Akıncı'dan Çiller'e mektuplar

Emin ÇÖLAŞAN
Haberin Devamı

Hüsnü Akıncı Adapazarı'nda eczacıdır. Yakın zamana kadar DYP'li idi. Akıncı, yurt sorunlarını dikkatle izleyen, siyasetçilere ve medya mensuplarına gönderdiği mektuplarla onları sürekli uyaran bir vatandaştır. Bugün size, son iki gün içerisinde Tansu ablama gönderdiği ve pek çok kişi ve kuruluşa da anında faksladığı iki mektubu iletiyorum:

‘‘Sayın Tansu Çiller, siz göz kamaştırıcı servetinizin hesabını vermiyor ve veremiyorsanız, bu milletin, Meclis'in ve vazgeçilmez demokratik rejimin ne kabahati vardır?

Size ‘Niçin çok servetiniz var?' diye soran yoktur... ‘Bu serveti nasıl edindiniz?' diye sorulmaktadır. Ve siz bunu açıklamak zorundasınız. Zira Amerika'da ilk yıllar aç gezdiğinizi, bir Coca Cola'yı eşinizle paylaştığınızı, bizzat sizler açıklamıştınız. İşte eşiniz Özer Çiller'in açıklamaları:

‘Amerika'da yaşadığımız yıllarda Tansu ile çok yoksulluk çektik. Bunların hepsine Allah şahittir. Haftada yemek için 15 dolar ayırabildik. Uğraştık, didindik, kazandık.' (Tempo Dergisi'nin Mayıs 1995 sayısına verilen demeç)

1967 yılında gittiğiniz Amerika'dan 1974 yılında döndünüz ve Boğaziçi Üniversitesi'nde göreve başladınız. Eşiniz de 1979 yılında İstanbul Bankası Genel Müdürü oldu.

Malvarlığınızdaki dikkat çekici artış da eşinizin genel müdürlüğü zamanında başladı. Yeniköy'deki yalı 1981 yılında alınmış. (45 milyon lira. O günkü döviz kuruna göre 450 bin dolar.) Ayrıca Boğaziçi'nde arazi ve arsa alımları o dönemde başlamış. İstanbul Bankası'nın sahiplerinden Bilge ve Mete Has ile o dönemde sayısız ortak şirketler kurmuşsunuz. Ve İstanbul Bankası batmış.

Evet, siyasete girdiğiniz zaman önemli bir malvarlığınız mevcuttur. Ama, beyan ettiğiniz bu servetin kaynağını hiçbir zaman kamuoyunu tatmin edecek bir şekilde açıklamış değilsiniz. Siyasete girdikten, bakan ve başbakan olduktan sonra servetinizde müthiş bir artış olmuş ve malvarlığınız yurtdışına taşmış. Yine kaynağını açıklayamadığınız ve transfer şekli bilinmeyen paralarla Amerika'da servet edinmişsiniz. Kuşadası Çiftliği ve malikanesi, Antalya Beldibi Pansiyonu, Boludağı villaları, yatlar, katlar ve diğerleri, siyasette iken ve ülke idaresinde söz sahibi iken edindiğiniz servetlerdir.

Üstelik bu göz kamaştırıcı servetinizin kaynağını da açıklayabilmiş değilsiniz. Yani, ‘Şu tarihte şu işi yaptık ve şu kadar vergi verdik. Kazandığımız paralarla da servet edindik' diyebilmiş değilsiniz.

Elbette ki bu yüce millet size hesap soracaktır ve hesap sorma hakkının da sahibidir.

Bu bakımdan, telaş ve öfkenin esiri olarak ‘Kaderde bizi kahraman yapmak varmış... Beni susturamazlar. Bu can bu tende olduğu sürece bu milletin hakkını, doğruyu ve demokrasiyi savunmaya devam edeceğim. Hiç kimsenin önünde eğilmeyeceğim. Sadece Cenab-ı Allah'ın ve milletin önünde eğilirim' gibi sözler söylemeye hakkınız yoktur.

Size ‘Demokrasiyi savunma, milletin hakkını hukukunu gözetme, doğruyu söyleme, onun bunun önünde eğil' diyen yoktur. Sizden tek şey istenmektedir:

‘‘Göz kamaştırıcı servetinizin kaynağını açıkla ve bu yüce millete hesap ver’’ denilmektedir.

Bu husus gerçek demokrasinin tabiatında vardır. Her vatandaş, her kurum ve kuruluş, hesap sorma hakkına sahiptir. Ülkeyi idare edenler de hesap vermek zorundadır.

Medeniyetini taklit ettiğiniz ve ikinci vatanım dediğiniz Amerika'da sistem böyle çalışmıyor mu? Servet edindiğiniz Amerika'da halk, yöneticilerine karşı sessiz mi kalıyor?

Kaldı ki, eğer Amerika'da olsaydınız, sadece Kuşadası'ndaki arazi meselesi bile siyasi hayatınızın sonu olurdu ve ceza alırdınız.

Sayın Çiller, size bir hususu hatırlatmak isterim:

Bu millet duygusuz, idraksiz, aptal, üredi-türedi bir millet değildir. Bu millet tarih boyunca devlet olmayı başarmış, medeniyetlere damgasını vurmuş, zulmü gördüğü yere adaleti, inkarı gördüğü yere imanı, cehaleti gördüğü yere ilmi getiren, tarihin en eski efendisi bir millettir. Bu yüce milletle oyun oynanmaz. Bu millet eninde sonunda herkese haddini bildirir.

Size tavsiyem şudur:

Kendinizi ülkenin bir numaralı gündemi ve sorunu haline getirerek bu yüce milleti ve devleti huzursuz etmeyiniz.

Bu millet size fırsat tanıdı, imkan verdi. Ama siz bu imkan ve fırsatı değerlendiremediniz ve her şeyi tanınmaz hale getirdiniz. Beceriksizliğinizin bedelini, günahlarınızın vebalini bu millete ve devlete ödetmeye hakkınız yoktur.

Vatandaşlık hak ve görevim gereği hatırlatmak isterim. Saygılarımla.’’

*

Akıncı'nın ablama gönderdiği ve kamuoyuna dün ulaşan 20 Nisan tarihli ikinci faksı da özetliyorum:

‘‘Sayın Çiller, eğer gizli bir amacınız ve misyonunuz yoksa, Bafra mitinginde söylediğiniz şu sözler, telaş ve öfkenizin esiri olduğunuzun kanıtıdır:

‘Dinden bahsedeni hapse atacaklarmış. Camiye gidenin canına okuyacaklarmış. Cami, din ve türbandan bahsedeni irtica sayanlarla mücadelemiz çetin olacaktır.'

Sayın Çiller, bu ülkede dinden bahsedeni hapse atacağız, camiye gidenin canına okuyacağız diyen var mı? Camiden, dinden ve türbandan söz edeni ‘irtica' sayan var mı?

Herkes bilmektedir ki bu ülkenin huzurunu bozanlar, camiyi, dini ve inançları siyaset malzemesi yapanlardır. Maalesef miting meydanlarına türbanlı posterinizi astırarak bu kervana siz de katılmış oldunuz.

Bir koltuk uğruna bu ilkesizlik ve yozlaşma neyin nesidir? Değer mi?

Gerçekten samimi bir dindar iseniz, size hatırlatmak isterim.

Yalan söylemek ve kamu malına tecavüz, İslam'a göre dinsizlikle eşdeğerdir. Saygılarımla.’’

Şu ‘‘din sömürüsü’’ ortamında yazılacak başka bir şey var mı? Yok! Adam olan, Akıncı'nın mektuplarından sonuç çıkarsın.













Yazarın Tüm Yazıları