Ayşe'nin gözlüğü

Duşsuz ihtişam- N'olur sen de gel, bak herkes karısını kocasını alıyor, olmadı sevgilisini, hadi beşbin doları ver gel, beni yalnız bırakma, kurda kuşa yem yapma. Ne dersen yapacağım, bütün gece kompartmanda sırtını kaşıyacağım.- Gelemem. Mümkün değil.- Neden?- Duş yok.***Evet muazzamdı, müthişti, mükemmeldi.Ama arkadaşlar, tarihi, efsanevi, büyüleyici Orient-Express'de duş yoktu. Bu da tahmin edeceğiniz üzere 21. yüzyılda suyla yakın ilişki kuran insanlar için bir sorun oluyor. Günde yedi kez duş almayı adet eden benim sevgilim için ise felaket ötesi.***Ama yine de 2-8 Eylül tarihleri arasında en havalı gece kıyafetlerimizi giydiğimiz o büyülü gecelerde, hiç duş almadığımız düşünülmesin.Aldık.Ama trende değil konakladığımızı otellerde.O güzelim trende herşey vardı, Allah sizi inandırsın yataklar da rahattı, yemekler de, hizmet de muazzamdı, biraz kompartmanlar dardı o kadar, hatta salon-salomanje tuvaletler bile vardı, benim şu gazeteki odam kadar büyük neredeyse, buna karşılık duş yoktu.Onun dışında problem de.Benim varlığımı saymazsanız tabii.***İsterseniz olayı baştan anlatayım.Dilek Sabancı'nın sahibi olduğu Vista Turizm, 22 yıl sonra İstanbul-Venedik seferlerine tekrar başlayan Venice Simplon Orient-Express'in Türkiye acentalığını aldığı için, şanlı bir kısım gazeteci bu seyahate davet edildi.Ben onlardan biriydim.Sevgili gazetem git dedi.Ben de gittim.Ama benim yalnız gitmemin, pek bir manası olmayacaktı. Çünkü benim yazdıklarım sizin hayal gücünüzü değil harekete geçirmek, ayağa bile kaldıramayacaktı. Görsellik çağında yaşıyoruz, görsellik! Dolayısıyla fotoğrafçı arkadaşım Sebati Karakurt devreye girdi. Yani ben onu soktum. Dolayısıyla da kompartmanıma. Elbette ki tepemde yatan adamın Sebati değil, sevgilim olmasını tercih ederdim.Ama işte o duş sorunu, o dönemde devreye girdi.Zafer gelmedi.***Toplam 16 Türk idik.Vista Turizm'ci yetkililer ve diğer gazeteciler. Bir çift vardı ki, onlar yüzümüzün akıydı; Benardete çifti. Onlar H vagonuna bizden farklı olarak davetli değil, yolcu şeklinde gelmişti.Bir Salı günü saat beş civarı yerleştik kompartmanlarımıza.Son derece havalı bir edayla...Tabii ki benim dışımda.Yüküm ağırdı, kolaysa kaldırın o ağır bavulu havaya.Yerleş bakalım kompartmana...Ne kompartman ama!Lavabosu, aynası, herşey eskiden olduğu gibi korunmuş durumda.***İlk gece trende konaklama, o aristokrat havayı koklama, maceracı ayaklarına yatma, gereksiz heyecanlara kapılma, trenin ruhunu anlamaya çalışma ve o muhteşem hava.Nın içinde patlayan o önce Fransızca sonra İngilizce ses:- Messieurs les voyageurs, le diner est servi!Tabii ki açız.Gidiyoruz önce bar, sonra yemek vagonuna.Yemekler nefis ama ambiyans herşeyin üzerinde. O masada oturup yemek yiyen bir insanın kendisini bir eski zaman asilzadesi gibi hissetmemesine imkan yok. Bu duygu bir adi duş yüzünden yaralı kalbime çok iyi geliyor. Kendimi güzel şaraplara veriyorum ve bitmez tükenmez sohbetlere.***Bükreş sabahında uyanıyoruz.Yaşasın duşa doğru ileriliyoruz...Çünkü bundan sonraki ilk duş Budapeşte'de.Demek ki Budapeşte'ye kadar sevgilimi unutabilirim, çünkü her duşta onu hatırlıyorum. Ama bir mahzuru yok çünkü altı ülkeyi aşan tren insanın her anını oyalayabilecek kadar muhteşem.Muhteşem olan başka bir şey de üstad Çetin Altan'ın insan beyninin sınırlarını zorlayan sohbetleriydi.Diğer bütün yolcuların gözü üzerimizde.Anlaşılması kolay değil...Bir kişi konuşuyor, oniki kişi onu dinliyor.Gıkını çıkarmadan.Haliyle merak ediyorlar ne oluyor diye...Çünkü onlar henüz Çetin Altan'ı tanımıyorlar.Neler kaçırdıklarını bir bilseler!***Allah kahretsin!Üçüncü duş zamanı biraz uzadı.Venedik'te.Festivale de rastlayınca, kaçırılabilecek şeylerin sayısı artınca, duşun da kıymeti harbiyesi azaldı haliyle.Ama ben sevgilimi yine de unutmadım.Beni Orient Express'de yalnız bırakan sevgilimi duşumu alarak bir kez daha andım.
Yazarın Tüm Yazıları