAR

Gelelim mail kutuma ulaşan iletilere Lehte ya da aleyhte olmasına bakmadan her görüşe yer verirken, bazılarını özetleyerek aktarıyorum. Kararı da siz verirsiniz. İçlerinden en beğendiğim Marmara Üniversirtesi İlahiyat Fakültesi Araştırma Görevlisi Dr. Nuh Arslantaş’ın yazısı oldu. Zira iletisi bilgi birikimime katkı sağladı. Yazısında özetle şöyle diyordu;

"11 Mayıs Pazar günkü yazınızda Başbakan’ın şahsında namazda tekbir konusunu ele almış, değişik çalışmalardan da konuyu aslında özetlemişsiniz. Sonunda da, tekbir almadaki usuller üzerine toplumda bir buluşma noktası yok şeklinde de yazınızı bitirmişsiniz.

Aslında bu konu namazın hakikaten çok teferruatıdır. Namazda esas olan "Tekbir" getirilmesidir. Bunun teknik tabiri (Fıkhi dildeki tabir) "İftitah tekbiri"dir (ya da Tahrime). Tekbirlerde ellerin kaldırılması konusundaki farklılık da Hz.Peygamber’in konuyla ilgili farklı uygulamalarından kaynaklanmaktadır. O’nun tekbir alırken ellerini omuz hizasına kaldırdığına dair rivayet bulunduğu gibi, kulak hizasına, kulaklarının üstü hizasına kaldırdığına dair rivayetler de bulunmaktadır. Bu da sonuçta tekbir alırken ellerin şekli ile ilgili farklı uygulamaların ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Ancak, bizim ilmihal kitaplarında genelde tekbirde kulak memelerine ellerin başparmaklarına hafifçe dokundurmak gerektiği belirtilir ve bu da gündelik hayattaki bilgileri daha çok "İlmihal" kültürüne dayanan Türk toplumunda böyle yaygın bir uygulamanın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu vesile ile toplumu "İftitah tekbiri" ile ilgili bir konuda bilgilendirdiğiniz için teşekkür eder, başarılar dilerim."

KULAK MEMESİNİ BIRAK SURATINA BAK

İsminin yazılmasını istemeyen bir başka okuyucu ise konuya farklı yönden yaklaşıyor:

"Başparmaklar kulak memesine değse de değmese de, o namazı kılan normal vatandaş ise Allah onu kabul eder. Ama bir ülkeyi yöneten bir başbakan ise o surat ve o ruh hali ile kıldığı namazı kabul edeceğini sanmıyorum. Dünyada hiçbir başbakan, halkına karşı konuşurken gözlerinden kıvılcım çıkacak, gözleri yuvasından dışarı fırlayacak şekilde konuşmuyor. Yoksa kulak memesi imiş, bilmem ne memesi imiş, bunlardan kimseye bir zarar gelmez."

Selim Acer
ise konuya değindiğim için oklarını bana yöneltip, hakkımda yargıya varmış ve aşağıdaki satırları karalamış.

"Başbakanımızın yanlış tekbir almasını konu edinen yazınız gerçekten sizi bayağı aşağı seviyelere çekmiş. Hem dini bilgiden yoksun olduğunuzu bir Müslüman olarak yüzünüz kızarmadan söyleyebiliyorsunuz, hem de dini bilginiz olmadığı halde namaz kılan bir şahsı eleştirebiliyorsunuz."

Kendisine ve emsal eleştiri getirenlere hatırlatmakta fayda var; yazımda "Dini bilgim yok " demedim, sadece "konu hakkında yeterince bilgiye sahip değilim" dedim. İkisi arasında bir hayli fark var. İkincisi de Başbakan’ı eleştirmiyorum. Sadece toplum önderi bir kişinin hareketinden yola çıkarak konu hakkındaki bilirkişi merciindeki kişi ve kurumların görüşünü aktarıyorum.

30 YILA RAĞMEN GENÇ MUAMMELESİ GÖRMEK

Amerika’dan mail yollayan bir başka okuyucu ise eleştirisini yaparken önemli bir ayrıntıyı gözden kaçırıyor.(İnternetten köşeme girilebiliyor) Aynı gün Hürriyet’teki 30. yılımı kutladığımı yazmamı es geçip, bakın şu satırları karalıyor.

"Yahu maşallah hepinizde müftü kesildiniz. Hem dini bilginiz yok, hem de ömur boyu namaz kılanı eleştirecek kadar bilginiz var. Anlamak mümkün değil! Sevgili kardeşim bak bu meslekte yenisin ve gençsin, sana birşey söyleyeyim, kulağına küpe olsun. Çizmeyi sakın aşma. "

Yine Amerika’dan yazan Yaşar Temiz ise benim mesleki profilime üzüldüğünü söylerken, gazetecilik dersi de veriyor. Mehmet Aydın isimli okuyucu ise konuyu daha ileri boyuta götürüp şu satırları karalıyor; "Kardeşim senin alnın secdeye erer mi bilmiyorum ama, eğer namazın nasıl kılınması hakkında vaaz verilecekse sanırım sen zurnanın son deliğisin."

Adını vermeyen diğer bir okuyucu ise konuya kısaca değiniyor ve "Başbakanın yaptığı doğru Hanefi mezhebine göre. Biz de öyle yapıyoruz." diyor. Adını Mehmet olarak veren okuyucu da aynı paralellikte bir yaklaşımda bulunuyor. "Mezhep diye birşey var. Sanırım hiç duymamışsınız. Veyahut da vatandaş bilmiyor. Sizin her şeyiniz din konusunda mükemmel mi de siz başkalarının bu noktalarını deşiyorsunuz? Dinin ahkamlarını savunmak size mi düştü? Kaldı ki ortada çok büyük bir yanlış yahut hata falan yok. Birçok Türk Müslüman (Hanefi mezhebinden olanlar) kulağına değdiriyor."

Yaz gecelerine ev sahipliği yapacak yeni mekánlar

Yaz
esintilerinin kendini iyiden iyiye hissettirdiği bu günlerde yaşamlarımız evden daha çok dışarıda geçiyor. Doğal olarak da, herkes kesesine göre bir hedef belirleyip, yeme, içme ve eğlencenin tadına çıkarıyor. Bu hafta Ankara’nın yeni mekánlarını satırlara dökmeye karar verdim..

Sıcak yaz gecelerine ev sahipliği yapacak mekánlar bu sezon sayıca daha fazla ve dinamik... Evde oturmaktansa dışarı çıkma fikrinin ağır bastığı akşamlara denk geldiğimiz bu günlerde ben de rüzgára tutulmuş bir yaprak gibi oradan oraya savrulup duruyorum.

Birazdan sıralayacağım işletmelerin kimi, müşterileriyle ilk kez buluşuyor, kimi de alışıla gelmiş dekor ve mönüsünü yenileyip, rekabette "Ben de varım" diyor. Hal böyle olunca da, bana sadece bu tarz işletmelere gidip, tavsiye listemi hazırlamak düşüyor. Bu arada hükmünü halen sürdürüp, aynı başarı grafiğini koruyanlara değinmediğimi vurgulamalıyım.

Uzun zamandan beri gitmeyi aklıma koyduğum, ama bir türlü fırsat bulamadığım Güniz Sokak’taki Divan Otel’in restoranı ilk durağım. Restoranın kapısından içeriye girer girmez gözüme çarpan öncelikli unsur, sıcak ve şirin dekorasyonu oluyor. Daha sonra da masaları dolduran müşterilerin ne kadar elit insanlardan oluştuğu.

Dünya mutfağından örneklerin sunulduğu mekánda, mutfağın sorumluluğunun Şef Ali Açıkgül’e ait olduğunu öğreniyorum. Özgeçmişi başarılarla dolu Ali’nin hazırladığı leziz yemekleri birer birer tattıktan ve tabii hesap pusulasındaki rakamı gördükten sonra, gitmemin ne kadar isabetli bir karar olduğunu anlıyorum.

HANIM ELİ DEĞİNCE

İkinci durağım ise Barbecue Kebap oluyor... Çayyolu Alaçatı Caddesi’nde geniş bir arazide konuşlanan üç katlı restoranın kebaplarını ve mezelerini çok beğeniyorum. İşletmenin sahibi tanıdık bir isim. Ankara’daki Salata’lar ile Agora Balıkçısı’nın yaratıcısı Özkan Görgün, Barbecue’yü eşi Zeynep için açmış. Dekordan sunuma, hanım elinin değdiği her halinden belli oluyor. Benim çok beğendiğim Köşebaşı, Çırağan, Tike gibi kebapçılara iyi bir alternatif olmuş. Hazır söz kebaptan açılmışken, Reşit Galip Caddesi’ndeki Kebabistan’a da değineyim. Çok hoş bir bahçenin içindeki yapısı, sunduğu lezzetler ve fiyat politikası çok iyi. Hepsi Çamlıhemşinli olan garsonları ise cıva gibi.

Son zamanlarda benim gibi bir çok insanın favori mekánı ise Minasera Alışveriş Merkezi’nde yer alan Big Chefs. Masaları ve içerisi günün her saati dolu. Sahibi Gamze Cizreli, bu sektörü çok iyi bildiğini bir kez daha ispatlamış. Zaten Big Chefs’e Anteres Alışveriş Merkezi’ndeki mekándan sonra bir kardeş daha geliyor. Filistin ile Reşit Galip Caddesi’nin kesiştiği köşedeki villa oldukça yüklü bir yatırım sonucu dört katlı işletmeye dönüşüyor. Bu villa yıllarca rahmetli şair Necdet Evliyağil ile oğlu Sarp Bey’in konutu olarak işlev görüyordu. Yani tarihi yönü var ve Necdet Bey’in o enfes şiirlerinin ilham kaynağı bir bina.

Yine Reşit Galip Caddesi’nde yer alan Kaan Küce’ye ait "Makkarna" ise terasındaki yeniliklerle hoş olmuş. Kaan’ın bilgi ve görgü birikimiyle İtalyan mutfağında çok iddialı olan Makkarna’da kişiye özel yemeklere, kişiye özel masalar da ilave edilmiş.

TERASIN BONUSUDA VAR

Minasera’nın üst katında açılan IVY Braserie ise bu yaza damgasını vuracak yerlerin başında geliyor. Zira 300 kişilik terasında, yıldızların altında yemek yiyip, eğlenmek büyük keyif olacak. Ivy, May Day, Ivy Summer gibi bir çok mekana beraber imza atan Serhat Çelik ile Altay Ağva, yine güzel bir konsept yaratmışlar. Gecenin ilerleyen saatlerinde D’blyu isimli kulübe geçip eğlenmek ise IVY terasın bonusu olacak.

Ertesi gece Şömine Restoran’dayım... Her zamanki gibi masalar ve ayakta durabilecek makul yerler dolu. O yoğun insan trafiği içinde birçok tanıdık simaya rastlıyorum. Orkestranın ve üç solistin icra ettiği canlı müzik insanın kanını kaynatıyor, ama benim gözüm o muhteşem bahçesinde. Mekánın sahibi Can Ece, bahçe dekoru için bir hayli harcama yapıp, yaz sezonuna iyi hazırlanmış. Tıpkı GOP Attar Sokak’taki Suat Başer’e ait Coconot gibi. Oldum olası Coconot’ın bahçesi gözüme hoş gelir, ama ilavelerle güzel bir yaz ortamı oluşmuş.

ÇAYYOLU ONLARLA BİR BAŞKA GÜZEL

Yemek ve eğlencenin ana adresi Boxer By Wok ise sahibi Yüksel Karaca’nın zevk dolu dokunuşlarıyla terasını yeniden dekore ederek gücüne güç katmış. Belli ki, listenin ilk sırasında yer almaya devam edecek. Wok’un Çayyolu’ndaki kardeşi Wall ise bana göre Ankara’nın en iddialı mekánı. Gerek servis kalitesi, gerek sunduğu lezzetler ve gerekse kapalı mekánındaki ihtişamın bahçesini de yansımasıyla çok rağbet görecek. Zaten birkaç haftadır Pazar günleri gerçekleşen brunchlarda iğne atsan yere düşmeyecek kalabalıklar oluşuyor.

Yine Çayyolu yeni açılan iki önemli mekana daha ev sahipliği yapıyor. Biri Kuki, Cafemiz gibi marka işletmelerin yaratıcısı Boğaç Üner’e ait Quick China, diğeri de yılların pastanesi Leda’nın sahibi İbrahim Aksu’ya ait "Leda Braserie". Hızla zincire dönüşen Quick China’nın Park Cadde’sindeki son halkası çok güzel. Üç katlı binanın dekorotif şıklığı bir kenara, mutfak ve servis personeli çok başarılı. Çin’in yanı sıra, Japon mutfağının da mönüye dahil edilmesi çeşitliliği arttırmış. Leda ise pastadaki başarısını, füzyon mutfağına da taşımış.

BUNLAR DA SALAŞ LEZZET DURAKLARI

Şu ana kadar belli bir ekonomik gücü gerektiren yerleri sıraladım. Bir de hesap pusulası az, ama lezzeti çok yerlerden de bahsetmek istiyorum. Balgat’taki cağ kebabı, yani yatık döner yapan "Bizim Oltu" favori listemin başında geliyor. İskitler’deki Ye-An pidecisi ise fırsat buldukça gittiğim yerlerin başında geliyor. Akşam saat 22’den sonra hizmet veren Satılmış’ın karavanı ise vaz geçilmezlerin arasında yer alıyor. Uğur Mumcu Caddesi’nde konuşlanan ve yapımı bir türlü tamamlanmayan Hattat otelinin hemen dibinde park eden karavanda hazırlanan ekmek arası köfte ve ayran oldukça leziz.
Yazarın Tüm Yazıları