Ayşe'nin gözlüğü

Pati'nin babasının Albüm'üÖnce kendisiyle değil, kedisiyle tanıştım...Bu durum hiç hoşuma gitmedi, çünkü grili beyazlı kedisi, bahçede kendi halinde hava almakta ve aval aval etrafa bakmakta olan benimkinin üzerindeydi. Üstelik öyle bir kedi ki Pati, gerçi o zaman ismini bilmiyordum, erkek olduğu her halinden belli. Ama benim yavrucuğum da erkekti.Bilmiyorum neden sinirlendim birden. *Gerçi onlar muhakkak kendi dillerinde, aralarında konuşuyorlardı, evet çocuğumun özel hayatıydı, biliyorum mahremiyetine karışmam hataydı... Ama Pati, sinsice arkasında dolaşırken, tepesine çullanırken acaba oğlumun fikrini almış mıydı? İster misin diye sormuş muydu? Canını acıtıyor muydu? Buna hakkı var mıydı? Benimkinin çıkardığı sesler hiç de keyif sesleri değil gibiydi, sanki yardım istiyordu, evet kesinlikle oğlum annesini çağırıyordu. Hem ona zarar veren o zalim kedi kılıklı eşeğin bizim bahçede ne işi vardı, anası babası yok muydu bunun?*Küçükken Fatih diye bir arkadaşım vardı, bir de annesi Süheyla Hanım Teyze. Ben çizgi oynarken işime karıştığı için, (kaymak diyorduk o taşlara, yani bembeyaz mermer taşlar, işte onlarla), kafasını kırmıştım. Gerçekten. O olay hayatımdaki ilk ve son kafa kırmamdır, nasıl yaptım bilmiyorum ama elimdeki kaymak Fatih'in kafasını yardı, çocukcağız da sünnete mi ne gidecekmiş, üzerinde bembeyaz bir üniforma, giydirirler ya öyle şeyler çocuklara, kan başladı beyaz üniformadan aşağıya akmaya...Doğal olarak Fatih'ten değil, ondan ne korkacağım kırmışım zaten kafasını, Süheyla Hanım Teyze'den korktum. Oğlunun hesabını benden sorar ve beni o beyaz peynirli domatesli sandviçlere çevirir diye. O da şöyle bir hikaye: Kadıncağız sürekli üçüncü kattan aşağıya ‘‘Fatiiiiihim yemek zamanı’’ diye sandviçler fırlatırdı. Her seferinde de beyaz peynirli domatesli. Ve onlar aşağıya ulaştıklarında bir tuhaf olurlardı. O zamandan beri beyaz peynirin ve domatesin birbirine geçmiş halinden haz etmem. Demek istiyorum ki, ben çocuğunun kafasını kırdım şimdi bu kadın gelecek beni o ezilmiş sandviçlere benzetecek diye inanılmaz paniğe kapılmıştım. *Ben de kedimin tepesinde o adının Pati olduğunu sonra öğrendiğim kediyi gördüğümde aynı ruh halindeydim. ‘‘Süheyla Hanım Teyze sendromu’’yla alel acele, üzerimde ne var ne yok bakmadan bahçeye indim. Ve Pati'ye hayatının dersini verdim. Yani ‘‘Evladım bu işler böyle olmaz’’ dedim, bir daha böyle bir terbiyesizlik ederse babasına şikayet edeceğimi söyledim.İşte o sırada bizim bahçeye bakan yan apartmanın penceresinden bir adam kafasını uzattı, ‘‘Adı Pati, babası benim. Siz de o güzel kızın annesi olmalısınız’’ dedi. İyice sinirlendim. Dal gibi oğlumu ne münasebet elin adamı bir kıza benzetirdi. İşte Gökhan Akçura'yla böyle tanıştım.*Aslında biraz saçmaladığımın ve işi kesinlikle uzattığımın ben de farkındayım. Adam, bizim dergi grubunda yeni bir dergi çıkarıyor diye işe onunla nasıl tanıştığımı anlatmakla başladım. Yani eğer mazallah gazete-mazete çıkarıyor olsaydı ne yapardım? Bilmem, talihsiz başlamış olsa da, komşuluk ilişkimizi hoş buluyorum. O zaman zaman kedi kumu ister, ben ‘‘Bir balık kokteyli Whiskas var mı zulada Gökhan?’’ derim. İşte, nereden nereye, bizim gazeteye geldi, oysa hiç de gelecek bir tip değildi. Ama sonradan çözdüm meseleyi, neden Albüm denilen o dergiyi çıkarmaya niyetlendiğini. Çünkü o, ‘‘kıymeti kendinden menkul olan her şey’’i topluyor hayatta, onları kesinlikle atmaya kıyamıyor, bence boşa gitmesin bari böyle değerlensin diye çıkardı o dergiyi.Bir kere adamın evini görseniz ne demek istediğimi anlarsınız; evin iki odası malzeme dolu, 1900'lerden kalma dergiler, kartlar, resimler, afişler, tasnif edilmiş kutular. Ama Allah için her şeyi biriktirmiyor! Konuları ilginç olanları seçiyor, yani neler mi ilgisini çeken konular, ay say say bitmiyor: Kadın tarihi, reklam tarihi, saç güzelliği tarihi, güzellik yarışmaları, sakal bıyık tarihi, telefon tarihi, dünden bugüne faturalar. Ben iki ay öncesinin telefon faturasını bulamazken, Gökhan şıp diye 1938'den kalma bir elekrik faturası çıkarıveriyor. Evinin duvarlarında siyah beyaz fotoğraflar asılı, ‘‘Büyük deden mi?’’ deme gafletinde bulundum da, ağzımın payını aldım. Hepsi hikayeleri olan sıradan insanlardı, unutulmuş insanlar, değeri bilinmemiş insanlar. En çok, çarpık gülümseyen o milli piyango bayisini sevdim. Evde yok yok, domatesin tarihini mi istersiniz, yoksa evlenecek kızlara tavsiyeler mi, şiirler, rontlar, kediler için bile ayrı kutular.4000 CD, 1000 plak, bir de artık sayamayacağım kadar taş plak.O kafayı yemiş anlayacağınız.*Yemekle kalmamış Ivır Zıvır Tarihi, Bisiklet Kitabı, Kadınlarla Meşgul Olan Genç Kalır gibi kitaplar da yazmış. Şimdi de Hürriyet bünyesinde 124 sayfalık bir dergi çıkarıyor. Bayilere verildi bile. Albüm, tarih dergisi değil, Gökhan yaptığı şeyi bir görsel kültür dergisi olarak tanımlamayı tercih ediyor.Ama şu andan itibaren ben bu dergi hikayesini burada kesmeyi ve sizlere onun kedisine hazırladığı yemeğin tarifini vermeyi tercih ediyorum:İki kilo tavuk ciğeri alın. Önce bir güzel düdüklüde haşlayın. Sonra yarım kilo havuç, kabak ve patatesi rendeleyin ve haşlanmakta olan ciğere ekleyin. Sebze kokusu geçinceye kadar bekleyin. Sebzeler piştikten sonra yarım kilo kuskus pilavı katacaksınız o düdüklüye. Bir taşım kaynattıktan sonra da tencere kapağı kapalı bekletilecek. Soğuduktan sonra, artık pişmiş olan bu kedi yemeğini, üstten iki parmak boşluk bıraktığınız (yoksa patlar) eski NesCafe kutularına koyacaksınız, ardından da buzdolabına... HAMİŞ: Bu tarifi neden verdim, çünkü Albüm dergisinde bulamazsınız. Bu hizmetimi de unutmayın!
Yazarın Tüm Yazıları