Asıl çılgın proje bu

DAHA önce de yazmıştım.Uğur Yüce’nin çok uzun zamandır ortaya attığı bir ısrarla gündeme getirdiği bir tez var.

Haberin Devamı

“Açık Şehir İzmir” projesi, yani “Serbest Şehir İzmir” fikri...
Ve diyor ki:
“Sekiz yıl sonra sevgili Ahmet Piriştina zamanında başlayan İzmir Şehir Merkezi Projesi, nihayet hayata geçirilecek.
Herkes İzmir için bir şeyler planlıyor. Hiç birisi İzmir’i uçurmaz, ancak rötarı kapatır. Avrupa Birliği tam üyeliği ve AB’nin geleceği zaten ortada...
İzmir için ideal ve de çılgın proje İzmir’i serbest şehir ilan etmektir.
Körfez kanal projesi ile liman sorunu çözülür.
Kaklıç’a ikinci havaalanı tamamlanır.
Adnan Menderes yolcu trafiği için büyütülürse ki, üçü de projelenmiş konulardır. Yani dünün konularıdır.
Açık Şehir İzmir; Serbest Şehir İzmir... Yalnız bölgeyi değil, Türkiye’yi uçurur.
İzmir bugün beş verip bir alıyor ise, 10 yıl sonra 50 verip hiçbir şey istemez. Yabancı sermaye, istihdam, uluslararası teknoloji merkezi, İstanbul değil, İzmir’e yakışacaktır. Uluslararası finans merkezi vs...
Hepsi çok iyi bildiğiniz konular. Detaylara gerek yok.
Var mı irade, var mı yürek...”
¡¡¡
Ben dünün geçmişten daha iyi olacağına inanıyorum. Ama Uğur Yüce’nin görüşlerine de katılıyorum.
Dün yapmamız gerekenleri bugün yapıyor olmamız, sadece eksiklerimizi tamamlar.
Ama gerçek atılım, değişim, fark yaratmaktan geçiyor.
Bu da ancak bölgesel değil, uluslararası bir anlatım farkıyla olabilir.
Dubai’nin yaptığı gibi, Singapur’un yaptığı gibi...
Örnekler çoğalabilir.
Bana göre de asıl çılgın projelerden biri bu...

Haberin Devamı


Demirkol’la aynı şeyi düşünüyoruz

Marka kent kriterlerinde olmazsa olmazlar var. Altyapıyı geçiyorum. Ulaşılabilir olmayı, günlük hayatı kolaylaştırabiliyor olmayı da geçiyorum. Müzeleri, çok amaçlı salonları, sosyal alanları da geçiyorum. Örneğin; sadece restoranlara, sadece konserlere, bir günde yapılan sanat etkinliklerine bile baksak, acaba bizde kaç marka şehir olur bilemiyorum. Geçenlerde bir yazı yazdım, haklı olarak Nihat Demirkol da bana bir hatırlatmada bulundu. Demirkol haklı...
Demiştim ki:
“Etkinlikler aynı saatlere denk gelince, sanatseverler seçim yapmakta zorlandı, biraz dikkat edilemez mi?”
Gerekçem şuydu.
Tiyatronun açılışı, Kordon’da konser, Adnan Saygun’da konser, İsmet İnönü’de konser, Karşıyaka Operası’nda gösteri ve birkaç etkinlik aynı güne ve saate denk getirilmişti.
Nihat Demirkol da bunun üzerine şöyle yazdı geçenlerde...
“Edilebilir tabii, ama bence etmesinler! Bırakın sanatseverlerin aklı kalsın. Bırakın hangi etkinliğe gideceklerine karar veremeyip şaşkına dönsünler. Dünyanın, adı kültür ve sanatla anılan kentlerinde yaşayanlarla aynı kaderi paylaşsın İzmirli... Eğer İzmir’in serpildiğine, büyüdüğüne (şişmanladığına değil) ilişkin işaretlerse bunlar, bırakın dağınık kalsın... Açıkçası ben kendi adıma, İzmir’in selâmeti için ‘Şu konsere gittik, ama aynı geceye rastladığı için tüh falancayı kaçırdık’ diyeceğim günleri iple çekiyorum.”
Farklı düşünmüyoruz. Hatta altına da imzamı atarım. Ama bu 52 haftanın 52’sinde benzer bir takvim varsa geçerli...
Yoksa...
İşte o zaman biraz daha iyi düşünmemiz gerekiyor.
Demirkol ile dileklerimiz aynı...

Şahsen ben utanıyorum

Haberin Devamı

Son dönemde en çok karşılaştığım soru şu:
“Kadına şiddet son dönemde mi arttı, yoksa eskiden de vardı da bizim mi haberimiz yoktu...”
Emin olun, artan bir şey yok...
Medya daha fazla yer verdikçe, şiddet haberlerini büyüttükçe daha çok farkına vardık.
Olan bu...
Toplum olarak duyarlılığımız arttığı için olayların sayısı artmış gibi gözüküyor.
Yoksa bu şiddet hep vardı, yani yeni bir şey değil.
Daha önce yazmıştım, yine tekrar edeyim. Her açılan kadın sığınma evi, toplum için utanç nedenidir. Şahsen ben bundan utanıyorum. Bir erkek olarak, bir birey olarak...


 

Yazarın Tüm Yazıları