Aynı anlattığı gibi

Ben Böyle Veda Etmeliyim adlı İsmail Cem Kitabı’nı okudum. Söyleşiyi Can Dündar yapmış.

Kitabın benim için bir başka önemi var. İsmail Cem’i yakından tanıdım, gerek Cumhuriyet Gazetesi’ndeki dönemde, gerek Ercan Arıklı ile birlikte haftalık ABC Gazetesi’ni çıkarırken. Yayınladığı kitapları da okudum. İkisinde benim yazım da yer alıyordu.

Nehir söyleşilerde, ya da genel anlamda bu tip söyleşilerde her zaman başarı yakalanamaz. Üstelik benim gibi onu tanıyan biri bu kitaba eleştirel gözle yaklaşıyorsa, mutlaka eksik bir şeyler bulacaktır.

Onun için, kitabı ilk elime aldığım zaman düşündüğüm şey şu olmuştu: ’Bu kitap için ideal ad Can Dündar.’

Önsöz’de başarılı bir İsmail Cem portresi çiziyor Can Dündar. Kitabın serüvenini ise bakın nasıl anlatıyor: "Bu kitabın macerası, Sedat Ergin’in bir önerisiyle başladı. Uzunca bir süredir siyaset arenasında görünmeyen İsmail Cem’le Milliyet için geniş bir röportaj yapmamı istiyordu. 2006 yazıydı.

Memnuniyetle kabul ettim. Hemen İsmail Cem’e ulaşmaya çalıştım. Elektronik posta kutusuna bir ileti yolladım. Milliyet için bir yazı dizisi hazırlamak istediğimi yazdım. Tekneden yanıtladı. Oğlu Kerim ile bir mavi yolculuktaydı. Sorularımı yollarsam üzerinde çalışabileceğini, dönüşte de buluşup konuşabileceğimizi yazdı.(...)

Yaz sonunda kapsamlı bir söyleşi için randevulaştık. Tam o günlerde, İş Bankası Kültür Yayınları "Nehir Söyleşi" serisinin editörü Levent Cinemre ile bir söyleşi kitabı hazırlığındaydık. İsmail Cem röportajını bir nehir söyleşiye dönüştürmeyi düşündük. Anlatacağı o kadar çok şey vardı ki..."

Kitap beş bölümden oluşuyor: Birinci Bölüm - Çocukluk Mutluluk Demek / İkinci Bölüm - Gençlik Yılları / Üçüncü Bölüm - İğneli Fıçı TRT / Dördüncü Bölüm - Politika Yılları / Beşinci Bölüm - Hayatın Renkleri.

Bölümlerin içinde bulacağınız hobileri, insanın mesleği dışındaki tutkuları, en yoğun zamanında bile, kişisel bir kompartımanın insan yaşamındaki renkliliği artırdığını göreceksiniz. Bir takımın rengine bağlılık, çalışma odasında her zaman kafesinde mutlu yaşamı simgeleyen bir kuş ve fotoğraf çekmek.

Politikanın da, bürokrasinin de, insanlarla ilişkinin de, nasıl zarafet kuralları içinde yürütüleceğini ispatlıyor.

Sanırım bu kitap, başarılı TRT genel müdürlüğü, dışişleri bakanlığı yapmış birinin üslubuna da dikkati çekecek, her siyasetçinin böyle olmasını bize düşündürecektir.

İsmail Cem sadece bürokrat veya siyasetçi değil aynı zamanda sanata değer veren ve sanatçı özellikleri olan bir insandı. Fotoğraflar çekti, sergiler açtı. Fotoğraf makinasını eline aldığı ilk günden itibaren, kesintisiz 50 yıl fotoğraf çekmiş. Sadece üniversite yıllarında biraz ihmal ettiğini acıyla itiraf ediyor.

Peki neydi fotoğraf, nasıl yorumluyordu bu tutkusunu: "Fotoğraf bana çok şey kazandırdı. Bir Amerikan fotoğrafçısının sözüdür: ’Fotoğraf, insanları insanlara, insanı da kendisine tanıtan araçtır.’ Hakikaten öyledir, o fotoğraf makinesinin deklanşörüne bastığınız anda bir bakıma kendinizi daha iyi tanıyorsunuz. Merak alanınız, ilgi duyduğunuz konular, hangi duyarlıklar sizde titreşim yaratıyor, o fotoğrafı çekmeye ya da aramaya yönlendiriyor sizi... Kendinizi daha iyi tanıyorsunuz, dünyayı daha iyi tanıyorsunuz ve dünyanın, insanların birbirini tanımasına şu ya da bu ölçüde bir katkıda bulunuyorsunuz. Bir defa bu özelliği var fotoğraf çekmenin... Duyarlıkları harekete geçiren, insanı başka insanların meselesiyle ilgilendiren bir araç fotoğraf makinesi... Fotoğraf aynı zamanda yaşadığımız günün tanıklığını getiriyor. Bu daha çok gazete fotoğrafçılığında var, ki çok önemli. Çünkü orada çağa tanık oluyorsunuz. Belgesel fotoğraflarda, bir devlet yöneticisinin yüzündeki hüzünlü ifadede yahut bir miting meydanında ağlayan bir kadında, dilenen bir insanda, sevinen, coşan, gülen insanlarda, çağınıza tanıklık ediyorsunuz ve çağınızı sizden sonra gelen kuşaklara en doğru, en yalın biçimde, en yalansız biçimde aktarıyorsunuz."

Bazı söyleşiler vardır ki, soruların yanıtları içten değildir ve hep bizde yapay bir kurgulama duygusu uyandırır. İsmail Cem Kitabı’nda öyle samimi bir hava var ki, ilk sayfasından son noktasına kadar dürüstlüğü, içtenliği bulacaksınız.

Nasıl biriydi? Onu tanıyanlar nasıl anlatırlardı?

Turhan Aytul onun için Yumuşak İnatçı demiş. Belki de ilkelerine bağlı insanlar böyle tanımlanır, bazı insanlar öyledir, bağırmazlar, kavga etmezler, karşısındakini ikna etmeye çabalarlar, sonra da bırakıp giderler.

Genç kuşaktan birinin serüvenidir İsmail Cem Kitabı. Sanırım genç kuşağın politik deneyimleri, bürokrasi ile karşılaştıklarında ne yaptıkları konusunda onlara bazı iyi örnekler içeriyor kitap.

Bazı temel kavramlar, sorunlar için ne düşünüyor? Sol için ne düşünüyor? Sol ne demek? Bu kitapta onların da yanıtını bulacaksınız.

İsmail Cem’in çocukluğundan beri okul yaşamını öğreneceksiniz, yurtdışında edindiği deneyimleri, yabancıların kendi memleketine nasıl baktıklarını öğrenmesinin, ilerideki devlet çalışmalarında, politikacılık yaşamında çok yararı olduğu kanısındayım.

Politikaya gazetecilikten geldi İsmail Cem. Gazetecinin siyasetçiyle ilişkilerini yorumlamakta, hiç kuşkusuz gazetecilik günlerinin etkisi oldu.

Sanırım bu kitapta basın dünyasındaki yıllarına dair, en çok merak edilen sorular şunlar olacaktır.

Gazeteciliğe nasıl başladı? TRT Genel Müdürlüğü’nü nasıl kabul etti?

Tüm bunlardan sonra, nasıl milletvekili oldu?

İsmail Cem bir yazardı. Bence onun söylediklerinin daha da boyutlandırılması için o kitapların da okunması gerekir. Hele Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi her siyasetçinin veya yakın dönem siyasi tarihimizi merak edenlerin okuması gereken on kitap arasında yer almalıdır.

Kültür Bakanı olduğu dönemde yaptığı şiir kliplerini anımsatmak isterim. İyi şairlerimizin bu yolla geniş okur kitlesi oluşturmasını amaçlıyordu.

Bugün de bunlar bulunup, bence televizyonlarda gösterilmeli.

İsmai Cem Kitabı’nı okuyun, Can Dündar onun kimliğini, kişiliğini anlamış, tanımış ve ona göre sorular sormuş. Tıpkı diğer belgesel çalışmaları ve kitaplarında olduğu gibi, oldukça başarılı bir kitaba imza atmış Can Dündar. Zira her şeyden evvel, bilhassa "insan"a değer veren, insan için çabalayan İsmail Cem’in eksiksiz ve yalın halde, "insan" yönünü ortaya çıkarmış.

KİTAPTAN

İSMAİL CEM’İN

SON SATIRLARI


Başta meslektaşımızdı. Milliyet’te, Cumhuriyet’te, Politika’da, Güney’de foto muhabirliğinden köşe yazarlığına ve genel yayın yönetmenliğine kadar her düzeyde görev yapmıştı.

Sonra TRT’nin efsanevi genel müdürüydü. Bu kurumda en unutulmaz imzalardan birinin sahibiydi. Türkiye siyasetinde damgası vardı.

Kültür Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı yapmıştı. Üstelik Dışişleri’nde en uzun görev yapan bakanlardan biri olmuş, Şam krizi, Öcalan’ın yakalanması, Lüksemburg ve Helsinki Zirvesi gibi birçok önemli olayda tarihi rol oynamış, Türk-Yunan gerilimini, sağlam ve kalıcı bir diyaloğa dönüştürmüş, kuşatma altında Arafat’la, kriz anında Saddam’la görüşmüştü. Başarılarla dolu bir ömrü ve kariyeri, siyasetin her türlü ayak oyunları arasında noktalayacağını düşünmemişti herhalde... Orada açılan yaraları muhtemelen hálá taşıyor, ama belli etmemeye çalışıyor, umudunu her zaman olduğu gibi diri tutuyordu.

O konular açıldığında basan hüzün, bazen Galatasaraylı futbolcuların imzasını taşıyan bir formayı hediye etmemizle ya da çocukluğundan hatırladığı Pal Sokağı Çocukları kitabını getirmemizle yerini çocuksu bir sevince bırakıyordu. (...)

Ancak bu arada rahatsızlığı ilerliyordu. Yürüteç kullanmaya başlamıştı. Bütün sancılarına rağmen nezaketinden taviz vermiyor, bizi her zamanki güler yüzüyle ayakta karşılayıp uğurlayabilmek için gayret sarf ediyordu. Acele ediyor, bu çalışmayı mutlaka bitirmek istiyordu. Bir sonraki buluşmayı beklemek yerine, aklına gelen ayrıntıları yalnız başınayken de teybe anlatmaya devam ediyordu.

Bu kitabı bir veda anısı olarak gördüğü belliydi. O yüzden bütün gücüyle tamamlamaya çalışıyordu. Hasta yatağında bile yazıdan ve fotoğraftan kopmamıştı. Bir yandan yazıyor, bir yandan da odasındaki televizyonda izlediği doğa belgesellerindeki hayvanların fotoğraflarını çekiyordu.

2006’nın sonunda yine bir çarşamba günü evine gittim ve hastaneye kaldırıldığını öğrendim. Telefonda, "Meraklanmayın, iyiyim, birkaç gün içinde tedavi edip gönderecekler. Çıkınca devam ederiz," dedi. Yılbaşı ertesi, "Uzayacak galiba... ama ben burada kitap için çalışmayı sürdüreceğim," dedi. Gerçekten de hastanede yazdığı notları fakslamaya devam etti. Yattığı yerde, belki de ağrı kesicilerin etkisinde karalanmış dış politikaya dair notlardı bunlar... İsmail Cem’in son satırları...

Kızı İpek Cem Taha’nın "Vefat ettiğinde, hálá elinde mürekkep lekeleri vardı" demesi boşuna değildi.

DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ

Behçet AysanDüelloKırmızı Kitap

Haz.: Hande ÖğütKadın Öykülerinde İstanbulSel

Jonathan CarrollBeyaz Elmalarİthaki

Bernard Lewis Babil’den DragomanlaraKapı Yayınları

İlber OrtaylıTarihin İzindeProfil Kitap
Yazarın Tüm Yazıları