Bir martıyız biz!

Bu hafta biraz da ben hava atayım dedim.

Haberin Devamı

Pürtelaş Tiyatro’nun Serdar Biliş yönetmenliğinde sahneye koyduğu, Anton Çehov’un “Martı” oyunu sezona harika bir giriş yaptı. Zorlu PSM ve DasDas Sahnesi’nde oynayacağımız oyun büyük ilgiyle karşılandı. Boran Kuzum, Ecem Uzun, Fırat Tanış, Kayhan Açıkgöz, Serdar Orçin, Sevil Akı, Şerif Erol, Tilbe Saran, Yasin Bardakçı, Cem Cücenoğlu (ve ben) derken sahne bildiğin coşuyor.
Dört oyun arka arkaya oynadık. 4-12-18-19 Aralık’ta Zorlu PSM ve 12 Aralık’ta Dasdas Sahnesi’nde izleyicilerle buluşmaya hazırız!
Bir not: Festivale oyun hazırlamak özenli bir iş. Büyük bir coşkuyla biletlerini günler öncesinden alan seyirciye iyi bir şey sunmak hepimize heyecan verdi elbet ama şunu söylemeliyim ki festivallerin ve gösteri merkezlerinin içinde sıklıkla prova yapılamaması ciddi bir sorun.
Prova salonu tedarik edilmesi ve tedarik edilen “odaların” festivalde oyun oynayacak insanların prova yaptığı alan olarak görülmesi de bir ricamdır.
Bu anlamda Kadir Has Üniversitesi’ne teşekkür etmek lazım. Prova için karşılık beklemeden bize kapılarını açtı.
Gel gelelim, oyunun dekoru (sürprizi kaçmasın) yeşil bir platform, yurtdışından getirilen özel bir malzemeyle kaplı.
Seyirci içeri girdiğinde sanki işaret edilmişçesine o kadar çimen dekoruna bastı ki insanın basmayın derken içi sızlar!
Özenle hazırlanmış dekor aynı zamanda betona çevrilen bir dünyanın yeşil alana olan açlığını hissettirdi bana.
Oyun Rusya’da geçiyor ve bir oyuncu, anne-çocuk, yaşlılık, karşılıksız aşklar, yalnızlıklar içinde dalgalanan bir konuya sahip. Bu yılın iddialı ve güzel oyunlarından... Kaçırmayın derim. Kendi köşemde bir yerden...

Haberin Devamı

İçinizde bir kelebek

 

Haliyle bu hafta onca yoğunluğun içinde yalnızca bir başlık olarak geçti Dünya Çocuk Hakları Günü.
20 Kasım 1959’da Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi kabul edilmiş. Bize gelişi 14 Şubat 1990. 9 Aralık 1994’te imzalamışız.
14 Şubat tabii Sevgililer Günü. Böyle bir günde hâlâ çocuk yapmamış çiftlerimiz üzülür demiş devlet büyükleri. Bakmışlar ki bayağı da çocuk var! Eh bize de imzalamak düşer.
Hayır ben diyorum bütün bu gerilim Birleşmiş Milletler’den geliyor. Şimdi mesela, bir Birleşemeyen Millet oku olsa, yayla atarlar üzerimize!
Değişen eğitim sistemi, daha geçen gün yine ana sınıfta uygulanan şiddet-işkence, serviste unutulan çocuklar, arabada bırakılan engelli çocuklar, sokak kavgasında ergenler tarafından linç edilen Suriyeli çocuklar, kıyıya vuran bebekler, bu eğitim sistemine adapte olmaya çalışan çocukların başarılı olma yolunda önerilen grafikleri takip eden ailelerin yaşadığı panik, bu durumun bir süre sonra hastalıklı hale gelmesi...
Paranın varlığında, çocuklarını sosyalleştirme anlamında birçok şeye dahil edeceğim derken evdeki iletişim biçimini tamamen terörize eden çekirdek aileler... Atom çekirdeğine dönüşen aileler!
Bursa’da bir nöroloji profesörünün çocuğu yıllar evvel yine bu geçiş sınavlarının birini veremeyip kendini asmıştı. İntihar notunda şu yazılıydı: “Sınavı veremedim babacığım, özür dilerim!”
Bir anne olmadığım için belki de bir tık gerisinden durup baktığım şey, yeni doğan bebeklerin içgüdüselmiş gibi evdeki televizyondan bile haberdar olup “Hadi aç şunu da izleyelim” demeleri. Teknolojinin, eğer ona yenilirsek ecdadımıza okur zannettiğimiz en faydalı yanı, en azından bir Doğan Cüceloğlu okumak istediğinizde, bir bebeğin stresi ile uğraşmak istediğinizde, elinizin altında oluşu.
Fakat bunun tam tersini düşündüğünüzde, çocuklarımız zaten hayatı kişisel becerilerini kullanarak, tanıyarak anladıklarında, özgüven gelişimlerinin ne kadar beslendiğini açıkça görüyoruz.
Büyüdüğümüz zaman sıkça ifade ettiğimiz bir cümle, bir aile yaratana kadar size sağlıklı sinyalin ne olduğunu daima hatırlatacaktır: “İçimde hiç büyümeyen bir çocuk var...”
İnsan büyümeyi hatırlayamıyor, yaşayan kendisi olunca. Büyüdükçe anlıyor.
Son yıllar bize ispatlıyor ki, kendini geliştirememiş bir çocuk hayatı boyunca bağlarını arar içten içe... Yalnızca kimyasal bir bağımlılık değil bu; insanın kendine has olamadığı, parçası olmak istediği bütünlüğün daima “güç” olması gibi.
Davranışlarını içinde bulunduğu toplumun inisiyatifine bırakan, “Başkaları ne der!” diyen bir aile yapısı, ne kendi içinizdeki anneye katkı sağlar, ne çocuğunuzun özgürlüğüne... Zarar veren bütün kişilikler, yalnızlıklar birer çocuktu. Bunu unutmayın!
Atlanta’da herhalde Türkiye’nin en önemli yönetmenlerinden birini ziyaret ettim. Çocuğunun okuluna götürdü beni. Şuydu gördüğüm, çocuklar temel eğitim olarak bitkiler, ağaçlar, ağaçtan dönüştürülerek yapılan masa ve sandalyeler, bitki türleri, geri dönüşüm içerikli bir “temel eğitim” alıyorlar.
Türk kültürünün de eşsiz parçası olduğu kesin. Yörük Türkleri’nin mezarlarından bilinir. Kucak demektir sözcük, haliyle “darda, yer vardır” dedikleri budur. Çocuklarınızı parkların ve doğanın eşsiz işbirliğiyle tanıştırın.
Artık bir tek güvenlik kameralarının tanıklığına güvenip de adaleti sağlayan dünyamızda, 10 yılda 10 milyondan fazla çocuk ölmüş... Işıklarda, yolda yanınıza gelip size “ya sabır” dedirten, ayağımıza dolanan, belki de sildiği arabanın camında iz bırakan gerçek budur...
Artık müfredatlarda var mı bilmiyorum. Her sene bir ünitede bulunan yegane okul şiirimle bu haftayı çocuklara armağan ediyorum kalbimde... Behçet Necatigil’den...
“Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı...”
Diyorum...

Yazarın Tüm Yazıları