Asma köprülü Romeo ile Jülyet (3)

LONDRA’da Thames Nehri boyunca asma köprüler kalkar, iner. Londra’dan yeni dönmüş Malcolm Keith Kay’in “Romeo ile Jülyet”inde de asma köprüler iner, kalkar.

Haberin Devamı

Dahası, Londra’nın sisinden daha koyusu sahneyi, ardından yayıla yayıla salonu kaplar sık sık. Bir yandan da alabildiğine yüksek, karmaşık bir müzik salona yayılır. Bu arada Jülyet’in demir kafesi de tepeden inivermiştir.
Ortaçağı andıran giysileri içinde sanatçılar, yarı karanlıkta, kimi zaman da sis makinalarının birden sahneye saldığı sis dalgalanmaları arasında, görünebildikleri kadarıyla, Romeo ile Jülyet’i oynarlar.
İzmir Devlet Tiyatrosu’nun Karşıyaka Sahnesi’nde mevsimin açılış oyunu diye sunulan William Shakespeare’in “Romeo ile Jülyet”ine Londra esin kaynağı olmuş herhalde...

* * *

Ya Tybalt’ın Mercutio’yu tabanca ile öldürüşüne ne demeli!
Tüfeğin boyutunu küçülme düşüncesiyle geliştirilen ilk tabancalar 1550’lerde süvari silahı olarak görünmeye başlıyor. Çakmaklı ateşleme sistemi ancak 1800’lere doğru bulununuyor. Bu sistemle imal edilen tabancalar da tek atışlık; her atıştan sonra doldurulması gerekiyor.
“Romeo ile Jülyet” oyununun ilk baskısı 1597’de yapılmış. Her nekadar Shakespeare, “Romeo ile Jülyet”te hiç tabancadan söz etmese de İtalya’nın Verona’sında geçen olay boyunca soylular sürekli “kılıç” kullanmakta iseler de yönetmen Malcolm Keith Kay’in seyircisine, Shakespeare’i aşarak, “ateşli” bir oyun oynamak istediği düşünülebilir!
Desek de oyun boyunca soyluluların daha 1800’lerde bile görülmeyen “altıpatlar”la birbirlerini yaylım ateşe tutmalarını anlamak, Shakespeare’i aşmanın ötesinde, bizi de aşıyor!

* * *

Haberin Devamı

Haydi diyelim, Londra’nın asma köprülerinden, sisinden esinlenmiş; 1996 Berlin Film Festivali’nde Leonardo DiCaprio’ya en iyi erkek oyuncu ödülünü getiren “Romeo + Juliet” filminden de etkilenip kılıcın yanına tabancayı koymuş, Jülyet’e de melek kanatları yakıştırmış...
Ama kimin aklına gelirdi Jülyet ile Romeo’nun, birer morfinman gibi, kollarına bez dolayıp kendilerine iğne yapacakları!
Ne Jülyet kendisini ölmüş gibi gösteren zehiri, ne de Romeo öldürücü zehiri -Shakespeare’in tasarladığının aksine- içmez; Malcolm Keith Kay’in istediği gibi “iğnelerler” kendilerini.
Günümüzün morfin bağımlısı gençler “iğnelenmiş” bu yaklaşımla desek, Romeo ve Jülyet’i böylesi bir çağrışımla küçültmek, ölümü seçerken böylesi yadırgatıcı bir görüntüyle seyirciyi olaydan koparmak acaba bir Brecht yabancılaştırması mı!
Değil tabii... Avustralyalı ve İngiltere’den yeni dönmüş Malcolm Keith Kay, sanatçının özgür yaratısı adına, doğrusuna eğrisine bakmaksızın, İzmir Devlet Tiyatrosu’nun kendisine bıraktığı açık alanda oynamakta. Karşıyaka Sahnesi’ne, altı motorla çalıştırılan duvarlara temel atar gibi bağlanmış asma köprüleri, salonu sise boğup sesleri duyulmaz eden müzik eşliğinde indirip kaldırmakla Türk Tiyatrosu ne kazanmış oldu?
Ne kazanılmış, bilinmese de kaybedilmiş bir “şey” var: İzmir Devlet Tiyatrosu sanatçılarının yıllardır sahnede kullandıkları “sesleri”!
Siz yine de gidin Romeo ile Jülyet’e. Ben duyamadım oyuncuların sesini, bakalım siz o sesi “nereden” duyacaksınız!
Haftaya, o “tiyatronun sesi”ni arayalım.

Yazarın Tüm Yazıları