Arap Baharı’nda Türkiye modelini kim konuşuyor?

ÜRDÜN Ölü Deniz’de bu yıl 6’ncısı yapılan ve eş başkanlığını Coca Cola CEO’su Muhtar Kent’in üstlendiği Dünya Ekonomik Forumu’nun bölgesel toplantısına katılmayı planlarken Arap Baharı nedeniyle Türkiye’den yüksek bir katılım olacağını hesap etmiştim.

Yanılmışım.
Dışişleri Bakanlığı’ndan kimsenin katılmayacağı önceden belliydi,
Ancak hem Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, hem Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan katılacaklarını bildirdikleri halde (DEF kitapçığında adları var) Ürdün programlarını iptal etmişler.
Görünürde Türkiye’den hiç bir resmi heyet de yok.
Oysa Ölü Deniz’e adımı attığım andan itibaren herkesin ağzından “Türkiye modeli” sözlerini duyuyorum.
DEF toplantısının konusu “Arap Dünyası’nda ekonomik büyüme ve istihdam” olduğu halde siyaset hiç arka planda değil ve anladığım kadarıyla bu “Türkiye modeli” hem siyasi, hem ekonomik yönleriyle kullanılıyor.
Örneğin “Türkiye Modeli”nden söz eden El Hayat’ın kıdemli diplomasi muhabiri Raghida Dergham bunun yaygın bir şekilde AKP Hükümeti’nin temsil ettiği ılımlı İslam olarak algılandığını düşünüyor.
MODEL NELERİ KAPSIYOR?
Ancak bu modelin esasında laik anayasa, çoğrafi konum, tarihsel arka plan ve ekonomiyi kapsadığını söylüyor.
“Bu modelin diğer ülkelere uyarlanması kolay bir şey değil” diyor.
Yeri gelmişken geçen hafta EDAM’ın Bodrum’daki toplantısında konuşan Brookings Enstitüsü’nden ekonomist Tarık Yusuf, Arap Dünyası’ndaki seküler elitler arasında AKP’nin “ılımlı İslam” modelinin kaygı uyandırdığını söylemişti.
Dün bir hafta arayla, Ölü Deniz’de yeniden karşılaştığım Tarık Yusuf’un yönettiği “Ekonomik Yönetim için Yeni Modeller” oturumunda sıklıkla geçen “Türkiye Modeli” sözü tam önümdeki Coca Cola İçecek Uluslararası Operasyonlar Başkanı Hüseyin Akın’ı isyan noktasına getiriyor.
“Modelimiz konuşuluyor ama burada Türkiye’den kimse yok”.
Modeli bir yana bırakın şu veya bu şekilde “bölgesel güç” olarak sivrilen Türkiye’nin bölgenin her anlamda nabzını tutan bu platformda olmaması anlaşılır gibi değil.
Neticede “one minute” olayının üzerinden uzun zaman geçti ve İstanbul, sanırım önümüzdeki haziran ayında DEF’in bölgesel toplantısını ağırlamaya hazırlanıyor.
Arap Baharı’na dönersek.
KADDAFİ’DEN SONRA SIRA ESAD’DA MI
Kaddafi’nin öldürülmesinden sonra sıranın Suriye lideri Beşar Esad’a geldiği konuşuluyor burada.
“Keşke Esad ayaklanmayı kanlı şekilde bastırmak için şimdiye kadar harcadığı 3 milyar doları reformlara harcasaydı” deniliyor.
Suriye’de rejimin mutlaka değişeceği ama bunun zaman alabileceği konuşuluyor.
Suriye’deki gelişmelerden kaygılanan Ürdün Kralı II. Abdullah üç gün önce apar topar Awn El-Hasane’yi yeni başbakan olarak atamış.
Ürdün, Arap Baharı’nı yaşayan Mısır gibi, Tunus gibi siyasi reformların ekonomik reformlarla kol kola gitmesi gerektiğinin farkında.
Bu ülkeler şimdi siyasi reformları konuşurken ekonomik büyümeyi, istihdamı, refahın eşit dağılımını ve en önemlisi kurumsallaşmayı da tartışıyorlar.
“AB’nin ekonomisi uçurumun eşiğinde ama bununla baş edebilecek sağlam kurumları var” diye günah çıkarıyorlar.

Cibril: Libya’nın yeniden inşası ‘İmkansız Görev’

LİBYA Ulusal Geçiş Konseyi’nin Başkanı Mahmut Cibril’i önceki gece Kaddafi’nin feci ölümünden sonra televizyondan izlemiştim.
Baktım sabah burada.
“Arap Baharı” ülkelerinin ekonomik geleceklerinin tartışıldığı panelin konuşmacılarından.
Libya’nın yeniden yapılanmasının ne kadar zaman alacağı sorulduğunda “Bu Tom Cruise’un ‘İmkansız Görev’i kadar imkansız. Şu anda bizim için en önemli şey istikrar ve sokaklardan silahların toplanması” cevabını veriyor.
Ülkenin dört yanından, değişik aşiretlerden, ellerinde silahlarla ortalığa dökülen bu çılgın kalabalık nasıl zapt edilecek?
Gerçekten imkâansız bir görev.
Cibril’in söylediğine göre, Libya petrol rezevlerinin yüzde 62’sini şimdiye kadar “aptalca” bir şekilde harcamış.
“Geriye kalan yüzde 38’lik rezervi akıllıca kullanacağımızı umut ediyorum” diyor.
Mahmut Cibril bu arada Arap ülkeleri için önerilen “Arap Marshall Yardımı” önerisine pek sıcak bakmıyor.
Zira haklı olarak “sorun para akışında değil, paranın yönetiminde” diyor.
Haksız mı?
Bölgede para olduğunu hepimiz biliyoruz.
Ama acaba yatırımlar doğru yerlerde mi?
“Libya’da bu günleri göreceğimi asla tahmin edemezdim. Umarım Libya halkı 40 yıllık bir diktatörlükten sonra bu dönemi iyi değerlendirir” diye konuşan Mahmut Cibril gördüğüm kadarıyla Libya için bir şans.

Profesör Kuran: Ekonomik başarının Tohumları 19. yüzyılda atıldı

PROFESÖR Timur Kuran Boğaziçi Üniversitesi’nin efsanevi rektörü Abdullah Kuran’ın oğlu.
Halen ABD’de Duke Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan ekonomist Profesör Kuran Arap Dünyası’nın ekonomik gelişimiyle yakından ilgili.
Zaten Arap ülkeleri için yeni ekonomik modellerin tartışıldığı panelin konuşmacılarındandı.
Panel sonrası sohbet ettik.
Kuran, İletişim Yayınları’ndan çıkan “İslam’ın Ekonomik Yüzleri” kitabının yanı sıra Türkçe olarak YKY’den önümüzdeki günlerde çıkacak “Yollar Ayrılırken - İslam Hukuku Ortadoğu’yu Nasıl Etkiledi” kitabının da yazarı.
Ayrıca ekibiyle birlikte 10 ciltlik “Osmanlı Mahkeme Kayıtları” kitabını hazırlamış.
Kuran’a göre “Türkiye Modeli” bir anlamda Dünya Bankası’nın geliştirdiği bir model.
Modelin, Özal döneminde gelişmeye başlayan dış ticaret ekseni var, demokrasinin öyle ya da böyle yürümesini sağlayan “güçler dengesi” unsuru var ama uzun vadede sürer mi belli değil.
Profesör Timur Kuran, “Yollar Ayrılırken” kitabında Ortadoğu’nun 900’dan 1900 yılına kadar 1000 yıllık bir dönemini incelemiş.
“Ortadoğu’nun geri kalmasının en büyük nedeni hukuk sisteminin gelişmemiş olması” diyor.
KAPİTÜLASYONLARA YENİ YORUM
Avrupa ticareti destekleyen bir hukuk sistemi benimserken, sermayeyi kalıcı kılan şirketlerin kurulmasının önünü açarken, şer’i hukuk buna engel.
Osmanlı Tanzimat’tan itibaren şer’i hukuktan ayrılıyor, Atatürk ise tamamen kaldırıyor.
Timur Kuran “Daima şunu söylerim. Türkiye Arap ülkelerinden 1 ila 3 nesil önde çünkü bu çoğrafyada hukukunu geliştirmiş olan ilk ülke” diyor.
“Türkiye bugün ekonomik açıdan başarılı ise bunun tohumlarının 19. yüzyılda atılmış olmasına borçlu” diye konuşuyor.
Laik Ticaret Mahkemesi 1850’lerde kurulmuş.
Profesör Kuran birçok kötülüğün nedeni olarak bildiğimiz “kapitülasyonlara” da yeni bir yorum getirdiğini belirterek “Bu modernleştirmenin itici gücü olmuş bir sistem” diyor.
Profesör Kuran ile saatlerce oturup konuşabilirdim.
Ne yazık ki Ölü Deniz’deki iki günlük yoğun programda böyle bir fırsat olacağını sanmıyorum.
Ancak onu ve kitaplarını tam bu dönemde daha iyi tanımamız gerektiğine inanıyorum.
Topu bu işi çok iyi yapacak olan meslek-taşlara atıyorum.
Yazarın Tüm Yazıları