Amerika’da kumarın yeni yıldızı racino

150 metrelik ince uzun bir bina düşünün. Art deco mimari, dışarıdan çok şık. Ama içeriden basık bir tavan, penceresiz duvarlar, halı zemin ve yan yana dizilmiş 5 bin kumar makinesi.

Haberin Devamı

Makineler bangır bangır ötüyor. Sesler sonra kulağınızda buluşup adamın beynini oyan, mekanik, sürreel bir filmin fon müziğine dönüşüyor.
Her taraf kalp ilacı reklamlarıyla dolu. Çünkü içeridekilerin yaş ortalaması 50’nin üstünde. Her ırktan binlerce yaşlı. Kimse gülmüyor. Bazıları yürüyemeyecek kadar güçsüz ama tekerlekli sandalyesine oturmuş, sağ elini makinenin kenarına dayamış, işaret parmağıyla durmadan önündeki düğmeye basıyor. Sıkılır gibi olunca dışarı çıkıp hipodromda koşan atlara para yatırıyor. Biraz hava alıyor. Sonra dönüp düğmeye basmaya devam ediyor... Sabah 10’dan gece 2’de kapanıncaya kadar... Haftanın yedi günü...

33 MİLYAR DOLAR

Amerikan Oyun Derneği bir istatistik çıkarmış. 2008’de ülkede kumara izin verilen 12 eyalette harcanan para, toplam 33 milyar dolar. Bir önceki yıla göre yüzde 5 düşüş demek bu. Ancak bu paranın 6 milyar dolarlık kısmı, her geçen yıl büyüyen racinolardan geliyor ki, dernek racino işi için geleceğin yıldızı diyor. Girişte anlattığım da, işte bu racinoların şimdi Amerika’daki en popüler olanı, Yonkers’taki Empire City’den bir manzaraydı.

Haberin Devamı

CASINO HİPODROM

Racino, hipodrom (racetrack) ve casino sözcüklerinin birleşmesiyle uydurulmuş bir laf... Her yıl küçülen, müşteri kaybeden at yarışı şirketlerinin, kenara bir de kumar makinesi atarak oluşturdukları bir iş.
110 yıllık at yarışı mekânı Empire City’nin de racinoya dönüşmesi 3.5 yıl önce oldu. Manhattan’a yarım saat uzaklıkta bir yer burası. İçeride 1000 kişi çalışıyor. Tesisin yöneticilerinden Frank Drucker’a şirketin at yarışından mı yoksa makinelerden mi daha çok kazandığını sordum. Açık ara makineler dedi. 480 milyon dolar 2008 cirosu. Bunun 300’ü kollulardan.

EYALETİN YARISI

50’lerden beri her yıl 240 yarış gecesi oluyor burada ama makinelerden sonra New York Eyaleti’nde oynanan kumarın yarısını buraya çekmeyi başarmışlar. Atlantic City’ye giden New Yorklular, artık hemen yanı başlarındaki Empire City’ye gitmeye başlamış.
Masa oyunları yok. Binlerce yaşlı, her basışta bıraktığı 1 centlerle para kazandırıyor tesise. Ve cent cent, 2006’nın ekiminden beri toplam 1.5 milyar dolar yapan bir kumar pazarı yaratıyor.

Haberin Devamı

NASIL KAYBEDİLİR

Uzun süre içeride etrafı dolaştım. Sonra nasıl kaybedildiğini görmek için makinelerden birine ben de 1 dolar attım. 30 saniye sürdü. Biraz verdi, çokça aldı ve 30 saniyede 1 doları eritti makine. Düğmeye sadece 5 kere basabildim.
Beynimde mekanik uğultu, bir şeyler yemek için alt kattaki restoran kısmına giderken dışarıda atları izleyen bir çift gördüm bu arada. Onlar da ilk defa geliyormuş. Kadın polis, erkek de kamyon şoförü. Niye geldiniz, dedim. “Vakit harcamaya” dedi erkek. Kadın ise “5 dolar yatırdım, 1.5 dolar kazanınca hemen paramı alıp bıraktım. Eğlenmeye geldik” dedi.
Bütün bir günün sonunda etrafta ilk defa yüzleri gülen iki kişi görmüş oldum böylece. Bir de, 1 dolarımın nereye gittiğini öğrenmiş oldum.

Haberin Devamı

AT YARIŞLARI BİTKİSEL HAYATTA

Racinolar, Amerika’da gençler at yarışına bir türlü ısınamadığı için doğdu. At yarışı düzenleyen şirketler, bu yüzden ilave bir işe ihtiyaç duyduğu için.
Empire City’den önce Brooklyn’deki diğer hipodrom Aqueduct’a gittim. Orada 15 yıldır Daily News’un at yarışı sayfasını hazırlayan Jerry Bossert ile tanıştım. At yarışı neden yok oluyor, diye sorunca Bossert şöyle bir tablo çizdi. At yarışı mesai isteyen bir iş. Eline bülten alıp çalışacaksın, kafa yoracaksın. Gençlere göre değil, fazla komplike. Yarışlar arasında yarım saat zaman oluyor. Bunu da sevmiyorlar çünkü sabırsızlar. Bir de eskiler biraz da sosyalleşmek için oynuyordu at yarışını. Ona da ihtiyaçları yok. Facebook arkadaşları var.
Değişen koşulların yok olmaya zorladığı başka alanlardan biri daha. Şimdilik makine desteğiyle ayakta...

Haberin Devamı

PARALI POLİS

Empire City’de güvenliği polis sağlıyor ama New York’ta yaygın şekilde uygulanan özel polislerle. Diyelim, burası gibi bir yer açacaksınız. Özel güvenlik tutmak yerine devlete başvurup polis istiyorsunuz. Devlet bunun için yeni eleman alıyor, ancak çalışan maliyetini de size ödetiyor. Özel güvenlik yerine özel polis. Konuştuğum polislerin hepsi, kumarhane açıldığından beri burada çalıştığını ve başka bir yere gitmediğini anlattı. Bizde de yıllardır futbol maçları için düşünülen bir yöntem bu ama bedavacı kulüpler yüzünden hâlâ gerçekleşmedi.

SANAT

Tarih sizi nasıl istiyorsa öyle hatırlar

Red Book (Kırmızı Kitap), analitik psikolojinin kurucusu Carl Jung’un 1914-30 arasında kendi el yazısıyla tamamladığı efsaneleşmiş bir kitap. Şimdiye kadar kitabı sadece 20 kişi görmüştü. Ve içinde Jung’un kendi yaptığı çizimlerle evren, tanrı, doğaüstü canlılar üzerine yazdığı metinler olduğu söyleniyordu. Büyüklüğü, parşömen kağıdı, kalın cildi ve gotik harfleriyle daha çok bir Ortaçağ kitabını andırıyor. Jung’un kitapta kullandığı diller de Almanca ve Latince.
416 sayfalık kitap, 80 yıl sonra geçen ekim çoğaltılıp satışa çıktı ve New York’taki budist müzesi Rubin’de sergilenmeye başlandı. Himalayalar sanatı ve meditasyon yaparken kullanılan mistik çizimler, mandalalarla dolu müzede, kitabı “Yeni Kozmolojinin Doğuşu” diye sundular. Ve ilk günden itibaren her gün bir yaprağını çevirmeye başladılar.
17. Sokak’taki müzeye şimdi tur otobüsleri yanaşıyor. Bir gün gittiğimde bir rahip o gün açılan sayfayı okuyordu. Müzeye yakın olduğu için arada gelip sayfaları okuduğunu söyledi.
Şunu hiç unutmamak lazım. Siz kendinizi nerede görüyor olursanız olun, tarih sizi yine kendi bildiği gibi hatırlıyor. Hatta arkanızdan sizin fikirlerinizi savunacak öğrencileriniz olsun yine yetmiyor.
Jung, hayatı boyunca yaptığı işin bir bilim olduğunu kanıtlama çalıştı. O dönem yaptığının bir fantezi olduğunu iddia edenler olduğu gibi bugün bile birçok üniversite, psikolojide Jung’a yer vermez. Sırf bu yüzden bir kaligrafınki kadar kusursuz el yazısı ve bir illüstratörünkü kadar yaratıcı çizimlerle süslediği kitabının aslında bir sanat eseri olduğunu savunan yakın çevresine bile itiraz etti. Ne fantezi ne de sanat, bu bilim diye... Ama 80 yıl sonra, hayatımın en önemli işi dediği kitabı, şimdi bir sanat müzesinin bodrum katında duruyor. Ve mandalalarla altlı üstlü, her geçen gün budistlerin bir tür kutsal kitabına dönüşüyor.
Konuştuğum müze görevlisi Cecily McKeown’a “Ne kadar ironik bir durum öyle değil mi” dedim. Güldü.

Haberin Devamı

POLİTİKA

İsrail’deki Araplar Türkiye’deki Kürtler

Akademisyenler ve gazeteciler arasında temel bir fark var. Akademisyenler bir konuyu ne kadar soyut ifadelerle tartışıyorsa, gazeteciler meseleyi o kadar somutlaştırmaya çalışıyor. Akademisyen ne kadar zor cümleler kuruyorsa, gazeteci hikâyeyi o kadar basitleştirmeye çalışıyor. Akademisyen ne kadar spesifikse, gazeteci o kadar genelleyici.
Harvard Üniversitesi’nde araştırmalar yapan (academy scholar) Ceren Belge’yle tez konusunu tartışırken bu zorlukları yaşadım ben de. Ancak İsrail ve Türkiye’nin kendi sınırları içinde yaşayan azınlıklara uyguladığı politikalarını karşılaştırdığı tezi o kadar ilginç bir perspektif içeriyor ki, hazır İsrail-Türkiye krizleri rutine girmişken, izniyle bahsetmek istiyorum. Geçen yıl Columbia Üniversitesi’nde yaptığı bir sunumdan benim aldığım notlar bunlar. Murat Belge’nin kızı. Sonuç çıkarması konusunda ikna edemedim, o yüzden tezden esinlenerek benim çıkardığım sonuçlar diye okuyun.
* Türkiye Kürtleri müstakbel Türk olarak görüyor. İsrail Arapların Yahudi olmasını istemiyor.
* İsrail Araplara otonomi tanıyor. Dini mahkemelerde çok hukukluluk, ayrı okul açma imkânı sunuyor, Arapça’yı resmi dil kabul ediyor. Türkiye bunları bölünme korkusuyla reddediyor.
* İsrail Arapları gettolarda yaşamaya zorluyor. Hepsi bir arada olsun, ayrı okullarda okusun, ayrı mahkemelere gitsin istiyor. Türkiye, Türkler ve Kürtler iç içe geçsin istiyor. Hatta bu yüzden Kürtleri göçe zorluyor.
* İsrail’de ayrımcılık, verilen haklarla yapılıyor. Türkiye’de verilmeyen haklarla...
* İsrail’de aşırı sağcılar Yahudi homojenliğini sağlamak için topraktan feragat etmeye hazırlar. Üniter yapıya ve entegrasyona solcular daha bağlı. Türkiye’de tam tersi.
* İki tarafta da yumuşama çabası var. Türkiye’de bunun sürükleyicisi politikacılar, yavaşlatan yargı ve asker. İsrail’de sürükleyici yargı, önüne geçmeye çalışan ise sağ politikacılar.

Yazarın Tüm Yazıları