Bankacılığa karışmayan kalmadı

ADALET Bakanı Hikmet Sami Türk, Bakanlığının faaliyetlerini anlatmak üzere düzenlediği basın toplantısında, geçen hafta sonu TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'na verilen önergeyle gündeme gelen, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'nun banka sermayelerine katılımı konusunda da görüşlerini açıkladı:

‘‘Ziraat Bankası ve Halk Bankası'nın özelleştirilmesi düşünülürken devletin zarar eden bankada pay sahibi olması, çok büyük bir çelişkidir. Devletin küçültülmesi ve özelleştirmenin anlamı, devletin ekonomik faaliyetlerden çekilmesi demektir. Şimdi devletin güçsüz durumdaki bankalara destek sağlaması, beklenen bu amaca uygun değildir. Bir anlamda devleti bu bankalarda pay sahibi yapmak ve zararına ortak etmek demektir.’’

Türk
'ün söyledikleri, ekonomi ve Türk bankacılık sisteminin durumunu bilmediğiniz varsayımıyla, değerlendirildiğinde genel doğruları belirten sözler. Türk'ün ardından AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Gül de benzer eleştirilerde bulunup, bu işi Meclis'te önleyeceklerini söyledi.

Hemen her kesimden, hazırlanan operasyonun değişik yönlerine ağır eleştiriler geliyor. İşin açığı, bilen de bilmeyen de konuşuyor...

Herşeyden önce şunu söylemek gerekir ki; bu tür operasyonlar daha önce çok sayıda ülkede gerçekleşti. İsveç, İsrail, İspanya, İrlanda bu ülkelerden sadece bazıları. Operasyonlarda çeşitli yöntemler uygulandı ama hepsinde devletin bankacılık kesimine katılımı, sermaye koyması sözkonusu oldu. Ağır ekonomik krizlerden çıkmış, yüksek oranlı devalüasyon yemiş bütün ülkelerin bankalarında bu tür sıkıntılar oldu ve devlet sermaye koyarak sistemi düzeltmeye çalıştı.

Yani, piyasa ekonomisiyle, hele hele yılların yükünü taşıyan ve piyasa ekonomisini oturtmaya çalışan ekonomilerde, bu tür operasyonlar kaçınılmaz oluyor.

BAKKAL MI?

İş bankacılık olunca, yani güven müesseseleri olunca özellikle isimler konusunda doğal olarak hassas davranılıyor. Bu nedenle herşey açıklanamıyor ama tabloyu bir kez daha ortaya koyup, işin neden gerektiğini hatırlatmaya çalışayım:

Herşeyden önce şunu söylemek gerekir ki; bankacılık operasyonu bu programın ikinci fazını oluşturuyor. Yani bu operasyon şart. Yöntemine gelince, aylardır üzerinde çalışılıyor ve en uygun limitler ve yöntemler bulundu. Bu operasyonu hazırlayanlar ciddi olarak. Geceli gündüzlü ‘‘sistem ayağa kalksın’’ diye uğraşıyor.

Eğer bu aşamada, bankacılık operasyonu yapılmazsa, geç kalınmış olacak. Eğer bankacılık sisteminin bu yıl ikinci yarıdan itibaren kredi vermesi isteniyorsa, eğer yurt içi ve dışına ‘‘Bankalarımızın bilançoları 3 kere denetimden geçti artık tertemiz ve şeffaf’’ denmesi, dolayısıyla bankacılık sistemine güvenilip para gelmesi, bu paraların da reel sektöre kredi olarak gitmesi isteniyorsa, bu operasyon şart...

Bu operasyonda denildiği gibi, ‘‘Artık sermayesi eksiye düşse de Fon'a alınmama’’ gibi bir durum, bazı bankaların ucuz kredi kullanımı gibi bir şey yok.

Yalnız otoritenin bu işi daha iyi anlatması da şart. Liderlerin bile bundan haberdar olmadığı söyleniyor. Ya liderlerin haberi olduğu açıklansın ya da kimseye danışılmadan yapıldıysa özür dilenip, bilgi verilsin.

Ayrıca mümkün olduğunca şeffaf ve doyurucu bilgi verilip, kimsenin kayırılmadığı, kayırılmayacağı, bunun sistemin gereği olduğu iyi anlatılsın...

Bu operasyonun 16.4 milyar dolarlık ek kaynak için şart olduğu da unutulmasın.

Operasyonu ‘‘yapılmasın’’ diye eleştiren bankacılara da diyecek bir sözüm var:

Bankacılık ciddi iş, bakkal yönetmeye benzemez. Karşıdaki bakkal kapanırsa benim işlerim artar diye düşünülmez. O batarsa, kendi bakkalı da batar...
Yazarın Tüm Yazıları