Alışamadım

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Elimde olmayan nedenlerle dün başlayıp da bitiremediğim yazıya bugün de devam ediyorum.

Hatırlarsınız, dün Rana'nın beni sürekli ve zincirleme post-travmatik stres sendromu ruh halinde tutmak amacıyla yaptıklarını anlatıyordum. Bu konuya da Başbakan Mesut Yılmaz'ın Susurluk meselesini çözmedeki tek şansının ne olduğunu açıkladığım fikrimden yola çıkarak varmıştım. Tüm Türk vatandaşları gibi benim de geçmiş kavramıyla anladığım şey sadece 24 saat ile sınırlı olduğundan, bu iki konu arasında nasıl bir bağlantı kurmuş olduğumu ne yazık ki şu anda hatırlayamıyorum. Hatta bu bağlantıyı dün bile kurup kurmamış olduğum konusunda kafamda bayağı bir şüphe var. Çünkü, kendi acılarıma o kadar çok dalmış durumdayım ki, hayatta başka bir şeyi görecek durumda değilim.

İçim o kadar doluymuş ki, dün başladığım konu ‘‘Arkası yarın’’ programına dönüştü. Belki bütün bu yazıların nedeni psikoloğumun bu aralar bana küs olmasına bağlıdır, bilemiyorum. Kendisinin iddiasına göre, beni dinlemekten dolayı ruhsal durumu öylesine bozulmaya başlamış ki, bir süre benden telefon almaması gerekiyormuş. Eh, ne yapayım, ona konuşamazsam siz beni dinlemek zorundasınız, bunun başka çaresi yok.

* * *

Aslında 1973 yılında yaşadığım bir olaydan gereken dersleri çıkarabilseydim, bugün Rana boş zamanlarında bilinçli kötülük yapabileceği bir canlı hobiye sahip olamayacaktı. O tarihte kadınlarla ilişkimi ebediyen koparmalıydım.

Bir kış günüydü. Bir bayanla çıkmaya başlamıştım. Gerçi o yıllarda kadınlara bayan demiyordum, ama sonra yaşlanınca bu adet gelişmeye başladı bende. Kızın milliyetini ve ırkını açıklamak istemiyorum, çünkü ırkçı yazılarımı hatırlayıp beni çifte standartlı olmakla, yazı yazmaya gelince başka, aklıma seks gelince başka davranmakla suçlayabilirsiniz diye korkuyorum. Neyse bu bayana âşık olduğumu sanıyordum. Raj Kapoor'un filmlerindeki aptal suratlı adamların mutlu olduklarında söyledikleri şarkılardaki gibi hissediyordum kendimi, bilmem anlatabiliyor muyum neden bazı konuları açıklamadığımı? Kendimi tutamayacağım, kusura bakmayın, şarkıyı da söylemeliyim:

HURİYAGA HURİYAGA SANGAM KENEDİ,

HURİYAGA HURİYAGA SANGAM KENEDİ.

BİR TARAFTA ARKADAŞIM, BİR TARAFTA SEN (SENNNNNN... Şarkının bu aşamasında ses yankılanıyor),

İKİ ATEŞ ARASINDA KALMIŞAM BEN (BENNNNNN... Keza).

Filmde bu şarkı söylenirken iki olağanüstü çirkin adam ile bir güzel kadın, idiyotik bir dans yapıyorlardı. Gerçek hayatta benim yaşamış olduğum olayın filmden tek farkı yaşamda iki adet değil, bir adet çirkin adam ile bir adet güzel kadın olmasıydı.

* * *

Bilmem farkında mısınız, ama son günlerde yeni bir adet geliştirdim.

Bir yazıya başlıyorum, sonra aniden iş çığırından çıkıyor ve olay benim istediğimin, anlatmak istediğimin tamamen dışında başka yönlere gidiyor.

Bu da bir tür sinir bozukluğu olmalı, buna eminim. Ve ilk telefon konuşmamızda bu konuyu da psikoloğuma soracağım.

* * *

Neyse ne...

1973 yılında, o sonbahar günü büyük aşkın 18'inci gününde kadınla sinemaya gittik. Olay, 24 yıl önce yaşandığı için, ben film başladığı anda kadına saldırdım, o ise büyük bir sağduyuyla davranıp beni itti. İlk itişten sonra ben de sakinleşip filmi izlemeye başladım. Normalen sakinleşmem için aşı filan olmam gerekirken, bunu kadının tek bir hareketinden sonra yapmam, ona saygı duymamdandı.

Ha bir de tam arkamızda oturan bir zenci, bir kez daha kadına yanaşıp önünü kaparsam beni tuvalete götürüp öldüreceğini söylemişti. Şimdi düşünüyorum da sakinleşme konusunda ikna olmamda bunun da katkısı büyük olmuştu galiba.

* * *

Azgelişmiş bir ülkede geçen, siyah-beyaz, aktörleri rol yapmaktan aciz olan ve sadece bu nedenlerle de New York entelektüel çevrelerince ‘‘anlamlı film’’ olarak nitelendiren iki saatlik saçmalık bitti. ‘‘THE END’’ yazısı yazdı.

Arkamdaki zenci -ki büyük bir ihtimalle cinayetten aranıyordu ve polistan kaçmak için bu filmi baştan sona seyreder gibi yapmıştı- kalktı gitti.

Kadınla benden başka herkes de gitti. Biz dışarıya çıkamadık bir türlü. Çünkü, kadının o anda keşfettiğim ve bugüne kadar mantıki nedenini bir türlü anlayamadığım bir âdeti vardı.

‘‘The End’’ yazısı çıktıktan sonra filmde çalışanların isimleri tek tek yazılır ya. Onun argümanına göre çalışan insanlara saygılı olmak için hem bu liste bitinceye kadar beklemeliymişiz, hem de isimleri okumalıymışız. Kadının mantığına göre, ben filmin başrolünde bile yer almayan bir yardımcı oyuncunun tırnaklarını boyayan kadının yardımcısının adını okuyunca bu emeğe saygı olacakmış. O yıllarda ben dünyada bütün güzelliklerin silahlı komünist ayaklanma sonucunda kurulacağına inanıyordum. Ama kadının tanımladığı ölçüde emeğe saygı bana bile fazlaydı yani! Onu hemen oracıkta terk ettim.

* * *

Evet, yazı bu noktaya nasıl geldi bilemiyorum.

Yazıyı baştan sona tekrar okumak yolunda ise ne bir isteğim ne de gücüm var.

Umarım yazıdan bazı mesajlar çıkıyordur. Çıkmıyorsa bile bu aşamada yapacağım şey gerçekten yok.

Haydi iyi günler!

(Yarın için kafamda iki ayrı yazı konusu var. Bunlar: 1- İngiltere Kraliçesi sokağa her çıkışında yanına neden çanta alıyor, bu çantanın içinde neler var? 2- Susurluk olayı hakkındaki düşüncelerim.

Hangisini yazacağıma olabilecek gelişmelere bakıp karar vereceğim... İyi günler...)

Yazarın Tüm Yazıları