Anna Wintour haklı mı, haksız mı

Şeytan Prada Giyer filmini izlediğimde abartılmış olabileceğini düşünmüştüm. Ama New York’ta ay başında gösterime giren “Eylül Sayısı” belgeselini görünce fikrim değişti. Az bile anlatmışlar.

Etrafa kıyafetlerini saçmasını ya da asistanından yayımlanmamış Harry Potter romanı istemesini kastetmiyorum. Amerikan Vogue’un genel yayın yönetmeni Anna Wintour, ailesi ve patronu dışında etrafındaki herkese böcek muamelesi yapıyor. Bu yazı, aslında hafta içi sona eren New York Moda Haftası ve Vogue’un 840 sayfalık Eylül 2007 sayısının hazırlanışını anlatan “Eylül Sayısı” belgeseli üzerine. Ancak başka bir açıdan da, Anna Wintour haklı mı /images/100/0x0/55eb025df018fbb8f8a517b3haksız mı yazısı. Yani moda dünyasının en güçlü kadınının insanların suratına bakmadan konuşması, kapalı yerde bile taktığı güneş gözlükleri, yanında çalışanlara mesafesi, tasarımcıları aşağılaması, elitist tavrı kabul edilebilir bir durum mu değil mi?..

TRENDİ KİM BELİRLER
Moda Haftası’nda organizasyonu yürüten IMG’nin Başkan Yardımcısı Fern Mallis ile görüştüm. Defilelerin yapıldığı çadırın tepe yöneticisi. “Eylül Sayısı’nı izlediniz mi” dedim. “İzledim” dedi. “Anna Wintour’un modanın en güçlü kadını olduğunu siz de kabul ediyor musunuz” diye sordum. Durdu, “Gazeteciler öyle diyorsa, öyledir” dedi. Aralarında bir yaş fark var. Eğer bu işte neyin trend olacağına bir kişi karar veriyorsa, o kişi farklı olmak zorunda.

HERKESİN FİKRİ VAR
Technorati’nin verilerine göre dünyada moda ve alışverişle ilgili 2 milyon blog kurulmuş. Herkes biliyor. Konu da yeterince subjektif olunca, herkes bir düşünce açıklıyor. Dışarıda bu kadar gürültü varken, kapıyı kapatmadan çalışabilir misiniz!..

SIFIRDAN YARATABİLİR
Eylül Sayısı’nda Thakoon adında bir tasarımcının da paralel hikâyesi anlatılıyor. Anna Wintour destek olmuş. Thakoon da, daha önce kimsenin bilmediği bir isimken, filmin sonunda tanınan bir modacıya dönüşüyor. Moda Haftası’nda çıkan günlük dergide bir röportajına rastladım. İnsanlar artık yolda beni tanıyorlar, demiş. Böyle bir güç, zaman içinde kendiliğinden bir seçicilik oluşturur.

ENTELEKTÜEL ELEŞTİRİ
Sadece kürkü için öldürülen hayvanlar değil. Heveslendirdiği, tüketime sürüklediği, modacı Oscar de la Renta’nın ifadesiyle “moda kurbanları”na dönüştürdüğü insanlar yüzünden de suçlanan bir sektör moda. Vogue da o “suçun” en büyük faili. Bu kadar keskin bir entelektüel suçlamanın muhatabıysanız, her ortamda mesafenizi korumak zorunda kalırsınız. Çünkü ayaküstü bir konuşmada bile laf işitme ihtimaliniz vardır.

KÜÇÜK GÖRME HEVESİ
Sadece entelektüeller değil, kendilerine hava katmak isteyenler de moda eleştirisi yapıyor. Moda Haftası’nın kapısında New York Post’ta yazan, tanıdığım bir gazeteciye rastladım. Geçen yıllara göre nasıl bulduğunu sordum, “Her sene aynı. Saçmalık” dedi. “Ne yazıyorsun peki” diye sordum. “Sarhoş manken skandalı” dedi. Tabloid bir gazetede çalışıyor. Dedikodu sütunu yazıyor. Ama sadece New York’ta 10 milyar dolarlık bir pazarı olan sektöre “saçmalık” deme hakkını kendinde görebiliyor. Sonra yanımıza Paris Match’ın New York bürosundan biri geldi. Paris Match ama o da aynı, beraber sövdüler. Siz Anna Wintour olsanız, uğraşır mısınız!..

ÇÖZÜLEN MODACILAR
Eylül Sayısı’nın en çarpıcı sahnelerinden biri... Yves Saint Lauren’in baştasarımcısı Stefano Pilati, Anna Wintour’a özel bir defile yapıyor. Ancak bir süre sonra Wintour sıkılıyor. Pencereden dışarı bakmaya başlıyor. Bu arada ağzından belli belirsiz bir yorum duyuyorsunuz: “İyiymiş.” Pilati eziliyor. Ve Wintour’un yanına gidip izahat vermeye başlıyor. “Bu sezon stresliyim, şöyleyim, böyleyim...” Kim, tek bir hareketle karşısındakini konuşturma yeteneğinden vazgeçer ki!.. Demek bundan anlıyorlar...

ÖLÇÜSÜZ İNSANLAR
Andre Leon Talley adında biri var. Louis Vuitton çantalarıyla korta çıkıp koşmadan tenis oynayan ve sürekli “harika”, “muhteşem” diye konuşan, modanın ve Vogue’un eğlencesi, ünlü bir moda editörü. 75 yaşına gelmiş Valentino’ya, “Siz daha kariyerinizin başındasınız” diyecek kadar ölçüsüz. Etrafınız Talley gibilerle dolu olsa ve sürekli pohpohlansanız, başka türlü aklınıza mukayyet olabilir misiniz?.. Valentino’nun o laftan iki ay sonra emekli olduğu açıklandı.

F TRENİ MANKENLERİ
Ve son olarak, Vogue’a çıkartıp meşhur ettiği mankenler. Moda Haftası’nda Milly’nin defilesinden önce sahne arkasına geçip hazırlıkları izledim. O sırada mankenlerden biriyle görüştüm. Güney Afrikalı. 20 yaşında. Fern Mallis, bu sene şovlara çıkan mankenlerin kriz yüzünden düşük seviyeli isimler olduğunu söylemişti. Ama ben konuştuğum mankenin ne kadar kazandığını öğrenemedim. Çünkü böyle şeylerden bahsetmek istemediğini, 2 yıldır Manhattan’da çok rahat bir yaşam sürdüğünü anlattı. Büyük ihtimalle defileden sonra da F trenine binip evine döndü. Bu durumda siz olsanız, defileleri izlerken gözlüklerinizi çıkarır mısınız?.. Tiyatronun bir parçası gibi durmayı göze alır mısınız?..
Eylül Sayısı’nın bir yerinde kendi söylüyor Anna Wintour. “Modada insanları sinirli yapan bir şeyler var” diyor. Haklı.

Vogue Türkiye’nin başındaki Seda Domaniç

Arada, New York’ta buluştuğum, iş için buraya gelmiş Türklerin portrelerini yazıyorum. Ancak son dönem şöyle bir handikap yaşadığımı fark ettim. Ben aslında bu kişilerle asıl yerlerinde değil, herkesin “biri” olduğu New York’ta konuşuyorum. O “birilerinin” arasında egolarının en aşağıya indiği sırada... O yüzden Moda Haftası için New York’a geldiğinde görüştüğüm, önümüzdeki Mart ilk sayısı çıkacak Vogue Türkiye’nin Genel Yayın Yönetmeni Seda Domaniç hakkında yazacaklarımı da o gözle okuyun.

Çok mütevazı. Samimi. Kendine güveni yerinde, konuşurken rahat.

Georgetown ve Johns Hopkins’te uluslararası ilişkiler, Sabancı’da siyaset doktorası... Harikulade bir CV’si var. Nabucco Projesi’nde de çalışabilecekken, o Vogue’u yapmak istiyor. Ekonomi gazeteciliğinden gelme.
Öğreniyor. Modayla bir yıl öncesine kadar ortalama bir işkadını kadar ilgilenmiş. En fazla dergi karıştırmış. Şimdi her şeyi sahada görüyor. Moda editörüyle moda haftalarını dolaşıyor. Akşamları partilere katılıp çevre oluşturuyor. Çekimlere gidip hikâye topluyor.

Sanatçı değil. Bir profesyonel. Konuşurken, Vogue’un neden onunla çalışmak istediğini anlamaya çalıştım. Tam da bir sanatçı olmadığı, bir profesyonel olduğu için seçildiğine karar verdim.

Amerika, Fransa, İngiltere ve İtalya’da çıkan Vogue edisyonları dışında dünyadaki bütün Vogue’lar düşük profilli. Moda endüstrisi ufak, uluslararası tasarımcısı bu ülkeler kadar olmayan Türkiye de büyük ihtimalle aynı akıbete uğrayacak. Ve bu durumda Vogue’un yaratıcı birinden ziyade filtreleme yapacak birine ihtiyacı olacak. Kurumsal kültüre uygun birine...

Son İmparator Valentino filminde şöyle bir sahne var: Bir defile hazırlığında Valentino sinirleniyor. Sevgilisi ve ortağı Giancarlo Giammetti’yi bir köşeye çekiyor: “Beni niye çağırdın?” diyor Giammetti. “İnsanlar dediklerimi takip etsin” diyor Valentino. Bir daha soruyor, “Beni niye çağırdın?”. “İşler yürümüyor çünkü” diyor. Sonra bir kez daha soruyor: “Beni niye çağırdın?” Valentino sonunda söylüyor: “İnsanlar önümde diz çöksünler istiyorum.”

Ben Seda Domaniç’i New York’ta gördüğümde güneş gözlüğü yoktu. Ancak yetenekli ve çoğu Valentino kadar kaprisli modacılar bir yana, ne iş yapıyorsun diyenlere “Modacıyım” diyebilmek için modacı olanlar, onların elbiselerini pazarlamak için koşturanlar, burun kıvıranlar, lafçılar, yağcılar, özetle makbul olmayanlar da etrafını sardıkça, İstanbul’da gözlüklerini takmak isteyebilir.

SİNEMA MODAYI KEŞFETTİ

Şeytan Prada Giyer (2006) düşük bütçesiyle 325 milyon dolar hasılat yapınca, üst üste moda filmleri çekilmeye başlandı. Vogue ve moda eksenli The Hills, Ugly Betty gibi televizyon yapımları dışında, Lagerfeld Confidential (2007), Valentino: The Last Emperor (2008), Coco Chanel (2008), Eylül Sayısı (2009), sadece birkaçı... Bu filmler belki sinematografik açıdan zayıf yapımlar. Ancak hepsi de moda dünyasıyla ilgili içeriden bilgi veren, sahne arkasında işlenen cinayetleri anlatan yarı belgesel işler. Size ikon haline gelmiş isimlerin en mahrem hallerini sunuyor. Lagerfeld’in annesiyle ilişkisini, her cümlesine “Hayır” ile başlayan Valentino’nun dengesizliklerini, Anna Wintour’un Conde Nast’ın patronu Si Newhouse karşısında nasıl sunum yaptığını... Bir de şu açıdan önemliler. Bu filmler sayesinde, önde yürüyenlerin yanlarındaki ikinci adamları tanıyorsunuz. Eylül Sayısı’nda da, Amerikan medyası Grace Coddington’u keşfetti örneğin. Vogue’un, Anna Wintour’a diklenen, kızıl saçlı, huysuz kreatif direktörünü. Hepsinin yanında öyle biri var. İşleri, masanın altından dürtüp, kendine gel, demek.
Yazarın Tüm Yazıları