Anti-sosyal yazı

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Bu yazı katiyen sosyal bir amaç taşımamaktadır.

Tek amacı Rana Hanım ile Pentagon üst yönetimi arasındaki benzerlikleri irdelemektir.

Bu açıdan yazı, birçok yönüyle Bob Fosse'nin sahneye koyduğu ‘Dancing’ müzikaline benzemektedir.

O müzikalin başında da bir kişi sahneye çıkmakta ve halka ‘‘Bu şovun katiyen sosyal bir amacı yoktur. İlerici, demokrat mesajlar içermemektedir. Basit vücut hareketlerinden oluşmaktadır ve hatta biz bile bunların ne anlama geldiğini bilmiyoruz. O yüzden katiyen kafanızı boşuna anlamlar aramak için yormayın’’ demiştir.

O kişi hayata bakış açısından -zenci olmasına rağmen- bu köşenin yazarına çok benzemektedir.

Aramızdaki tek fark benim katiyen Tap-Dancing (yere ayak vuruşlarıyla yapılan dans) bilmememdir.

Şunu da belirtmeliyim ki ben her türlü dansı ilkel kabilelere özgü bir tür eş arayışı çağrısı olarak görürüm. Ve de fazla dans seven insanları kınarım.

***

Rana ile hayatımın zor geçeceğinin ilk işaretini 1994 yılı sonbaharında Washington'da bir kitap dükkánında aldım.

On binlerce kitap satılmakta olan dükkánda Rana'nın büyük bir merak içinde Amerikalı general Norman Schwarzkopf'un anılarını alıp, üstelik bir de bunu okumasına anlam verememiştim.

Mesele daha sonra anlaşıldı.

Pentagon o dönemde yeni bir askeri mücadele stratejisi gündeme getirmişti.

Bunun iki ana öğesi vardı:

1- Askeri disiplinde sıfır tölerans politikası izlenecekti. Yani o güne kadar küçük hatalar olarak yorumlanan ve cezasız bırakılan hatalar da en sert biçimde cezalanacaktı. Böylece askerler her an 24 saat disiplin içinde yaşamaya mecbur edileceklerdi.

2- Düşmana karşı maksimum güç kullanılacaktı. Düşman ne kadar güçsüz gözükürse gözüksün buna bakılarak işler hafife alınmayacak, her defasında elde var olan en maksimum güç ile düşmana vurulacaktı.

***

İsterseniz bana aptal deyin ne yapayım ama açıkça itiraf ediyorum ki o günlerde bu stratejinin yeni bir evlilik anlayışı olarak hayata geçirilebileceğini katiyen düşünmemiştim.

Rana'nın ‘sıfır tölerans’ı benimsediğini yıllar önce New York'ta bir kulüpte acı bir şekilde öğrendim.

Detaylara girmiyorum çünkü sonuçta bu bir halk gazetesi ve bu halk da benden daha ahlaklı olduğu iddiasında.

Onların bu iddiasını yalanlayıcı davranışlarda bulunmak istemem.

Özetle bu kulüpte neredeyse tamamen çıplak olan kadınlar vardı ve bunlar herhangi bir çağrıya gerek duymadan masalara gelip erkek müşterilere tuhaf davranışlarda bulunuyorlardı.

Bir örnek vereyim. Rana ile ben içerde otururken bir ara bizim hafta sonu magazin ekindeki bütün kadınların toplamından daha güzel olan bir bayan bizim yöne doğru geldi.

Benim koltuğun kol dayanan bölümüne oturdu ve bacaklarını da kucağımdan uzatarak bana bakmaya başladı.

İşte sıfır tölerans bu noktada ortaya çıktı. O durumda bile Rana kendisi ile sohbeti katiyen kestirmedi.

Kadına baktırmadı bana ve bütün ilgimin kesintisiz olarak ona yönelmesini bekledi.

Size yemin ediyorum hayatımın en zor dakikalarıydı bunlar.

Allah bir daha hiçbir erkeği böylesine acı ve umutsuz bir duruma düşürmesin.

Benim çektiğim azabı düşmanım bile çekmesin.

Neyse ki bayan kısa süre sonra acınacak durumumu fark etti de gitti.

Galiba giderken de Rana'ya bir göz kırptı. Bunu kendisine sordum ama göz kırpıp kırpmadığını bana bugüne kadar net biçimde teyit etmedi.

O an anladım ki artık benim hayatım tamamen kaymıştı.

***

Maksimum güç kullanımını da kullanıyor Rana.

Yani beni sıfır tölerans taktiği ile acınacak duruma getirdiği yetmiyor, bir de hálá daha ‘hedef ne kadar zayıf, zavallı durumda olursa olsun yine maksimum güçle vuracaksın’ stratejisini uygulamaya devam ediyor. Örneğin ben haftanın belirli günlerinde spor yapmaya gidiyorum.

Haftanın dört günü gitsem bunlardan üçünde mutlaka hep aynı şey oluyor.

Sporun mutlaka ortasında görevliler geliyor ve bana telefon olduğunu söylüyorlar.

Bu telefon hiçbir zaman sporun başında veya sonunda gelmiyor. Ya ben duş alırken, ya saunadayken ya da güzelleşmeyeceği artık kesinlikle belli olan vücudumu teorik olarak bile algılanması çok zor bir makinede meşgul ederken geliyor telefon.

Bu telefonlarda bugüne kadar hiçbir zaman önemli bir mesaj katiyen verilmedi.

Telefonda söylenenler üç saat sonra söylense de bir şey fark etmez. Hatta 21'incü yüzyılın sonuna kadar bile söylenmese de bir şey fark etmez.

Ben her defasında bana iletilen konunun anlamsızlığını Rana'ya sakin olmaya çalışan bir sesle anlatıyorum.

O sadece gülmekle yetiniyor ve telefonu kapıyor.

Sonra ben içimden söylenerek ama dış görünümümde mutlu bir kişi ifadesini takınarak salona geri dönüyorum. Küçük burjuvalar böyledir işte. Başımız ne kadar dertte olursa olsun, durumumuz ne kadar acınacak halde olursa olsun dış görünümümüzde bunları başkalarına göstermekten utanır ve her şey normalmiş gibi davranmaya devam ederiz.Şu anda yazıyı yazarken de ıslık çalıyorum zaten.



Yazarın Tüm Yazıları