Ayşe'nin Gözlüğü

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Küçük İstavrit

‘‘Eve git/ yorganın altına gir/ elinde kumanda/ kanallardan birinde eski bir Türk filmi ara/ mümkün değil, Adile Naşit ve Hulusi Kentmen olsun/ yanıbaşında da kağıt mendiller hazır dursun/ harika/ hadi şimdi başla ağlamaya’’ günlerinden biri.

Nezih Karaca da, öyle bir günde yollamış ki ‘‘Küçük İstavrit'in Öyküsü’’nü, ne yalan söyleyeyim, böğüre böğüre ağlayabilirim.

Bir ‘‘Küçük İstavrit’’ kalmıştı üzülmediğim.

Peki itiraf saati: Geçenlerde de October Sky diye bir filme gittim. Çok da matah bir film değildi ama o kadar ağladım, o kadar ağladım ki, az kalsın boğulacaktım. Arka sırada da Burhan Karaçam oturuyordu, adama tabii salya sümük, ‘‘Aslında ben sizinle röportaj yapmak isteyen bir gazeteciyim’’ diyemedim. Ama inanın istedim. Yani bazen öyle oluyor, fena halde ağlamam geliyor. Utanıyorum tabii. Genelde tutuyorum. Ama n'apiim, bugün, Küçük İstavrit'in hali bile, beni fena halde hüzünlendiriyor.

* * *

Küçük İstavrit; yiyecek bir şey sanıp, hızla atıldı çapariye...

Önce müthiş bir acı duydu dudağında.

Gümbür gümbür, oldu yüreği.

Sonra hızla çekildi yukarıya.

* * *

Aslında hep merak etmişti: Denizlerin üstünü.

Neye benzerdi, acaba gökyüzü?

Bir yanda büyük bir merak.

Bir yanda ölüm korkusu...

* * *

‘‘Dudağı yarıklar’’ denir ya, şanslıdır onlar.

Hani görüp de gökyüzünü, insanı...

Oltadan son anda kurtulanlar.

Ne fayda, balıkçının parmakları hoyratça kavradı onu.

Küçük İstavrit, anladı yolun sonunu.

* * *

Koca denizlere sığmazdı yüreği.

Oysa şimdi yüzerken, küçük yeşil leğende, cansız uzanıvermiş dostlarına, değiyordu minik yüzgeci. İnsanlar gelip geçtiler önünden. Bir kedi yalanarak baktı gözünün içine. Yavaşça karardı dünya. Başı da dönüyordu. Son bir kez düşündü derin maviyi. Beyaz mercanı, bir de yeşil yosunu...

* * *

İşte tam o anda, eğilip aldım onu.

Yürüdüm deniz kenarında.

Bir öpücük kondurdum başına.

İki damla gözyaşından ibaret.

Sade bir törenle saldım denizin sularına.

* * *

Bir an öyle baka-kaldı.

Sonra sevinçle dibe daldı. Gitti, tüm kederimi söküp atarak. Teşekkürü de ihmal etmemişti: Birkaç değerli pulunu avuçlarımda bırakarak. Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme. Sorar gibiydiler, ‘‘Neden yaptın bunu?’’ diye. Demedim. Ama demek istedim: ‘‘Bir gün bulursam kendimi, yeşil bir leğende Küçük İstavrit kadar çaresiz, son ana kadar hep bir umudum olsun diye’’.

Bilgin Eryüksel'in fıkrası

KİMSİNİZ bilmiyorum. Ama ilaç gibi geldiniz. Eski, meski fıkranız beni güldürdü. Yani her an Bebek'e eve gitmekten, giderken de Arnavutköy'deki balık tutanların leğenlerine yapışıp, ‘‘Yazık değil mi bu balıklara, salın hemen onları Boğaz'a!’’ demekten vazgeçebilirim.

* * *

İki cüce kardeş, yine iki cüce kızkardeşle evlenmiş ve balayına gitmişler. Gittikleri otelde bitişik odaları tutmuşlar. Birinci çift, ilk gecelerinde uğraşmışlar uğraşmışlar ama başarısız olmuşlar.

Keyifler kaçmış, yan odadan gelen sesleri dinlemeye başlamışlar.

Bir de ne duysunlar; yarım saatte bir ‘‘Haydi yallah, hop, hop’’ diye sesler geliyor.

Sabah kahvaltıya inmişler. İştahsız bir şekilde kahvaltıyı didiklerken, diğer bütün gece hoplayan cüce çift gelmiş. Hoplayan cüceler:

- Kardeş, geceniz nasıl geçti demiş.

Bizimkiler:

- Hiiiç, yatıp uyuduk demiş.

Gece hoplayanlar iç geçirmiş:

- Ah ne güzel. Biz o kadar uğraştık ama yatağa bile çıkamadık.

Dönem ödevi sorunu

Şimdi arkadaşlar, şöyle bir sorunum var. En şeker, en sevimli ve en saf halinizle, cebelleşmek zorunda olduğunuz dönem ödevlerinizi ya fakslıyor ya da İnternet yoluyla bana iletiyorsunuz.

Ve yardım istiyorsunuz.

Yani şöyle:

‘‘... Üniversitesi'nde okuyorum. Aldığım derslerden biri sosyoloji, bu ders için hazırlamam gereken bir ödev var. Yapmam gereken de gazetecilik mesleğiyle ilgilenenlere hazırladığım birkaç soruyu sormak ve sonuçlara göre ödevi hazırlayıp bitirmek. Sorulara mümkün olduğunca uzuuun cevap verirseniz iyi olur. Sorular virüslü değildir. Lütfeeen. Ödevi hafta sonuna kadar yetiştirmem lazım. Sevgiler’’.

‘‘... Lisesi'nde okuyorum. Ben ve arkadaşım Çağdaş, Türkiye'nin Ekonomik Programını önce anlamayı sonra da anlatmayı seçtik. Tabii birkaç insanla röportaj yapmamız gerekiyordu. Yardımınız olursa çok sevinirim. Hayır demeyeceğinizi biliyorum’’

İyi ama ben ne yapayım canım!

Yetişemiyorum hepinize...

Hem zavallı ben, bir başıma kaç tane lise dönem ödevi ya da üniversite ‘‘term-paper’’ı sorusu cevaplayabilirim ki! Türkiye'nin bütün lise ve üniversite bir öğrencilerine bu hizmeti verebilmem, inanın mümkün değil. Üstelik bugüne kadar çok yaptım. Ben sıramı savdım. Tamam mı? Ben zaten ‘‘Hayır’’ demeyi beceremeyen bir insanım, sizi kırmamak için yaz babam yazıyorum, o zaman da kendi işlerimi yapamıyorum.

Şöyle bir çözüm buldum: Benim adımı kullanın, kendi sorularınıza kendiniz cevap verin, hocanıza da bunlar Ayşe Arman'ın cevapları deyin. Tamam mı? Siz de kurtulursunuz, ben de...

HAMİŞ: Düşündüm de bunu açıkça yazdığım için hocalar, ‘‘Nereden bileyim senin o gazeteciyle konuştuğunu’’ derlerse... O zaman, tanık olarak gelip ifade veririm. Tamam mı?

Yazarın Tüm Yazıları