Ahlak ve Amerika

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Yüzyıl başı İngiltere'sinin ünlü Bahriye Nazırı Lord Fisher Amerikalıları küçük görürdü ve kaplıca tedavisi için gittiği Marienbad'dan gönderdiği bir mektuba ‘Etraf iç bulandırıcı Amerikalılarla dolu. Yabancılar onları bizden ayırt edemiyor. Avrupa’da sevilmememize hiç şaşmamak gerekir' notunu düşmüştü.

Daha sonra kızını evlendirmek için Atlantik'in karşı yakasında geçtiğinde ise fikrini bir nebze değiştirmiş fakat, ‘İngilizce konuşan insanların bu dev federasyonunu sömüremezsek aptalız demektir’ ifadesini kullanmıştı.

Majesteleri İmparatorluğu'nun kibirli amirali Büyük Britanya ile ABD arasındaki ortak lisanı bile karşı tarafı sövüşlemek için araç saymıştı.

***

MEKTUPTAN başladım çünkü her ikisi de ‘beyaz adam uygarlığı’yla özdeşleşse bile ABD Avrupa'dan çok farklıdır. İşte Fisher örneği, etnik köken ve Anglo - Sakson kültür itibariyle en yakın olduğu İngiltere'den dahi farklıdır.

Zira Britanya'ya karşı kurtuluş savaşı vererek bağımsızlık elde etmiş olan Birleşik Devletler'in hamurunda hem ‘anti - Avrupacı’ bir dürtü, hem de Yaşlı Kıta'nın çoktandır dünyevileştirdiği bir din olgusu vardır.

ABD'nin kuruluşu ve yükselişi ‘Mormon’lardan ‘Vaftiz Klisesi’ne uzanan geniş yelpazedeki ve Protestan kökenli tarikatlar öncülüğünde gerçekleşmiştir.

Söz konusu tarikatların temel ortak özelliği ise ‘püritanizm’ denilen pür-i pak ahlakçılık anlayışıdır. Kuldaki günah duygusu her an hazır ve nazırdır.

İşte bu yüzdendir ki, Yankee sekülarizmi Fransız laikliğine oranla çok daha semavidir ve ‘ilahi ahlakiyatçılık’ günümüz Amerika'sını da tayin etmekdedir.

Ve yine işte bu yüzdendir ki, Bill Clinton, Monica konusunda yalan söylediği için cumartesi günü ahali önünde günah çıkartırken, karısı Mikal'i Batşaba'yla aldattıktan sonra Eski Ahit'in Mezmurlar suresinde Rabb'dan özür dileyen Davud Peygamber'in ‘Ey Allahım, inayetine göre bana acı. Fesadımdan beni yıka ve suçumdan beni temizle’ diye başlayan 51. ayet yakarışına atıfta bulunmaktadır.

Sırf yukarıdaki mezmuru zikrettiği için Başkanı ‘affeden’ (!) sofu zenci kadından ‘bre günahkar sen İncil’i ağzına alma, çarpılırsın' diye kükreyen en mürteci Mormon'a kadar da din referanslı ahlakçılık ABD'yi belirlemektedir.

***

TADINDA kalmak kaydıyla benim böylesine bir ‘moralizm’e itirazım yok.

Calvin teolojisinden ve Weber teorisinden biliyorum ki Protestan, etik ve ahlak hem ilerletici bir güç oluşturur, hem de toplumu dirençli tutar.

Ama dediğim gibi, tadında kalmak şartıyla !..

Oysa, çoğu kez olduğu gibi Birleşik Amerika'da iş endazesinden çıkmıştır.

Clinton'un ‘ahlak’ (!) adına engizisyon mahkemesine sevkedilmesi dehşet bir komedyadır. O'nun Eski Ahit ayetiyle inayet dilemesi belki kendini korumak refleksiyle açıklanabilir olsa dahi, bana kalırsa özünde bu da komedyadır.

Şu kesindir ki, dogmalaştırılmış bütün ahlakçılıkların ve bilhassa Amerikan ahlakçılığının arkasında çok sahte ve çok ikiyüzlü bir boyut da vardır.

Zaten ‘süper moralist’ Yeni Dünya sübyancılıktan gangsterliğe ve esrar ticaretinden fahişe borsacılığına bilimum melanetlerde başa güreşmemekte midir ? Kürtaj ve boşanma oranı; aldatma ve eşcinsel yüzdesi gibi ‘ilahi ahlak’ın afaroz ettiği tüm ‘sapkınlık’ skalalarında da şampiyonlığa oynamamakta mıdır ?

Açıkçası, din kökenli ahlakçılık Amerikan toplumunun temel payandalarından birisini oluştursa bile onun arkasından dogmatizm ve sahtecilik sırıtmaktadır.

Dolayısıyla, coğrafi aidiyet ve tarihi kurgu itibariyle Yeni Kıta'ya oranla Avrupa'ya çok daha yakın olan biz Türklerin yukarıdaki olguyu saptaması ve Lord Fisher'in İngiliz kibirliliğiyle olmasa dahi başta ‘Monicagate’ olayı, Amerikan ahlakiyatçılığının çelişkisini yerli yerine oturtması gerekmektedir.

ABD büyük ve saygın bir ülkedir fakat illa ‘örnek ülke’ değildir.













Yazarın Tüm Yazıları