Ayça ve John'un aşkı İngiliz bürokrasisine karşı

Onu görseniz şaşırırsınız.

‘‘Ne yani! Bütün bu tantanaları koparan, İngiliz bürokrasisiyle çatır çatır mücadele eden, laf yetiştiren bu kız mı?’’ dersiniz.

Asla yakıştıramazsınız.

Küçücük bir şey. 25 yaşında ama daha ufak gösteriyor. Yanında taşıdığı kanun, ondan büyük duruyor.

İlk izlenim, çekingen.

Ancak size alıştıktan sonra bıcır bıcır oluyor. Önceleri anlatmaktan kaçındığı şeyleri sonra, car car car birbiri ardına sıralıyor.

İşte o zaman anlıyorsunuz ki:

Bu kadından korkulur!

Çünkü áşık.

Aşkını savunuyor.

Ve hakkını arıyor.

Hakkını aradığı yer de İngiliz Konsolosluğu.

Boru değil yani.

Hani çoğunluğun, içeri girdiğinde, eğilip büküldüğü, ‘‘Evet efendim, sepet efendim, siz bilirsiniz efendim’’ dediği yer.

*

Son günlerde herkesin ilgisini çeken, İngiliz ve Türk gazetelerinin gözdesi bu kadın kim?

Ayça Peachey.

25 yaşında bir opera sanatçısı.

Kocası, John Peachey bir İngiliz. Tanışalı üç buçuk yıl olmuş, bir buçuk yıldır da evliler.

Ayça, rahatsızlanan anneannesi için haziranda Türkiye'ye geliyor ve şimdi İngiltere'ye dönemiyor.

Çünkü İngiliz Konsolosluğu vize vermiyor.

Gerekçe de şu: Maddi durumunuz iyi değil, zaten bu evlilik de düzmece.

İngiliz bürokratlar, düzmece diyor ama olayın erkek kahramanı John, aksini kanıtlayabilmek için İngiltere'de ülkesinin aleyhine muazzam bir kampanya başlatıyor.

Elinde Ayça'nın fotoğrafı o gazete, bu gazete röportaj veriyor, televizyonlara çıkıyor ve sesini yükseltiyor:

‘‘Bu haksızlık! Bu ırkçılık! Ben karımı seviyorum ve geri istiyorum!’’

Daily Telegraph'ın yayını üzerine olaydan haberdar olan Türk basını da devreye giriyor.

Nasıl girmesin?

Bir İngiliz, Türk eşi için İngiltere'yi birbirine katıyor ve resmen ülkesine dava açıyor.

Buraya kadar şahane.

Ne var ki, İstanbul'daki Ayça medyadan uzak duruyor.

Çünkü medyatik olmaktan, gazetelere çıkmaktan, herhangi bir olayın kahramanı olarak anılmaktan hoşlanan biri değil.

*

Nasıl ikna ettiğimi ben de bilmiyorum.

Keramet teyzesinde zannediyorum.

Teyzesi, Ayça'nın rol modeli, hayatta örnek aldığı kişi, o diyor ki: ‘‘Ayşe'yle konuş!’’

O zaman direnci kırılıyor.

Teyzesinin de en az benim kadar deli olduğunu söylüyor, hafiften gülerek...

Ayça, anneannesi ve teyzesiyle büyümüş.

Onda beni en çok şaşırtan, ortalıktaki 25'liklerden farklı olması.

İki şeye áşık hayatta:

Müziğe ve kocası John'a.

Ama ben de böyle bir John'a áşık olabilirdim! Halen Oxford Üniversitesi'nde bilgisayar mühendisliği okuyan bu son derece yakışıklı John, Ayça'yla internette tanışıyor.

Yanlış anlamayın, bizim kız, aynı zamanda besteci ya, hayatı bilgisayarla geçiyor, ama öyle sanal ortamda chat yapıp, arkadaş, sevgili, partner, koca arayanlardan değil.

Ne var ki günün birinde, ‘‘asil şövalye’’, ‘‘Strauss’’a bir mail gönderiyor.

Strauss, bizimki. Asil şövalye, John.

Kader ağlarını örüyor, John Peachey'nin de en favori bestecisi Johann Strauss olduğu için, 8 ay sonra birbirleri için vazgeçilmez oluyorlar.

‘‘Sen mi İngiltere'ye gittin o mu geldi?’’ diye soruyorum, sabırsızlıkla...

‘‘O’’ diyor.

Bir Paskalya tatilinde John, kalkıp Türkiye'ye geliyor. John'un ailesi şaşkın, Fransa'ya tatile bile gitmeye üşenen oğulları, nasıl olur da bir Türk kızını görmeye İstanbul'a gider?

Anladınız!

Sağlam bir arkadaşlıkla başlayan bu ilişki giderek romantikleşiyor.

Hangi kadın etkilenmez ‘‘Sana bir sürprizim var’’ diyen ve karşısındaki kadının parmağına yüzük geçiren bir adamdan? Üstelik aynısından kendisine de almış.

Şampanyalar patlıyor.

Bu, nişan anlamına geliyor.

Ailelere haber daha sonra veriliyor.

Bir ay sonra tekrar Türkiye'ye geliyor John. Sonra tekrar, sonra tekrar, sonra tekrar.

Oğlan ısrarlı áşık.

Bizimkinin okulu var, çok sevdiği anneannesi ve teyzesi var, okuluna gidiyor, Harbiye Orduevi'nde sahne alıyor. Hem caz hem opera söylüyor.

Üstelik güzel söylüyor. Sıkı bir soprano aslında. Defalarca albüm yapması teklif edilmiş ama reddetmiş. Akademik kariyeri inanılmaz önemsiyor, doktora yapmak istiyor.

John'la ilişkisi sürerken -biri Oxford'da biri İstanbul'da- bazı ağır sağlık problemlerinden dolayı Ayça, okula bir yıl ara vermek zorunda kalıyor. John tepesinde, ‘‘Buraya gel, buraya gel!’’ diye tutturuyor. O da gidiyor, turist vizesiyle. John'un ailesiyle tanışıyor. John, Oxford'da bir ev alıyor, iki nişanlı orada yaşıyor. Ama Ayça onu hep uyarıyor:

‘‘Bak bir yıl sonra dönüp okulumu bitireceğim haberin olsun!’’

Bazı erkekler evlenmek istemez, bu John tam tersi. Bir an önce evlenmek istiyor.

Önceleri John'un ailesi karşı çıkıyor:

‘‘Çok gençsiniz okulunuzu bitirin öyle!’’

Klasik tepki yani. Farklı olan oğlanın tepkisi. Şu anda aşkı için ülkesiyle savaşan John, o dönem de aynı mücadeleyi ailesine karşı veriyor. Profesör baba, bir süre sonra pes ediyor, yumuşuyor kabulleniyor: ‘‘Hatalı davrandım, hayat sizin, özür dilerim.’’

Böyle babalar da var yani!

Evleniyorlar. Şen ola düğün, şen ola!

Bu arada Ayça, Oxford'daki Opera'nın bir soprano aradığını duyuyor, sınavlara giriyor. Ama dünyanın en alçakgönüllü tipi, ‘‘Ben bir konservatuvar öğrencisiyim. Defalarca sahneye de çıktım’’ demiyor. Önce Carmen'den, sonra Mozart'ın Sihirli Flütü’nden ve derken Gece Kraliçesi'nden sıkı bir sınav veriyor.

Seçici kurul sesine hayran kalıyor.

Sonuç: ‘‘Yarın başlayabilir misiniz?’’

Macera başlıyor ve bir buçuk yıl sürüyor, Ayça, İngiltere'nin çeşitli şehirlerinde çeşitli konserler veriyor.

*

Oturma izni için başvuruyorlar.

Ama bir türlü yanıt alamıyorlar. Oysa, ortada makul bir sebep yok. İkisi de iyi para kazanıyor, evleri var ve vergi ödüyorlar. Dahası ileride İngiltere'de yerleşme gibi bir niyetleri de yok. Ve işte o sırada Ayça'nın anneannesi rahatsızlanıyor.

O da haklı olarak Türkiye'ye gelmek istiyor.

Bir türlü hallolamayan oturma iznini İstanbul'daki İngiliz Konsolosluğu'ndan hallederim diye düşünüyor.

Ama...

İşte orada yanılıyor.

İngiliz Konsolosluğu Ayça ve John'a sahtekar muamelesi yapıyor.

Şimdi bu iki genç insan, birbirini seven insan, aşkları için, orada ya da burada birlikte yaşayabilmek için mücadele ediyor.

Olay bundan ibarettir Sayın Hakim!
Yazarın Tüm Yazıları