Ayşe'nin Gözlüğü

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Dönüşte 58 F

BEN geldim.

Küçük yeğenim Lara, böyle yapıyor.

Salona giriyor, tek tek hepimizin suratına bakıyor ve büyük bir şey bahşedermişçesine:

- Ben geldim! diyor.

O zaman ‘‘O oooooooooo!’’ demek gerekiyor:

- Hoşgeldin!

- İyi ki geldin.

- Sen nerelerdeydin?

O çok masum görünen ‘‘Ben geldim’’ lafında, aslında bir tehdit de gizli:

- Muazzam bir tepki gösterin, abartın, sevinç çığlıkları atın.

- Allah belamı versin, yoksa geldiğim gibi giderim.

Biz de salak değiliz tabii. Küçücük bir çocuğu mutlu etmek için acayip tantana yapıyoruz. İnanılmaz seviniyor. ‘‘İyi ki gelmişim. Yaşasın. İsteniyorum. Aranıyorum. Özleniyorum. Ben seviliyorum’’ diyor.

Benimki de o hesap.

Kazık kadar olsak da, hiçbirimiz farklı değiliz Lara'dan.

Tamam mı?

Ben geldim.

Bin saat filan uçak yolculuğu yaptım.

Artık Türkiye sınırlarındayım.

* * *

Giderken, başıma iyi bir şey gelmişti:

26 C.

İnsanın kendisini sorgulamasına sebep olacak kadar uzun İstanbul- New York uçak yolculuğu esnasında, çok hoş bir adamla yanyana yolculuk yapmıştım. Yemeden içmeden de, bu durumu sizinle paylaşmıştım (Hatırlayınız: Geçen Çarşamba yazısı). Bunu laf olsun, torba dolsun diye de yapmamıştım. Gerçekten de, yalnız seyahat eden birinin uzun bir yolculukta başına gelebilecek birkaç iyi şey vardır:

a) Sıkı bir kitap

b) Birkaç uyku hapı

c) Müthiş depressif bir ruh hali, o zaman uyku hapına bile ihtiyaç yoktur, boş boş bakarsınız, dünya ile bağlantınızı çoktan koparmışsınızdır, bir de sürekli ağlarsınız

d) Sizi sıkmayan iyi bir yol arkadaşı

* * *

Benimki katmerli helvaydı.

Çünkü 26 C, sıkmayan bir yol arkadaşıydı.

Hem de pek yakışıklı.

Hem dinlemesi, hem bakması hoştu.

Fakat hiçbir şey sürekli değil hayatta. Gidişte uçaktaki yan koltuk numarasıyla o kadar hava attım ki, dönüşte kimin ahı tuttu bilmiyorum başıma bir 58 F geldi.

Hala kendime gelemiyorum.

Nerede hata yaptım bilemiyorum.

58 F bendim arkadaşlar.

Benim koltuğum.

Olamaz böyle bir şey.

Uçağın en arkasında bir dörtlü koltuk grubunun ortasında. Bırakın yatırmayı, koltuk geriye bile gitmiyor. Ben 11 saat bu hapishanenin içinde mıh gibi kakılacağım. Bacaklarımı uzatamıyorum, sağa sola kıpırdayamıyorum. Yemek yiyemiyorum, bir şey içemiyorum. Öldüm ben, öldüm. Bir işkence ki, Çin işkencesi yanında hiç kalır.

Neredeyse birilerinin 26 C yazımı okuyup, öyle mi, görürsün sen gününü deyip, özel olarak 58 F'yi planladığına inanacağım.

Çocukluğumda okuduğum TEKS çizgi romanında vardı, o yerinde duramayan hareketli kahramana verilen en büyük ceza, onu kendi boyutlarında kazılmış bir mezar çukur karışımına gömüp, üzerine bir ızgara koyduktan sonra saatlerce hareketsiz kalmasını sağlamaktı.

Ben 58 F'de ondan çok farklı durumda değildim.

Sağ yanımda bir Malezyalı, sürekli Whisky içiyor, sol yanımda babasıyla birlikte seyahat eden üzerinde Harley Davidson T. Shirt'lü, küçük tırnağı uzun, burnu ve kaşı halkalı rockçı-punk'çı bir genç.

İster sağına bak, ister soluna...

İki kelam etmek mümkün değil.

Sadece ‘‘Geçecek/ Geçecek/ Geçecek’’ diyordum.

Geçti.

Frankfurt'ta bu işkence bitti.

* * *

Ama yol bitmedi.

Yol, İstanbul'da da bitmedi.

Ben Ankara'ya gittim.

Aslında tarih yazdım, tabii biraz kişisel ama olsun: Sevgilisi için fedakarlık yapan kadın! Çünkü Ankara'da Kashmere'in kapanışı vardı, kapanan gözlerimle orada olmam isteniyordu. Oldum. Canım arkadaşım Simten de oradaydı. Yıkılmak üzere olduğumu bildiği için bana destek olup, ayakta durmamı sağlamak üzere gelmişti. Sevgilim, her zamanki gibi, pek benim durumumla ilgili değildi, sushi bar'ın yerine yeni monte edilmiş MAVİ BAR'ıyla uğraşıyordu.

Barmenler acayip bir gösteri yaptılar.

Tom Cruise'un Kokteyl filminden çaldıkları figürlerin tamamını bize izlettiler. Şampanyalı çikolatalı hoş bir geceydi. Bir tek Ankara'ya gelirken Erdal Acar'la birlikte gördüğüm Deniz Akkaya'nın, görevli olmasına rağmen neden Kashmere'e gelmediğini ve o zaman parçasını nerede, nasıl kullandığını bir türlü anlayamadım.

Ben zaten Okan Bayülgen'den ayrılmış olduğunu da bilmiyordum.

Bir hafta gittik neler olmuş.

Bunları boş bırakmaya gelmiyor.

Ya davulcuya gidiyorlar ya zurnacıya.

* * *

Sizin için müjdeli haber, benim gelmem.

Böyle zor oluyor uzaklardan yazı yazmak, telefonda filan okumak, yazılar, başlıklar birbirine karışıyor; insanın işinin başında durması gerekiyor.

Benim için müjdeli haber de, Kashmere'in kapanmış olması.

Hani orası kışlık mekan ya.

Yazın olmayacak tabii.

Bu ne anlama gelecek? Zafer, haftanın üç günü yoktu, dört günü görüşüyorduk ya, artık hep yanımda olacak, bakalım kaç gün kaçabilecek, kaçamadığı günlerde bana ne kadar ve nasıl dayanabilecek? İlişkimiz için bu iyi mi kötü mü bilmiyorum ama ben yaramaz çocuklar gibi öyle kendi kendime seviniyorum. Kocam değil mi, her akşam eve gelecek, (aslına bakarsanız yasal olarak mecbur bile!) benim pişirdiğim yemekleri yiyecek.

Bakalım bu yaz sevinci ne kadar sürecek?

HAMİŞ:

Yokluğum sırasında o kadar çok mail atmışsınız ki, bir süre başımı kaşıyacak vaktim olmayacak, taleplerinize cevap verebilmek için ekstradan çalışmam gerekecek. Bu arada mail'leri incelerken gördüm ki, bizim 26 C fena halde havaya girmiş, yazımı elinde dolaştırıp sağa sola hava atmış, ‘‘İşte o benim’’ diye. Bir de diyor ki, utanmadan: ‘‘Bu kadarla kalmayacağım kendime üzerinde 26 C yazan özel bir T.Shirt bastırıp Türkiye'ye geleceğim.’’ Yapsın bakalım. Doğrusu haketti. 14 saat insan ömründe uzun bir süredir. Yalnız bilmeli ki, o benim için sadece bir yazıydı! Ama Ağustos'ta ben tekrar New York'a gittiğimde görüşmek isterim, bakarsınız yeni yazılar çıkar.

Yazarın Tüm Yazıları